Daha önceleri kaleme aldığım Azot sarhoşluğu isimli bir öyküm vardı. Yüksek ateş ya da su altı dalgıçlarının yaşadığı bir sorunsal durumu anlatıyordu. Bu durumu yaşayan kişiler  bilinçsiz şekilde  halüsinasyon  görüyor ya da sayıklıyorlar.27 Aralık günü Van'dan Konya'ya geldim. Malum son tren kazasından ders çıkarmış (!) Olacağız ki normalde 1saat 55 dakika süren sefer, yaklaşık 2saat 35 dakika sürdü. Üstelik soğuk vagonlarda (!) Ve muhteşem mimariye sahip Ankara tren garında iki buçuk saat treni beklerken aldığımız bol oksijenli soğuk hava ve yetersiz ısınma da cabası (!) Aynı gece Konya'da özel bir hastanenin acil servisinde yediğim iğneler ve arka arkaya içilen antibiyotikler sayesinde biraz olsun vücut direncim yerine geldi.İki gün boyunca ateşim hep 39-40 dereceydi. Bu yaşlarda yüksek ateşin önemini yaşayan biri olarak sürekli şunu sayıkladım. " Allah düşmanıma vermesin. " 48 saat aralıksız uyku halindeydim. Sürekli sayıklıyor ve iniltilerimle odayı yıkıyordum. 3 günde 2 ayrı acil servise giderek 3 farklı tedavi gördüm. Bu sürede benim burada olmam için büyük güzellik yapan arkadaşlarıma ise maalesef zaman ayıramadım. (Kendilerinden sonsuz kere özür

 diliyorum) Kendimi biraz olsun iyi htiğim şu anda yazdığım yazımın asıl amacı ve gerekçesine gelelim:
- Tokken açlığın 
- Zenginken fakirliğin
- Sağlıklıyken hastalığın


NE OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUZ.


Karnımız tokken açları, sıcak yuvamızda ailemizle otururken sokakta yaşayan insan ya da hayvanları, Sağlıklıyken şifa bekleyen hastaları biraz olsun düşünsek... Yardım etmesi bile sadece düşünüyor olmak  bizi en azından vicdanlı kişiler yapar. Zannediyorum böyle insanlar da toplumu güzelleştirir. Acaba öldüğümüzde tabutumuzun arkasında kaç kişi yürüyecek? Ben ara ara bu soruyu kendime hep sorarım. Biraz iyi niyet, biraz vicdan arkamızdan okunacak dua ya da söylenecek bir güzel söz değil midir? 
Sondan bir önceki söz: 
Ortalıkta fena salgın var. Sakın hastalanmayın. Eğer olursanız da yazdıklarımı düşünün... Biraz vicdan, biraz iyi niyet..
Son söz: 2 Ocak günü Van'a geri döndüm. Ayağımın tozuyla havaalanından iner inmez Bölge Hastanesi'nin acil servisine iğnemi yaptırmak için gittim. Saat:16.45. Uzun kuyruktan sonra bana verilen kâğıtta yazan yeşil çizgiyi takip ederek muayene olacağım yere geldim. Etrafı insanlarla dolu bir görevliye ikinci kez onaylatma işlemini yaptıktan sonra beni yönlendirdiği yere doğru gittim. Koridorun tam ortasında yan yana iki masa, masada üç nöbetçi doktor; kadın, yaşlı, erkek, çocuk, kanamalı , kanamasız demeden muayene yapıyorlar. İlk başta acaba şaka mı yapılıyor derken işin ciddiyetini sıra bana gelince anladım. Odası olmadan oturdukları yerden arka arkaya sıradaki insanları neyin var diyerek muayeneleri başlatan doktorlar, tedaviye göre sizleri yönlendiriyor. Bana takılacak serum için üçüncü kez girdiğim sıranın çabuk geldiğine tam sevinirken hemşire hanım, boş bulduğun yere geç deyince bir duraksadım. Resmen tedavi olabilmek için yarışıyordum. Yatağı olmayan bir sedyede serumum takıldı. Bu esnada yerleri anlatamam size. Yapılmış boş enjektörler, kan damlaları, kanlı pamuk kar, kağıtlar vs.... Tam bunlara içimden kızarken " Çay var, kahve var" diye yattığım yerin perdesini aralayan bir esnafla (!) karşılaştım. Yok dedim bu kadar da olmaz ama maalesef gerçekti. Müşahede odası içinde çay, kahve satan bir esnaf..... 
Özet: 
Bizler yaratılmışların en akıllılarıyız. Hizmetin de en iyisine layığız. Ama Bölge Hastanesi bende hep sınıfta kalıyor. Personel azlığı, bilinçsiz yerleşim planı ve sıfır hijyen.... Yazık oradaki insanlara.... 
Haaaaa tabiki de hastanenin sitesine aynı şikayetlerimi yazdım. İnşallah görüle, ders çıkartıla....
Sağlıcakla kalın efendim....