Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘İstanbul, Ankara, Konya, Bursa ve Erzurum’u anlattığı ‘Beş Şehir’ adlı kitabının Konya bölümünde şu ifadeye yer vermiştir; "Bir başkent daima başkenttir. Ne kadar susturulursa susturulsun yine konuşur" Bu ifadenin geçtiği bağlam şehir halkı ile yöneticiler, hükumet yetkilileri veya bizatihi devlet ile olan münasebetleri konu edinir. Bir süredir düşünüyorum; Van da bu coğrafyada, bu topraklarda başkentlik yapmış, tarih sahnesinde her zaman önemli bir çekim merkezi olmuştur. Urartu Krallığı’nın üzerinde kurulduğu ve başkenti olma vasfı ile tarihte ayrıca müstesna bir yere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Van Gölü üzerinde yüksek ticaret hacmine üç yüzden fazla yelkenli ticaret gemisi ile sahip bir şehir. Vakt-i zamanında ABD, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler başta olmak üzere birçok devletin konsolosluğuna ev sahipliği yapmış Van bugün hangi konumda?

Türkiye tarihinde başkentlik yapıp da bir şekilde susturulmuş ama her şeye rağmen konuşabilmeyi başarabilmiş çok şehir, çok belde vardır. Ama muhtemelen içlerinden en konuşamayan, en sessiz kalan, dili en çok bağlanan, gözü en çok kapatılan başkent ise Van olmuştur. Sadece son çeyrek veya son yarım asırda bu güzide şehirde yaşanan ve yaşatılanlar nazar-ı itibara alınsa birçok sorunun cevabı ortaya dökülecektir. Biz, en çok hak ettiğimiz bir coğrafyada/ülkede/devlette ve belki de en çok hak edilen, en çok hak edilmek istenen bir şehrin, bir beldenin mensupları olarak maalesef hiç de hak etmediğimiz bir muameleyle yıllarca muhatap kılındık. Bizleri bize ait olmayan bir dil ile ve bizim sahibi olduğumuz mensubiyetimizle bağdaşmayan bir ideoloji ile karanlığa mahkûm ettiler. ‘Hırsız içerden olunca kapı kilit tutmaz’ misali bizi en çok içerden bizdenmiş gibi görünen, biz gibi ve bizim adımıza konuşanlar vurdu. Tüm dünyanın değişip dönüştüğü, kendini yenilediği ve modern bir gelişim gösterdiği bir çağda, birileri bu şehre ve bu bölgeye modası geçmiş, eski dünya kalıntılarına ait, zamanaşımına uğramış bir ideoloji ve kimlik siyaseti ile yaklaştı ve bu şehri kendisine mecburmuş hissini oluşturdu. Bu eski dünya ideolojisinin ve neresinden tutarsak elimizde kalan içi boş, temelsiz kimlik siyasetinin şehrimizi ve bölgemizi ve dahi ülkemizi özellikle son 20 yılda getirdiği yer eskisinden iyi değil tam aksine eskisinden daha kötü.

31 Mart seçimlerine giderken Türkiye’nin ekseriyetinde hizmet siyaseti konuşulurken, hizmet vaatleri yarışırken; Doğu ve Güneydoğu illerinin birçoğunda 2004’ten bu yana yerel yönetimleri ellerinde tutanlar hala enkaz halindeki ideolojileri ile halkın kendi kendini kolonileştirmesine zemin hazırlamaya gayret gösteriyor. Yerel yönetimlerin anayasal pozisyonunu bilmedikleri gibi; ‘şehir ve yönetim,’ ‘şehir ve hizmet,’ ‘şehir ve insan’ gibi değerlerden de bihaberler. Yıkımda, imhada elleri, ayakları, akılları iyi çalışırken; ihya ve inşa etmede ise insanlık tarihinin belki de en acemi, en berbat, en başarısız ve kötü niyetli haliyle karşımıza çıkarlar.

Van özelinde konuşacak olursak; bu şehrin kaybedecek beş yılı daha yoktur. Bu şehrin ve şehirlinin hizmet siyaseti ile yatırım ile üretim ile buluşabilmesi için birilerinin heybeden devlet kurmasını bekleyecek kadar ne vakti ne de takati var. 31 Mart seçimleri için Van’da da birçok parti yarışacak olsa bile gerçek yarış AK Parti adayları ile HDP adayları arasında geçecektir. Halk 2009’dan bu yana şehrin yerel yönetimini, ihya ve inşasını teslim ve emanet ettiği HDP bu emanete sahip çıkamamış; Van’ı “bahtsızlığıyla” baş başa bırakmıştır. Hizmet etmemiş, hizmet kaynaklarını adeta eşkıyalara peşkeş çekmiş ve bunu maalesef hiç önemsememiştir. 2009 ve 2014 yıllarında Van halkının tercihinin yönü ve amacı anlaşılabilir, iyiye yorumlanabilir. Fakat işsizlikle, açlıkla, gelişmemişlikle sınanan; sahipsiz kalmaktan dem vuran Van’ın 31 Mart seçimlerinde de aynı tercihi tekrar etmesinin makul bir izahı ve gerekçesi yoktur, olamaz. Adayların profil ve ehliyetleri, kişilik ve niyetleri, söylemleri, politikaları ve vaatleri bunu anlamamız için yeterlidir. Van halkının bu seçimde; şikâyet ettiği, sorun olarak gördüğü, çözülmesini, yapılmasını veya yapılmamasını istediği her ne varsa şehrin anahtarını AK Parti adayı Necdet Takva’ya teslim ederek bu isteklerini çözmelidir. Çünkü şehrin yönetimine talip olan, AK Parti Genel Başkanı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından aday gösterilen Necdet Takva romantizmden, popülizmden uzak, yapmacık olmayan ve en önemlisi ‘halk için halka rağmen’ anlayışından fersah fersah uzak bir kişilik ve aday profili sergilemektedir. Şehrin suni değil sahih sorunlarına eğilen, işten, aştan, emekten, yatırımdan, üretimden, altyapıdan, üstyapıdan teşekkül olunan müşterek bir yerel yönetim vaadinde bulunuyor.

Farabi, Medinetü’l Fazıla adlı eserinde şehrin tanımını yaparken, erdemli bir şehrin “tam ve sıhhatli bir vücut” gibi olduğunu söyler. Eğer ki, şehirler tam ve sıhhatli bir vücut ise o şehri yönetecek olan kişi ya da kişilerin de aklen/kalben/bedenen tam ve sıhhatli olması lazım gelir. Van için şuan itibariyle tam ve sıhhatli olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Ama tam ve sıhhatli bir başkan ve ekibiyle yılların verdiği susturulmuşluk ve bastırılmışlık duygusu eşliğinde özünü kaybeden bu başkent neden emeklemeye, yürümeye ve konuşmaya başlamasın! İnanıyoruz ki; sağlıklı bir toplum kendilerini yönetmek üzere sağlıklı bir yönetici seçmekle de yükümlüdür. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye için sıklıkla dile getirdiği ‘beka’ mes’elesi sadece ülke için değil şehirler için de geçerlidir. Şehirlerin de bekası ve beka sorunu vardır. Van’ın bekası kadar beka sorunu da gündeme gelmelidir. Van’ın beka sorunu işsizliktir, kaybolmak üzere olan gençliği ve geleceğidir. Van’ın beka sorunu suyudur, havası ve toprağıdır. On yıllardır şehrin yönetimini elinde tutup hala üç köye ziyaret gerçekleştirmeyenlerin, ilçelerin, köylerin yollarını bilmeyenlerin yolu olmayan köylere vereceği bir şey de olamaz. Yaşadığı toplumu anlamayanların, kilometrelerce uzaktan çürümüş bir ideoloji ile şehir yöneteceklerini zannedenlerin Van’a kazandıracakları bir şey yoktur ve olamaz da.

Yerel yönetim siyaseti ile genel seçim siyasetini birbirine karıştırıp yerel yönetim nimetlerinden şehir için ve halk için faydalanmayı bilmeyenlerin, geneldeki başarısızlıklarını yerelde de sürdürmeleri Van’a bir şey kazandırmayacaktır. 31 Mart seçimlerinde Van halkının karşısına “yeni bir şehir, yeni bir yönetim, yeni bir hayat” teklifi ile çıkan Necdet Takva’nın bu teklifi reddedilmemeli, yalnız bırakılmamalıdır. Şehrimizin onlarca sorunu varken ve yıllardır yerel yönetimleri aşiretçilik entrikaları ile çökerten HDP’li Belediyelerin varlığı bu sorunları daha çok artırırken cesareti olanların meydanda olması lazım. Şehir ahalisini bir yılgınlık ve yoksulluk girdabı içine hapsedenler ‘Van’ dışında her şeyi konuşurken, asıl derdi Van’ı konuşmak ve konuşturmak olanlara fırsat verilmelidir. 31 Mart Van için de bir “beka” seçimidir. Bu seçim beş yıl sonra da Van’ın tüm ilçe ve köylerine gitmeye hala yüzü olacakların seçimidir. Bugün tüm köyleri kar kış demeden gezip, halkı kendi öz dili ve öz benliği ile kucaklayanlar bu seçimde muktedir edilmeli ve işsizlik, açlık, yoksulluk, yolsuzluk üzerinde büyüyen beka sorunu bu şekilde çözülmelidir. 1 Nisan sabahı Van için 101 yıl önceki gibi yeni bir kurtuluşun ve galibiyetin arifesi ilan edilmelidir.