RÖPORTAJ: ÖMER AYTAÇ AYKAÇ

ŞEHRİVAN ÖZEL

Türkiye’de başlatılan çözüm sürecine katkı sunmak için uzun süredir çalışmalarını yürüten ve bünyesinde Türkiye’nin çok önemli bilim adamı, gazeteci, yazar ve STK temsilcilerini bulunduran Demokratik Gelişim Enstitüsü geçtiğimiz hafta da bir zamanlar Türkiye ile benzer sorun yaşayan İrlanda’daydı. Dublin kentinde çözüm tecrübelerinden faydalanmak için süreçte aktif rol oynayan insanlarla görüşmek üzere giden o heyette Van’ın önde gelen STK temsilcilerinden ve işadamlarından Kadri Salaz da vardı. Barış için birçok ülke ve kente giderek çözüme bir nebze katkı sunmak için temaslarda bulunan, enine boyuna ‘barış’ konuşan heyette yer alan ve Van’ın barış elçilerinden birisi olan Salaz, önemli isimlerle gittikleri son Dublin ziyaretinden de heybesi barış ile dolu olarak Van’a döndü. Dublin’den döner dönmez yapılan temasları ve süreci en yakından takip eden bir oluşumun mensubu olarak ‘çözüm sürecini’ Şehrivan’a değerlendiren Salaz, sürece dair önemli mesajlara yer verdi ve gelinen noktayı değerlendirdi. “Barış artık çok yakın” diyen Salaz, Dublin’de yıllarca savaşan bir gerillanın çok benimsediği söz ile Türkiye’deki durumu ise şu sözlerle ifade etti; 

‘Vazgeçebileceği bir şeyi olmayanlar barışı gerçekleştiremezler’

Sayın Salaz DPI ile Dublin’e giden önemli isimlerden biriydiniz. Bize İrlanda ziyaretinden biraz söz eder misiniz?

İrlanda Dublin seyahatimiz İngilizce adı DPI olan Demokratik Gelişim Enstitüsü tarafından Türkiye’de uygulanan Çatışmanın Çözümünde Sivil Toplumun Rolü adlı çalışma programı çerçevesinde bir çalışma gezisi düzenledik. “İrlanda Barışını gözden geçirmek, Glencree Merkezi’nin Rolü ve Süreçten Çıkardığı Dersler” adlı toplantıya katılmak üzere Türikye’den önemli isimlerle İrlanda’nın Dublin kentinde çeşitli görüşmeler yaptık. Bu toplantıya Türkiye’deki önemli bilim adamları, gazeteci ve yazarların dışında İrlanda çözüm sürecinde rol oynayan aktivistler, gerillalar, bilim adamları ve aydınlar ile görüştük. Benzer bir çatışma yaşayan İrlanda’daki çözüm sürecini ve oradaki çatışmasızlık sürecinin deneyim paylaşımını gerçekleştirmek üzere Türkiye’den bir grup bilim adamı, gazeteci ve sivil toplum temsilcisi olarak Dublin’e gittik. Türkiye’deki çözüm sürecine katkıda bulunmak için oradaydık…

Demokratik Gelişim Enstitüsi’nin daha önce yaptığı çalışmalara denk gelmişliğim ve bu çalışmaların yazıya dökülmüş halini okumuşluğum olmuştu. Üstelik bu oluşumda Cengiz Çandar, Bejan Matur, Prof. Dr. Mithat Sancar ve birçok yabancı katılımcı da yer alıyor. Daha önce yaptıkları yuvarlak masa toplantıları ile sürece maksimum katkı sunma çabasında olan bu ekibin Dublin çıkarmasını merak ediyorum. Neden İrlanda diye sormadan edemiyorum. Salaz da açıklıyor…

Neden İrlanda ve Dublin peki?

Sadece İrlanda değil biz Türkiye’de ve dünyada çeşitli örneklerle, demokratikleşme ve barış ile ilgili çeşitli ülkeler ve kentlerde çeşitli çalışmalar yaptık. Çatışmanın çözümünde yerel basının rolü, çatışmanın çözümünde ulusal basının rolü, kadının rolü, sivil toplumun rolü başlıklarıyla birçok etkinlik ve çalışma yaptık. Bu İrlanda gezimiz de bununla paralel bir çalışmaydı. İrlanda’da konunun muhatapları ile görüştük. Bu çalışmaların ülkemizde şuanda sürmekte olan barış sürecinin devamı ve çatışmasızlığın kalıcılığına yarar getirmesini umarak katkıda bulunmaya çalışıyorum. Bende 1970’li yıllardan beri Türkiye ve Dünya’da siyasi yelpazenin içerisinde bir figür olarak bulundum. Çeşitli kategorilerde çalıştım. Çatışmaların bazılarını bizzat kendim yaşadım ve bu doğrultuda gözaltılar, hapisler yattım, işkence gördüm, büyüdüm ve yaşlandım. Fakat Türkiye’de  barış halen konuşulan bir konu durumunda. Neden İrlanda peki? Çünkü İrlanda da yıllarca süren bir çatışma ortamı ve bizde yaşandığı gibi bir çatışma ortamı vardı. Tabi İrlanda’da bize göre bir fark var. İrlanda’daki bu fark etnik bir problem değil. Orada özgür olan Güney, özgür olmayan kuzeyli kardeşleri için bir mücadele içerisindeler. 700 yıl İngilizlerin sömürgesi olan İrlanda'lılar şimdi yeni kuşakların anadillerini öğrenebilmeleri için çok çeşitli yöntemler deniyorlar.  Bu uğurda orada da çok kan dökülmüş, ciddi bedeller ödenmiş ve gözyaşı dökülmüş. Bir hayırlı Cuma Anlaşması ile belli bir mesafe katedilmiş ancak yüzde 100 çözüme kavuşulmuş değil. Aradan çatışmalar yaşanmış, küçük küçük kayıplar verilmiş ve sorun tam çözüme kavuşturulamamış. Ki bu bizde de söz konusu olabiliyor. Bu örneğin ülkemize uygulanabilirliği ile ilgili deneyimlerimizi orada onlar ile paylaştık ve onlarında deneyimlerini dinledik.  Bu arada Türkiye'nin Dublin Büyükelçisi Sayın Necip Egüz’e teşekkür etmeliyim. Türkiye'den giden heyeti Rezidansında ağırlayarak bir akşam yemeği verdiler. Hoşsohbet, güleryüzlü sevecen bir bürokrat olan Sayın Egüz'den de İrlanda Barış sürecine yönelik deneyimlerinden bilgiler alma şansımız oldu. Sayın Büyükelçimiz ile birlikte benzer sorunlar yaşayan 4 ülkenin büyükelçileri ile birlikte bir yemekli toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıda da gene benzer deneyimler masaya yatırıldı.

İrlanda’da sizin en çok ilginizi çeken görüşler ve düşünceler neydi?

Bu gezide 16 yıl hapis yatmış bir gerillanın, bir STK temsilcinin söylemiş olduğu bir cümle bende kalıcı bir etki yarattı. “Vazgeçebileceği bir şeyi olmayanlar barışı gerçekleştiremezler” şeklinde bir cümle idi. Ben bu cümleden çok etkilendim. Bu söylediği bana da çok mantıklı gelmişti. Yani sıkılı yumruk ile tokalaşamazsınız. Eğer biz karşımızdaki ile tokalaşacaksak ikimizin de eli açık olmalı. Kaldı ki Koca Büyük Britanya Kraliçesi; Şu an İrlanda devlet başkanı olan eski bir gerillayı kabul ederek onunla görüştü. Bir tabu yıkılmış oldu. Bu bizim kesinlikle deneyim olarak alabileceğimiz en üst noktadır. Vazgeçebilecekleriniz vardır. Özellikle devletlerde kibir ve gurur olmamalı, ülke çıkarı olmalıdır. Biz gelecek kuşaklarımızı barış ve huzur içinde yaşatmak istiyorsak eğer; kendi halkımız hiç bir ayrım yapmadan her kesin doğuştan gelen haklarını teslim etmek zorundayız. Bir takım olumlu ifadeler ile barışa giden yol kısalabilir. Kaldı ki ülkemizde son iki yıldır uygulanan barış süreci ve çatışmasızlık gelinen nokta itibari ile barışın Türkiye’de de mümkün olduğunu, sürekli kılınabileceğini göstermiştir.

Ülkemizdeki çözüm süreci artık herkesin çok yakından bildiği ve tanıdığı bir gelişme. Hele de teknolojinin imkanları ile herşeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenir olduk. Ama kendi çözüm sürecimiz varken diğer ülkelerde yaşananlara biraz yabancı kaldık sanki. Bu yüzden diğer ülkelerin de Türkiye’deki Kürt sorununa benzer sorunlar yaşayıp bunu çözüme ulaştırması büyük bir merak aynı zamanda ilgi de uyandırıyor haliyle. Onların bizim meselemize bakışını ve bizim meselemize benzeyen o sorunlarını nasıl çözdüklerini merak ediyorum o yüzden. Dublin’le ilgili tüm herşeyi anlatması için ardı ardına soruyorum Salaz’a. O ise sabırlı bir şekilde yanıtlıyor tek tek…

İrlanda’daki o görüşmelerden sonra Türkiye için ne düşündünüz? Onların barış yolunda izledikleri adımlardan sonra şu anki çözüm süreci için ne diyebiliriz?

Biz bunu kesinlikle başarabiliriz. Her ne kadar gerilimden, kandan beslenen ırkçı, ulusalcı kesimler olsa da; bu ülkede barış isteyenlerin çoğunlukta olduğunu kolaylıkla görmekteyiz. Burada BDP ile AK Parti'nin 30 Mart seçimlerinde aldıkları oylar bunun göstergesidir. Barışı isteyen iki siyasi parti seçimden güçlü bir şekilde çıkmışlardır. En azından kaybetmemişlerdir, bu da çok iyi bir örnektir. Savaş kalkanları çalanlar da yine kaybetmiş oldular. Malum olduğu gibi hiçbir başarıyı da görmezler. Bu ülkede savaş isteyen hiç kimsenin başarılı olmaması benim tek dileğimdir. Barış isteyen her kim ise elinden tutulmalıdır ve mutlaka destek verilmedir ki bu ülkede barış için bir çivi çakılsın. Çünkü barış bizim gelecek kuşaklarımıza bırakacağımız en önemli mirastır. Bu ülke coğrafyasıyla, tarihiyle, iklimiyle, stratejik konumuyla dünyada örnek bir ülkedir. Bu ülkenin kaynakları bize ve nüfusumuzun 10 katına yeter. Savaşarak bu kaynakların heba edilmesi gelecek kuşaklarımıza ihanettir. Barışarak kaynakların insanlık, barış, kardeşlik, eğitim sağlık için harcanması bizim vazgeçilmez görevlerimizdendir.

Öyle tahmin ediyorum ki Türkiye’deki bu durumun artık farkındalar ve çok iyi de biliyorlar. Onların durumu biraz daha farklı olabilir ama onlar bu durumu nasıl görüyorlar? Onların çözüm önerileri nasıl?

Şimdi burada Cumhuriyet tarihi boyunca en uzun süre başbakanlık şansını yakalayan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlık süresince yapmış olduğu çalışmalar özellikle Kürt sorunu konusunda atmış olduğu cesur adımlar takdir ile karşılanıyor. Ancak bazı ters davranışlarına da anlam veremiyorlar, bizler de anlam veremiyoruz. Bana göre Türkiye’nin en büyük projesi barış projesidir. Demiryolu, karayolu, köprü gibi projeler çalışmalar her zaman yapılabilir. Ama barış olmadığı sürece o köprülerden, yollardan, demiryollarından hiç kimse yararlanamaz. Bu ülkede öncelikli olarak barışın olması gerekiyor. Dolayısıyla bu bilinçle de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başlatmış olduğu barış sürecinden 1’ncisi bildiğiniz gibi Oslo görüşmelerinin sabote edilmesinden dolayı sekteye uğradı. İkincisi ise Silvan'daki provokasyon ile sona erdi. Şimdi yürürlükte olan projenin baş mimarları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’dır. Bu barış gerçekleşirse Türkiye toplumu, (yani ben Kürtleri ve Türkleri ayırmadan, Türkiye toplumu diyorum) ikisini de ayakta alkışlayacaktır. Bizim ülkemizde de huzur tayin edildiğinde kavgaya, savaşa, bombaya, topa-tüfeğe para harcanmayıp, eğitime, sağlığa, işe güce, ekmeğe yatırım yapıldığı zaman herkes barışın kıymetini daha iyi anlayacaktır. Vardığımız noktanın önemini herkes daha iyi anlayacaktır.

Salaz’ın tüm cümlelerinde barış var, çözüm var. Kürt halkının yıllardır beklediği o barışa dair özlemi Salaz’ın konuşmalarından da anlamak pek mümkün… Barışa odaklanan bir ulusun çözüme yaklaşma heyecanı gözlerinden okunuyor. Üstelik tüm yaşanan olumsuzluklara ve sıkıntılara rağmen umudunu koruyor Salaz. Birilerinin üst üste provakasyonlara başvurmasına rağmen sürecin devam etmesini sevinçle dile getiriyor. Yine seçimlerde bu bölgede çözümü sürdüren iki partinin de rüştünü ıspatlamasından fazlasıyla memnun…

Geldiğimiz nokta nedir peki?

Ben akil insanların çalışmalarında da yer aldım. O çalışmalarda bir şeyi vurguluyordum. Ateş Düştüğü yeri yakar. Bu yangına bir su dökülmesini, söndürülmesini en çok biz yananlar istiyoruz. Hariçten gazel okuyanlar değil. Bu kirli savaştan çıkarı olanlar sürekli engellediler, tahrik ettiler, provoke ettiler ve bu güne gelindi. Gelinen nokta son derece iyi bir noktadır. Bizim yükümüz çok ağır ama şöyle bir örnek vereyim sizlere; İngiltere demokrasinin beşiği diye bilinen bir ülkedir. Ekonomik olarak da dünyanın 4’ncü ya da 5’nci en iyi ülkesi arasındadır,  yanı sıra Avrupa Birliği üyesidir. İrlanda’da AB üyedir. Ama buna rağmen İngiltere İrlanda ile arasındaki sorunu halen çözebilmiş değildir. Savaşa karar vermek çok basittir ama barış o kadar kolay değildir. Bu kadar gelişmiş bir ülkede bile barışı sağlıklı tesis edemiyorsunuz.  Geldiğimiz noktanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için bunları söylüyorum. Bizler bu yolda kesinlikle çok önemli mesafeler kat etmişiz. Bir sürü şeytani çalışmalara rağmen, coğrafi konumda yaşadığımız sorunlara rağmen, geri kalmışlığa rağmen İngiltere-İrlanda’yı göz önüne aldığımız zaman 10 yıl içerisinde çok iyi işler yapmış ve yol almışız. Daha birkaç yıl öncesine kadar bebek katili denilen, bölücü başı denilen, terör örgütü başı denilen PKK Lideri Abdullah Öcalan’a bugün methiyeler diziliyor, Özel ulaklarla Başbakan ile diyalog içerisinde barışı birlikte tesis ediyorlar. Kürtler de gerek 30 Mart seçimlerinde gerekse öncesinde büyük bir ağır başlı bir politika ile siyasi partilerine sahip çıktılar. Bölgede birinci parti haline getirdiler, 11 ilde belediye başkanlığı kazandılar. Bunun da 3’ü büyükşehir üstelik. Kendilerini yönetmeye yönelik çaba içerisindedir Kürt siyasi hareketi.

“Biz Kürtler barışı bu kadar istiyorsak, çözümün ortakları ‘çözeceğiz’ diyorsa barış için neyimiz eksik?” diye sormadan edemiyorum. Yaşananlar da gösteriyor ki çözüm büyük badireler atlatmış. Buna rağmen süreç devam ediyor. Arada yaşanan gerginlikler ise daha çok halka sirayet ediyor. Beni de korkutan bu gerilimleri de işin içine katarak Salaz’a soruyorum….

Sürecin bundan sonraki aşamaları nasıl olmalı peki?

Yani ben bu sürecin el bebek gül bebek, pamuklara sarılarak, çok ciddi korumaya alınarak geçmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Küçük hesaplarla bu Cumhuriyet’in en büyük projesi dediğimiz yapı zarar görmemeli. Bu bakımdan hem halkımıza duyarlılık çağrısı yapmak istiyorum hem de PKK, HDP, HDK gibi siyasi yapıların yetkililerini biraz daha üç düşünüp bir konuşmaya davet ediyorum. Devlet içindeki bazı kurum ve kuruluş temsilcilerini de barış dilini kullanmaya davet ediyorum. Eğer biz barış süreci içerisindeysek buna uygun bir üslup ile konuşulmalı. Bunu özellikle vurgulamak gerek. Saygı bu halka olacaktır, sevgi bu halka olacaktır. Biz artık olumsuzluk görmek istemiyoruz. Cumhuriyet sonrasındaki 95 yılda huzurlu bir gün yaşamamış bu insanlar artık huzurlu yaşamak istiyor. Kardeş kanı dökülsün istemiyor. Bunun acısını çok gördük çünkü. Barışın tesisi kolay değil ama görüyorum ki geldiğimiz noktada yarattığımız bu mevcut durum hiç de küçümsenecek bir mesafe değil.

Salaz’ın İrlanda’daki çözümde rol alan gerillalardan birinin çok etkilendiği o ifadesi aklıma takılıyor. Barış için birşeylerden vazgeçilmesi gerekiyorsa… Ya Türkler ve Kürtler neyden vazgeçmeli örneğin? Eğer çözüm için bir şeylerden vazgeçmek gerekiyorsa gelinen nokta için şu soruyor sormamak olmaz heralde:

İki tarafın da bir şeyden vazgeçmesi gerekiyor şeklinde bir ifadesi oldu. Sizce gelinen noktada taraflar neyden vazgeçmeli?

Bence vazgeçecek olanlar vazgeçeceklerinden vazgeçecekleri kadarından zaten vazgeçmişler! İşin doğrusu şu ki 70’li yıllarda bağımsız birleşik demokratik Kürdistan şiarıyla yola çıkan, silahlı mücadeleyi tek seçenek olarak ortaya koyan örgütlerin başında Apo’cular olarak bilinen ve sonradan partileşip PKK adını alan mevcut siyasi yapı;  önce bayrağından orak-çekiçi çıkardı,  bağımsız Kürdistan söylemi unutuldu. Şu anda demokratik bir toplumdan başka, yani Türkiye’de yaşayan Kürtlerin, bu coğrafyada yaşayan diğer vatandaşlarla eşit koşullarda yaşadığı bir toplumdan başka bir şey istemiyor. Bu bir şeylerden vazgeçildiği anlamına geliyor ve ben bunu olumlu da buluyorum. İkincisi devlet geçmişte bir takım girişimler yaptı. Rahmetli Turgut Özal döneminde başlayan bir barış süreci yaşandı ama 2 kere sekteye uğradı. Birincisinde 33 askerin PKK’nın kucağına atılması ikincisi ise 13 askerin Silvan’da öldürülmesi olayı söz konusu. Bunları düşündüğümüz zaman vazgeçmemeye yönelik ya da kaybetmemeye yönelik çaba içerisinde olan güçlerin uygulamasıydı bunlar. O dönem defalarca sabote edip barışın tesisini önlediler. Ergenekon, Balyoz ve benzeri operasyonlarla derdest edilen o zihniyetin sahibi silahlı kuvvet mensuplarının bertaraf edilmesiyle barışın mümkün olduğu ortaya çıktı. Bakınız o zamanlar devlet mantığı Kürdistan ya da Kürtler için ne diyordu: ‘Yurttaşlarımızın Irak’ta yaşayan akrabaları’ ifadesi bugün Başbakan’ın Diyarbakır’da kullandığı Kürdistan’a kadar geldi. Bu da aynı zamanda bir vazgeçişdir. Bir özeleştiridir. Tarihte Kürtlerin yaşadığı bölgeler için kullanılmış bir isimdir.     Başbakan da bunu söyledi zaten. Burası Kürtistan! Şimdi bu kaybedilenlerin kaybedildiği, vazgeçilenlerin vazgeçildiği noktadır devlet adına.

Konu sürecin devamına gelmişken PKK ve BDP kanadının şu sıralar ‘çözüm ilerlemiyor’ şeklindeki söylemleri ve KCK’nın geçtiğimiz günlerde sürecin bitmek üzere olduğu şeklinde ifadeleri soruyorum Salaz’a. Ve diyorum ki:

Bir medeniyet terbiyesinin temiz yüzü: Sadettin Özok (2) Bir medeniyet terbiyesinin temiz yüzü: Sadettin Özok (2)

PKK cephesinde adımlar halen yeterli bulunmuyor… Hatta zaman zaman sürecin sona ermeye kanı olduğu şeklinde tepkiler geliyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Her şey BDP ve PKK’nin arzu ettiği hızda gitmiyor olabilir. Benim de gönlüm istiyor ki bir an önce bitsin, barış olsun, kardeşlik olsun. Ama şaşırdığımız şeyler oluyor. Örneğin seçim öncesi Urla’da HDP’nin tabelası indirildi. Bu faşizan bir olaydır. HDP Türkiye partisidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları ile kurulmuş seçime girme yeterliği bir partidir. Ve belediye itfaiyesi çağrılarak Emniyet Müdürü’nün gözetiminde tabela indirilip yere atıldı. Buna ne Başbakan, ne içişleri bakanı çıtını çıkardı. Bunlar şu an bizi de şaşırtan şeyler. Bizim de tabi dediğim gibi büyük parçanın yani barış projesinin sekteye uğramaması için üç düşünüp bir konuşmak gibi bir takım otokontrol mekanizmaları ile bu sürece zarar vermememiz gerekiyor. Belki başbakanın seçim öncesi bir takım kendi siyasi kaygılarla bu olayları görmezden geldiği gibi bir algı oluşmuş olabilir, ama bunu konu edip yeni kavga meselesi yapmanın gereği yok.

Belki bir çok Kürdün de aklına takılan o soruyu sormadan edemeyeceğim:

Bir de hemen seçim öncesi tartışılmaya başlayan özerklik meselesi var…

Acele etmeden usul usul konuşmak gerekiyor. Karşıdakilerin hassasiyetlerini de anlamak gerekir. Bu süreçte özellikle akil insanların da dolaştığı süreçte bunu anlatmaya çalıştım. Akil insanlar Van’a geldiğinde ben Doğu Anadolu grubundaki akil insan heyetindekiler ile yaptığımız görüşmelerde de bunu söyledim. Burada yapacak fazla bir şey yok. Bölge barışa hazır. Asıl ikna edilmesi gereken batıdaki ürkek, endişeli vatandaşlar. Onların korkularını yenmelerine yardımcı olmak lazım. Onların hazırlanması bizden daha önemli. Zira 50 bin insan ölmüş diyoruz. Ortaya çıkan tabloya bir bakın. Ne kadar güvenlik görevlisi ölmüş? 5 bin. Ama ölen vatandaş sayısı 45 bin. Korucu da olsa, asker de olsa, gerilla da olsa bu bölgenin çocukları. Ve şimdi bu aileler de barış istiyor, geriye kalan milyonlarca insan da barış istiyor. Tamam, acısı yüreğinde olan insanların acısını yüreğine gömmesini istemek zordur. Onları anlamak gerekiyor, bu yüzden tarafların empati yapması gerekiyor.

Peki, o zaman gelinen noktada özerklik sürecin sona ermesinde doğru bir adım mı sizce? Özerklik ile barışa dair nasıl bir adım atılmış olur?

Şimdi özerkliği seslendirmenin biraz erken başladığı kanaatindeyim. Belki bu konu sürecin ileri safhalarında, toplum hazırken konuşulsa daha verimli olurdu. Özerklik kötü bir şey değil. Almanya 16 bölgeden oluşuyor, İngiltere 4, Amerika 50 eyaletten oluşuyor. Ve bu bu eyaletlerin tamamı özerk bir şekilde yönetiliyor. Mesele bu değil, yeter ki biz birlikte yaşama eğilimini gösterelim. Ayrı bir devlet olan Doğu Almanya Doğu Blokunun dağılmasıyla Batı Almanya ile birleşti.  Bakın bizde Kalkınma Ajansları’nın kullandığı 37 bölgeye ayrılmış bir idari yapı var. Mesela biz Van, Bitlis, Muş, Hakkari olarak TRB2 bölgesindeyiz. Buradaki çalışmalar bölgenin altyapısına ve şartlarına göre yapılanıyor. Nihayetinde buranın şartları Trakya ile aynı değil, Akdeniz ile aynı değil. Eğer gerekiyorsa daha iyi bir şeyler olacaksa bu tarz bir uygulamaya gidilebilir. Ankara 100 yıldır hantal bir yapı ile bizi yönetiyor. En ufak bir çalışma için Ankara’nın izni gerekiyor. Örneğin Ankara'da çalışan bir bürokrat hiç görmediği Uludere için kafadan karar veriyor. Bu toplum böyle daha fazla gidemez? Biz bölünmeme korkusuyla bölüneceğiz o yüzden. Niye bölünelim ki? Derdimiz ne? Bizim demokratik hak ve özgürlüklerimizi tanımak bu ülkeyi bölecek mi? Ama şimdi devlet kendi kurduğu televizyonda tüm programları Kürtçe yapıyor. Bölündük mü? 4 üniversitede şu anda Kürtçe dili ve edebiyatı bölümleri var bölündük mü? Sorun bu. Bu ülke kendine pranga olan bu korkularından kurtuldukça barışa, özgürlüğe ve kalkınmaya, müreffeh bir toplum olmaya yol alacak. Eğer bunun için Kadri Salaz’ın canı gerekiyorsa vermeye hazırım. Bu ülkenin çözülebilecek çok küçük sorunları kaldı. Bunların da çözülmemesi için hiçbir sebep yok.

Konuyu bitirmeden önce yine Dublin’e dönüyorum. Dublin genelinde Türkiye özelinde yine çözüme dair birşeyler duymak istiyorum Salaz’dan. “Heybenizde Dublin’den getirip de Türkiye’deki sürece katakacak neyiniz var?” diyorum Salaz’a…

Söyleşimizi tamamlarken Dublin ziyaretini de işin içine katarak sizce barışa ne kadar yakınız. Barışın neresindeyiz? Bundan sonraki süreçle ilgili öngörünüz nedir?

2 yıl önce bu soruyu sorsaydınız farklı cevap verirdim. Ama şu anki mevcut durumun bana gösterdiği barışın mümkün olduğudur. Hepimizde böyle bir kanaat oluştu şimdi. Geriye dönüp baktığımızda ne aptalca sebeplerle ne ölümler yaşatmışız insanlarımıza. Belki bugünkü idrak olsaydı 20 yıl önce bu ölümler olmayacaktı. Belki 1980 darbesi olmamış olsaydı Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda adımlar atılsaydı biz şu an İrlanda’ya, İngiltere’ye burnumuzun ucu ile bakacaktık. Bakıyorum yüzde 120 enflasyonlardan yüzde 10’un altına düşen bir ülkede yaşıyoruz. Çok refah olmasa da 12-13 yıldır kriz yaşamayan, kaos altında olmayan bir dönem geçiriyoruz. Hiç olmasa daha iyi diyebileceğimiz bir süreçten geçiyoruz. Bu noktada bu hükümetin de hakkını vermek iyi puanları hanesine yazmak gerekiyor. Yani yine istikrar bozulmadı. Bu yaşananlara rağmen gemiyi ayakta tutmak bir başarı. Asıl başarı bence bu süreçten sonra yaşanacak olan demokratikleşme yolunda atılacak adımları sağlayacak olanlardır. Onu başarırsak barışa her gün bir adım daha yaklaşacağız. Şu an işin omurgası çatılmış durumda. Biz şu anda geminin omurgasını çattık ve bu gemi yapılabilir durumda. Ben barış için umutluyum, barışa yakınız diye düşünüyorum. O yüzden sağlanması için büyük çabalar verilen ve nihayet kucaklaşmayı arzuladığımız bu barışın mimarlarına bir kez daha teşekkür ediyorum.

Pek keyif aldığım ve her cümlesini dikkatle dinlediğim söyleşiyi bitirmek istemesem de okuyucuyu çok sıkmadan bitirmek istiyorum. “Barış için gerekirse canımı veririm” diyen Salaz ve onun gibi barış mücadelesinde görünmeyen barış elçilerinin her sözü, her eylemi büyük önem arzediyor. Olayın devlet düzeyinde çözülmesinin yanında aydın bir bakış açısıyla idare edilmesi süreci ve barışı daha anlamlı ve kalıcı kılacak burası muhakkak. O yüzden hem DPI hem de akil insanlar hem de barışa katkı sunan bu tür oluşumların tüm girişimleri önemli. Biz bunun önemini vurgulamak için çaldık Salaz’ın kapısını. Barışa vesile olanların eylemlerinin ses bulmasında vesile olmak için… Biz ona teşekkür ediyoruz o da Dublin’deki görüşme ekibinde yer alan Diyarbakır Özgür Haber Gazetesi yazarı Sedat Yurttaş’a teşekkür ediyor. Yurttaş o geziyi gazetesindeki köşesinde sıcağı sıcağına yazıp yorumlamış. Detay için onun yazdıklarını da okuma önerisini de yapıyor Salaz. Bize ve okuyucularımıza. Salaz ve onun gibi binler ve milyonlarca barış elçisine teşekkürler.


 

Editör: TE Bilisim