Ak Parti’nin Van’da en güçlü dönemlerini yaşadığı ve milletvekillerinin yine Van’a en büyük katkı sağladığı dönemlerden birisi olan 23’üncü dönem milletvekili Kerem Altun ile Van’ı ve yaklaşan seçimleri konuştuk. Milletvekilliği döneminde çalışma arkadaşları ile birlikte Van için ‘önemli’ kazanımlarda imzası olan ve Van’ın ‘saygı’ ile andığı bir milletvekili olarak saygınlığını koruyan Altun, milletvekilliği döneminde sahip olduğu Van hassasiyetini hala en üst seviyede yaşamaya ve sürdürmeye devam eden bir isim. İşte Altun TBMM’de görev süresi içerisinde Başbakan’ın Kürt Sorunu/Meselesi’nin çözümünde sürekli olarak faydalandığı ve komisyonlarda yer verdiği Altun, halen de bu sorunun tarihsel boyutu ile ilgili çalışmaları sürdürmeye devam ediyor. Biz de bu çalışmaları devam ederken kendisinin bu çalışmalarından kesitler dinleyip siz değerli okuyucularımızın için derlemeye çalıştık. Özellikle Kürt Sorunu ve Çözüm Sorunu için çantasında bilumum bilgi ve belge ile sorunun çözüme ulaşması halinde halen büyük emekler veren Altun, son hazırladığı bir değerlendirmeyi de Şehrivan aracılığı ile paylaştı. İşte Ak Parti’nin halka hoş bir ‘seda’ bırakan milletvekillerinden Kerem Altun’un seçim öncesi yaptığı o değerlendirmeler:

Ömer Aytaç AYKAÇ
ŞEHRİVAN ÖZEL

Öncelikle yerel seçimle ilgili değerlendirmelerde bulunan Altun, bu süreçte doğru tespitler yapmanın elzem olduğunu belirtiyor ve oluşan beklentilerin ardındaki büyük fotoğrafı da görmek gerektiğini kaydediyor. Bu noktada doğru bir analizin çözüm getireceğini kaydeden Altun’un yerel seçime dair ön değerlendirmesi ise şöyle;

“30 Mart 2014 tarihinde ülkemizde ‘’Yerel Yönetimlerin’’ seçimleri yapılacak. Süreç, toplum olarak, bir takım kaygı ve endişelerin yer aldığı bir atmosferde işliyor. Süreç, toplum olarak, bir takım kaygı ve endişelerin yer aldığı bir atmosferde işliyor. Şimdiden, taze bir kan, yeni bir heyecan getirecek yerel seçimlerin ilimize, ülkemize hayırlar getirmesini diliyor ve umuyoruz ki bu seçim sonrasında, daha büyük sinerji ile bütünleşmiş, daha dinamik, daha çok kenetlenen bir yapı oluşsun. Bu anlamda halkımızın beklentileri yüksektir. Ancak halkımızın beklentilerini yüksek ve anlamlı kılan konunun arka planını bilmeden, bakmadan doğru tespitler yapmak çok sağlıklı olmaz düşüncesindeyiz. Doğru bir analiz bizi doğru sonuçlara götürür.”

“Nedir o doğru analiz?” şeklindeki sorumuza ise Altun, şu ifadeler ile cevap veriyor;

“Büyük fotoğrafa baktığımızda görünen, hissedilen, bilinen, tarihi tespit yapıldığında Cumhuriyetle yaşıt, var olan sorunun siyasal, psikolojik, kimlik ve kültürel boyutuyla ortaya çıkan tablo şudur. Yıllar yılı bölgemizde adalet eksenli kalkınma isteyen, ötekileştirmeden huzur ve barış isteyen, korkularla yaşamadan güven ve istikrar isteyen, artık bedel ödemeden hukuk ve özgürlük isteyen, yeter artık kardeş kavgası son bulsun diyen, sahiplenen, kucaklayan, kardeşleştiren anlayışın özlemi ve içinde çağrısı olan bir tablo. Çünkü bu halk; var olan sorunun çözümsüzlüğünün kaynağını homojen bir millet tasavvuruna dayanan kurucu ulus-devlet felsefesi ile inkar ret asimilasyon ve baskı politikalarını gördü. Devletin hep bu felsefeye dayalı meşrulaştırdığı yönetimlerden çok çekti, acılar yaşadı. Son yıllara kadar devlet bu halkı kimliği ve anayasal çerçevede demokratik ve kültürel haklardan yoksun bıraktı, dışladı, ıstırabını hissetmedi. Bu zaman diliminde totaliter kuralları anayasal rejimin temelini yapmak isteyenler; ülkede kendi kimliğini, kendi inancını dilediği gibi tanımlayamayan, dilediği gibi yaşayamayan bir toplum oluşturmaya gayret ettiler. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından tarihsel arka planı irdelememiz gerekir. İktidarlar cumhuriyet tarihi boyunca sorunu güvenlik eksenli ve özgürlük karşıtı perspektif ve yöntemler ile çözmeye çalıştılar.”

Kürt sorununun çözümsüzlüğünde takınılan tavır bununla da sınırlı değil üstelik. Altun, sorunun bugüne kadar gelmesinin en temel sebebinin devlete karşı oluşturulan ‘güvensizlik’ algısı olduğunu ekliyor ve devam ediyor…

Evrensel tecrübelere rağmen olaya hak temelli bir bakış açısı geliştirilmek istenmedi, ta ki son yıllara kadar. Bütün olup bitenler karşısında ne oldu? Devlete karşı ‘’güvensizlik’’ algısı oluştu. İtiraz edildi. Bu itiraza şiddet ve çatışma ile karşılık verildi ve arkasından kardeşkanı akıtıldı. On binlerce Türk-Kürt vatan evladı hayatını kaybetti. Yüz milyarlarca dolar kaynak heba edildi. Kökü imparatorluk dönemine kadar giden Kürt sorunu, ülkenin yüz yıllık, her geçen gün büyüyen karmaşık bir hal alan temel ana konularından biridir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar siyasi partiler ve devlet kurumları tarafından hazırlanan raporlar ve sunulan çözüm önerileri dönemlerinin siyasi konjonktürüne ve siyasi partilerin dünya görüşü ve programlarına göre değişkenlik göstermiştir.”

“AK PARTİ DÖNEMİNDE KÜRT SORUNUNA MÜSTAKİL BİR SORUN OLARAK GİRİLDİ”

Altun’un değerlendirmelerinin tarihi alt yapısı da oldukça sağlam. 90’lı yıllardan bugüne yapılan girişimleri değerlendiren Altun, bu noktada Kürt meselesine yönelik devlet tutumunu iki başlıkta inceliyor. Bu başlıkları ise şu şekilde ifade ediyor…

“Çözüme yönelik hazırlanan raporları ve devletin tutumunu iki ana döneme ayırabiliriz. Birincisi; siyasi partiler üstü devlet organları eliyle yazılmış, yazdırılmış, 1990 yılı öncesi raporlardır. İkincisi; 1990 yılı sonrası siyasi partilerin ve o tarihlerde sivil inisiyatifin anlam kazandığı ‘’Sivil Toplum Kuruluşlarının’’ hazırladıkları raporlar ve sundukları çözüm önerileri. İkinci dönem addedilen 1990 yılı ve sonrası süreçte evrensel siyasetle giderek anlam kazanan ve yaptırımı artan sivilleşme anlayışı kimlik ve siyasi çözüm eğilimine paralel bir biçimde, Kürt meselesi de bu kapsamda ele alınmış ve daha cesurca değerlendirilmiştir. İkinci dönemde günümüze kadar STK’lar ve başta AK Parti olmak üzere siyasi partilerce öne çıkan taleplerden demokratikleşme, temel hak ve hürriyetler, sivilleşme alanlarında önemli adımlar atılmıştır. Kürt sorunu bu dönemde merkez siyasetin gündemine resmi devlet tezlerinin dışında müstakil bir sorun olarak girmiştir.”

“GÜVENLİĞE ODAKLANMIŞ ÇÖZÜM ÇABALARI HEP SONUÇSUZ KALDI”

Güvenliğe odaklanmış çözüm yaklaşımlarının çözümden ziyade çözümsüzlük getirdiğinin altını çizen Altun, işte bu çözümsüzlüğü ise şu şekilde ifade ediyor…

Yakın tarihte soruna Şark meselesi, Doğu ve Güneydoğu sorunu, Kürt sorunu, feodalite sorunu veya terör sorunu; kimi zamanda sosyo-ekonomik sorunlarla değerlendirilmiştir. Tek parti döneminde, sorun ağırlıklı olarak asayiş kaygısı ekseninde, homojen bir ulus oluşturma önünde ki engellerin kaldırılması olarak okunmuştur. Tek parti döneminde Celal Bayar’ın başında olduğu muhalefetin sivil ekolu daha ılımlı tedbirlerin alınması yönünde talepler oluşmasına karşı(fakat başarılı olunamadı) İsmet paşanın güvenlikçi bakış açısına göre hazırlanan ve uygulanan raporlar Kürt sorununu Askeri tedbirlerle halletme, zorunlu iskâna tabi tutma(şark ıslahat planı) tehcir, asimilasyon ve Türkleştirme çalışmaları olarak karşımıza çıkar. Bu anlayış Fransız milliyetçi pratiğinin getirdiği bir sonuç olarak asimilasyoncu eşitlik temeline dayanmaktadır. Yani ‘’benden olursan seni kabul ederim, ancak bana benzemek şartıyla, dilin benim dilimde olacak, geleneklerin, hayat tarzın benimkilerle aynı olacak. O zaman benim gibi olabilirsin. Olmazsan seni reddeder, dışlar, gerekirse ortadan kaldırırım.’’ Çok partili döneme geçişle beraber ağırlıklı olarak sorun yönetim tarzıyla ilişkilendirilmiş, yaşanan aksaklıkların giderilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Asayişin sağlanması, birliğin korunması, bölgeler arası kalkınmışlık farkı ekseninde soruna bakılırken; AK Parti iktidarı olayın siyasi, kimlik, kültürel ve psikolojik yönü olan, ret ve inkar politikaları ötesinde, tam demokratikleşme bağlamında çözümler üreterek barış sürecini başlatmıştır. Gelinen nokta sadece güvenliğe odaklanmış çözüm çabaları sonuçsuz kalmıştır. Toplumsal ve siyasi krizleri besleme eğilimi kazanan sorunlara karşı, önyargılardan uzak çözümler üretmenin zamanı, kanaati yaygınlaşmıştır.

Altun’un tarihsel raporlar eşliğinde sürdürdüğü değerlendirmede tüm partilerin olaya nasıl baktığına dair çalışmalarda yer alıyor. Ben de merak ediyorum. “Gerçekten de kim nasıl baktı şu Kürt meselesi sorununa?” şeklindeki soruma Altun’un detaylı sunumu fazlasıyla cevap oluyor. İşte şimdiye kadar hangi partinin Kürt sorununa nasıl baktığı ile ilgili o önemli tespitler de şöyle;

CUMHURİYET HALK PARTİSİ (CHP) – SOSYAL DEMOKRAT HALKÇI PARTİ (SHP):

Marjinal sol gurupların dışında, solu siyasi yelpazede CHP, SHP ve DSP’nin temsil ettiklerini biliyoruz. CHP ve SHP 1990-2000 yılları arasında Kürt sorunuyla ilgili raporlar hazırlatmıştır. Bu raporlarda sorunu sadece güvenlik sorununun ötesinde, demokratik haklar, kimlik ve kültüre saygı olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ancak CHP 2000’li yıllarda sorunun büyümesine rağmen daha önce söylediklerinden çark etmiş, meselenin güvenlik yönünü öne çıkararak kimlik boyutunda kaynaklanabilecek riskleri dillendiren bir çizgiye gelmiştir.

DEMOKRATİK SOL PARTİ (DSP):

Etnik köken farklılığından kaynaklanan bir problemin olmadığını savunmuş, hazırlatılan raporlarda sorununu geri kalmışlık sorunu olduğu; bununda feodal yapıdan kaynaklandığı sıkıntılar olarak tarif edilmiştir. Daha çok ulusalcı bir siyaset izlenmiştir.

DEMOKRAT PARTİ (DP):

Konuyla ilgili problemi halledilmesi noktasında özel bir çalışma yapılmamıştır. Demokrat Parti doğuda partisine ait teşkilatlar açmış, tek parti döneminde sürgün edilen aile temsilcilerinden bazılarını partisinde milletvekili yapmıştır. Bölge kalkınmasına yatırımlarla destek sağlamıştır. Kürt siyasetinden önemli bir değişiklik kabul edilebilecek ‘’bölgede umum müfettişliklerinin kaldırılmasıdır’’

ANAVATAN PARTİSİ (ANAP):

Merhum Turgut Özal’ın siyasi liderlik ve vizyonuna göre şekillenen Kürt sorunu raporunda öne çıkan husus; siyasi irade ve kararlılık ile Kürt realitesi ve Kürt dilinin hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal haklarının verilmesi yönündedir. Kürt meselesine demokratik yollardan çözüm sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. Salt asayiş mantığı reddedilmiştir.

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP):

Konuyu dış güçlerin oyunu, terör ve asayiş sorunu olarak tarif eden MHP ‘’Doğu ve Güneydoğu Anadolu meselesi’’ isimli raporunda ‘’Kürtlerin Türk soyundan geldiği, Kürtçenin Osmanlıcanın bir türevi olduğu dile getirilmiştir.’’

MİLLİ GÖRÜŞ ÇİZGİSİ:

Kürt sorununun sistemden ve rejimden kaynaklanan bir problem olduğuna dikkat çekilerek; ‘’Kürtlerin varlığını inkar eden bir sistemin kardeşlik hukukuna uymadığını, uygulamaların yanlış bir zihniyetten kaynaklandığını’’ savunmuştur. Ümmet bilincinin kardeşlik hukukunu geliştireceğini vurgulamış, siyasal kültürel ve sosyal hakların kabul edilmesi benimsenmiştir.

LEGAL KÜRT SİYASİ PARTİLERİ:

Kürt siyasi hareketini, siyasi arenada temsil etmek üzere bir çok parti kuruldu. Ancak her defasında mevcut anayasal düzen içerisinde kapatıldı. HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve şimdi parlamentoda temsil edilen BDP. Süreç içinde parti yöneticileri ve milletvekilleri hapislere atıldı, ciddi mağduriyetler yaşandı. Legal Kürt siyasi partilerin anahatlarıyla bakışı şudur: ‘’Kürt meselesinin temelinde ulus devletin katı milliyetçilik anlayışından doğan ret, inkar, imha, tehcir, asimilasyon siyasetini sorumlu görmektedir.’’ Kürt kimliği ve realitesinin kabulüyle anayasada kimlik tanımının yeniden yapılarak anayasal eşit vatandaşlık kavramı istenmekte, anadilde eğitim başta olmak üzere tüm kültürel hakların iadesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi şeklindedir. Son dönemlerde ‘’bölgesel özerklik talebi gündemdeki yerini korumaktadır’’

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ (AK PARTİ):

Son olarak Ak Parti konusunda kapsamı genişletiyor Altun. AK Parti’nin yaklaşımını ise şöyle özetliyor;

“Kürt sorununa parti programına yer veren ilk sağ partidir. Sn. Başbakanın Kürt sorununda ki tarihi kavşak 2005 Diyarbakır konuşmasıdır. Tarihi bir dönemece karşılık gelen ve devlette ezber bozan yeni yaklaşımla sorunun adı belirlenmiştir. 2007 yılı sonrası başta Kürt sorunu olmak üzere şiddeti normalleştiren tüm sosyal ve siyasal sorunların demokratik bir zeminde çözülmesi gerektiğiyle ilgili yeni yol haritası çizilmiştir. Bu dönemde demokratik açılım ve reform süreci start almıştır. İleri demokrasiye atılan adımlar demokratikleşme paketleri özgürlüğe susayan mağdur ve mazlum toplum kesimlerini ümitlendirirken, milletin iradesine, bölge halkının beklentilerine musallat olan baskıcı, ceberut vesayetçi odakları rahatsızlık duymuşlardır. AK Parti iktidarları dönemlerinde şartlar iyileştikçe ve olgunlaştıkça, dirençler azaldıkça, siyasi zemin ve demokratik bilinç yerleştikçe, yeni hak ve özgürlükler ülke gündeminde yer almaktadır. Demokratik açılım süreciyle bu güne kadar çözümsüzlüğün kaynağı olan sorunlar çözümsüzlüğü bir siyaset tarzına dönüştürenlere rağmen konuşulmakta, tartışılmakta, değişim iradesi devam etmektedir. Bu dönemde güven ve istikrarın güç kazanmasına paralel halkın iradesi ve demokrasinin de güç kazandığını görüyoruz. Ancak; yasa, yönetmelik ve idari düzenlemelerle yapılan mevzi iyileştirmeler olmasına rağmen devletin yapısı ve temel hak ve hürriyetlerinin açık, sarih yer alacağı ‘’Yeni bir anayasa’’ ile vuzuha kavuşacağı da kabul gören bir realitedir.”

2002 YILINA KADAR SÜREN 24 YILLIK OLAĞANÜSTÜ HAL!

Anlaşılan Altun’un Kürt meselesine yaklaşımı sadece partiler ile sınırlı değil. “Cumhuriyet’ten bu yana devam eden bir sorun var” diyerek bunu da hemencecik açıklıyor. Bu toprakların yasaklı bölge ilan edildiği yıllardan olağanüstü hal yaşadığı dönemlere kadar tek tek anlatan Altun, o yıllarda Kürt meselesine bakışı ise şu şekilde yorumluyor;

“Cumhuriyetin ulus devlet kadrolarının Kürt meselesiyle ilk karşılaşmaları 1921 Koçgiri isyanıdır. Kürt meselesi 1925 yılında Şeyh Sait isyanıyla Türkiye’nin gündemine oturmuştur. Cumhuriyetin ilanından 1937 Dersim isyanına kadar 14 yılda 21 isyan olmuştur. Bunca isyanı tetikleyen sebeplerin başında, otoriten devlet anlayışısın, Kürtleri, samimi Müslümanları, Alevileri, gayri Müslimleri, azınlıkları ötekileştiren politikasıyla vatandaşlarının ihtiyaçlarına, taleplerine, sessiz çığlığına, feryadına kulak tıkayan, vatandaşını asimile eden, kimlik ve kültürel taleplerini reddeden, ihtiyaçlarını, dilini inkar eden hususlar gelmektedir. 1925-1950 yılları arasında Türkiye ‘’Olağanüstü uygulamalarıyla’’ acılar yaşamıştır. Bu dönemde Doğu Anadolu bölgesi ‘’Yasak Bölge’’ ilan edilmiş, bölgeye giriş ve çıkışlar izne tabi tutulmuştur. Olağanüstü hali uygulamaları yaşatan ülkede kurulmuş ‘’5 umum müfettişliğinin 3’ü Doğu ve Güneydoğu bölgesinde’’ görüyoruz. Direktiflerle hareket eden ‘’Şark istiklal mahkemeleri’’ hukuk dışı uygulamalarla bölge insanına büyük acılar yaşatmıştır. 1950 den sonra başlayan sivilleşme ve demokrasi talepleri 27 Mayısın kara gölgesinde kalmış artık ülkede ‘’dayatılmış çaresizlikle’’ askeri vesayet dönemi başlamıştır. 1978 yılında sıkı yönetim ilan edilmiş, 1987 yılına kadar devam eden uygulama yerini ‘’olağanüstü hal bölge valiliklerine’’ bırakmıştır. 2002 yılına kadar 24 yıl süre ile bölgede olağan üstü yönetim uygulanmıştır.”

“GELİNEN NOKTA BU…”

Bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sayısız hak ihlalleri görülmüştür. TBMM göç komisyonu raporunda sıkı yönetim ve OHAL dönemlerinde 3428 köy ve mezranın boşaltıldığı, buralarda yaşayan bir milyona yakın insanın doğduğu, yaşadığı topraklardan kopartılarak zorunlu göçe maruz bırakıldığı belirtilmektedir. Kısaca olması gereken yerleşik kurum ve kültürünü yok eden, demokratik hak, talep ve değerleri hiçe sayan, baskıcı, otoriter ve tahakkümcü karakterli vesayet ve siyasal yönetim anlayışları toplumu gerdi, kamplaştırdı, toplum kesimlerini bir birine düşman hale getirdi. Bu topraklarda ortak medeniyet kurarak, Kurtuluş savaşını birlikte yapmış Türkü ve Kürdü’yle 2000’li yıllara ne yazık ki bu görüntü ve toplumsal algıyla gelindi.”

“BAŞARMAYA MAHKUMUZ!”

Altun’un tüm bu anlattıklarından sonra konuya yaklaşımı için kullandığı cümle ise olayın çözümü noktasındaki cevabı da içeriyor açıkçası, “Bugünü doğru okumak gerekiyor” diyen Altun, zamanın ruhu kavramının gözardı edilmemesi gerektiğine vurguluyor ve “Aman sürece zeval gelmesin” şeklinde yaklaşıyor soruna. Sonuç olarak da akl-ı selim ile hareket etmeye ederek şöyle tamamlıyor sözlerini…

“Zor, meşakkatli bin bir türlü dirence rağmen 12 yıldan beri mevcut iktidarın ortaya koyduğu demokrasi eksenli hak ve özgürlükler konusunda gelinen nokta görmemezlikten gelinemez. Büyük bir emek ve çabayla; bölgesel kalkınmayı da içine alan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel alanda elde edilen kazanımlar sonucu taraflarca ‘’barış süreci’’ başlatılmıştır. Zamanın ruhunu okuyan, Türk ve Kürtlerin gönül, ruh ve duygu dünyasına hitap eden, siyaseti ve demokratik bilinci güçlendiren, birlik ve beraberliğin zihinsel iklimini oluşturan BU BARIŞ SÜRECİNİN heba edilmemesi gerekir. Muhalefet de dilinde pelesenk ettiği korku söylemini, korkutma üslubunu bir tarafa bırakarak değişimin önünde engel olmaktan çıkmalıdır. Unutulmamalıdır ki, değişimden, hayatın her alanında ileri standartlardan, yüzyıllarca irfani bir gelenek içinde, zulmü değil adaleti, kaosu değil manevi düzeni, canavarlaşan aklı değil dirilten ve iyileştiren gönülleri inşa eden Türklerle ve Kürtlerin bölünme, parçalanma gibi bir düşünceleri yoktur. Bu dönemde akl-ı selime, adalete, insan onuruna, insaf ve merhamete, ortak akla değer verirken, geleceği bu günden görüp, gerekli adımları atmak, uzlaşma kültürünü esas alan diyalogu geliştirmek, ileri demokrasi vizyonuyla değer ve farklılık yaratmak; çözüme dair beklenti ve umutları tüketmeden yeni önerilerle yeni fırsatları yakalamaktır. Bugüne kadar çekilen acıların yaşanan mağduriyetlerin, adil ve insani olmayan uygulamaların doğurduğu gönül yarasını göz önüne alarak sağlanacak ‘’empatiyle’’ toplumsal vicdanın harekete geçirilmesi zamanı gelmiştir. Ortak geleceği birlikte inşa etmenin olmazsa olmazı, hak temelli adaletin, barışın ve birbirinin varlığına ve farklılığına saygı içinde kabullenerek psikolojilerini normalleştirmelerinden geçer. Sorun, temel insan hakları ve özgürlükler sorunuysa, çözümü de demokratik bir anayasal düzleminde demokratik siyaset içerisinde daha fazla demokrasiyle olacaktır. Toplumsal barış sürecinde tarafların dikkat etmesi gereken husus budur kanaatimizce. Bu dönemde toplumsal empati ve birlikte yaşama bilinci ve arzusuyla kurulacak zihinsel altyapı, sosyal, siyasal, kültürel ve kolektif haklarla beslenmelidir, teoride var olan hakların pratiğe yansıması sağlanmalıdır. Başarı inanmak, sahip çıkmak, yoğunlaşmakla olur. Başarmaya mecburuz hatta mahkûmuz!’

Editör: TE Bilisim