Oldum olası “trend” lerden hoşlanmadım. Bir şey moda olduğu için dillerde, evlerde hayat buluyor ise o dönemin demode kişiliği olmayı tercih ettim.

           Isınamadığım, beri durduğum, bugünlerin modası; sade yaşam, minimalizm… İslam coğrafyasında “dua” edince huzur bulup şifalanan elleri, “yoga” yapmak için semaya kaldıran hangi güç ise; yine bu coğrafyada,  özü zaten iktisat olan, kanaat olan bir dinin mensuplarını “minimalizm” denen bir uçurumun kenarına getirip bırakan da aynı güçten başkası değil.

           Bana göre “sade yaşam” veya ağızdan ağıza dolaşan diğer ismiyle “minimalizm” yine Kapitalizm’in arka bahçesi. Bundan beş on yıl öncesine kadar evlenen veya tüm evlenecek olanların zihnine derç edilen; evlerinizi dayalı, döşeli, varaklı, saçaklı şekilde kurun telkinleri, bugün bambaşka bir boyuta evriliyor.    

           Kafamda deli sorula var mesela. Dün, bu evler dayanıp döşenirken; pembik gelinin düzeni, şahşahalı Ayşe’nin gold aşkı tüm bekar kızların hayallerini süslerken minimalizmin bugün sahaya çıkan sultanları, o gün neredeydi acaba?

           Çok değil, üç beş yıl önce işte… İslam ahlakının gereklerini unutmuşçasına ölünceye kadar ödemek zorunda kalacakları  kredilerle yapılan bol gösterişli düğünler… Zafer sarhoşu çıtı pıtı gelinler… Eli cebinde, cebindeki ise firarda damatlar… Ah, bu acıklı filmin figüranı damatlar… Bitmeyen ihtiyaçların yegane bekçisi damatlar… Peki ya kurulan bu yuvadaki dişi kuşların ahvali? Koltuklarının yanına, duvarının rengine uyum sağlıyor diye üçer beşer alınan renk renk, çeşit çeşit pufların temizliği için harcanan vakitleri… Ve yine aynı pufların  kenarlarındaki oyukların tozunu almak için incinen nazenin elleri… Dolaplara sığdıramadıkları bir giyimlik kıyafetleriyle imtihanları, rutubetten sararmaya yüz tutmuş mühimmat odasında saklanan milyarlık gelinlikleri…

            Dündü bunlar… Ama dünde kaldı. Dünün projesi buydu. Bugünün projesi ise bu; sade yaşam, minimalizm. Şimdi tüm bu servet harcanılan ıvır zıvırları evden çıkarma vakti. Aaaa israf mı? O da neymiş? Dün “al, al,al” diye telkin veren tasarı, bugün “at, at, at” diye baskı yapıyor. İsraf kimin umrunda? Mühim olan bu afilli akımların büyüsü değil mi? Ah be dünün ele avuca sığmayan, trend gelini, ponçik gelini; aklını kaybedercesine kapının önüne bıraktıkların şimdi günlük hayatında dahi seni mağdur edecek boyuta getirdi. Ama minimalizm işte… Bu ismin havası mağdur değil, mağrur dolaştırıyor seni. Dün gibi bugün de uçurumun kenarındasın… Dönüp kendi dinine, kültürüne bakmadığın için hezeyandasın… Baksaydın aşırılıkların rahatlık vermediğini, her şeyin makul olanında huzur bulunabileceğini görecektin… Sadelik bizim güzel dinimizde hep yok muydu? Dün de vardı, bugün de. İhtiyaç ile yetinmeye, sadeliğe, mütevaziliğe biz zaten “sünnet” diye sarılmıyor muyduk? Ya da öyle olması gerekmiyor muydu? Fakat olmaaaaz. “Sünnet” dersem utanılacak şey, “minimalizm “ dersem havasından geçilmeyecek şey olur!

               Demem o ki, bu yeni olgu, yeni akım da müminin kimliğiydi zaten. Mümin odur ki; yer içer fakat israf etmez. ( Araf Suresi -31. Ayet) Herhangi yeni bir yaşam stiline de ihtiyacı yoktur müminin. “İzm”lerin dayattığını değil, Sünnet-i Seniyeyi yaşar ve tavsiye eder. Ne ifrat ne tefrit. Mümin orta yolun yolcusudur.