‘‘ Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır 

    Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır 
    Hep suç bende değil ya beni de yakıp yıkan bir nazar vardır 
    Sakın kader deme kaderin de üstünde bir kader vardır 
    Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır 
    Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır 
    Senden hiçbir zaman ümidimi kesmedim

    Kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır 
    Sevgili, En sevgili, Ey Sevgili … ‘’
   

Son zamanlarda çok sık dillerde olan Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’in Kongre’de okumasıyla daha da açığa çıkan ve bilinilirliği artan bu şiir parçası Sezai Karakoç’un Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine şiirin son kısımları. Pek çok kişi Sevgili şiiri diye biliyor ama aslında şiirin başlığı bu. Divan Edebiyatında Peygambere yazılan şiirlere naat denir. Bu şiir de Üstad’ın Efendimize atfen yazdığı bir naat. Sürgün Ülke olarak şair bu dünyayı kastediyor Başkentler Başkenti ise Efendimizin olduğu yer, kendisini efendimizden ayrı bir yerde sürgünde olduğunu söyleyen şair Efendimizin olduğu yere başkentler başkentine sesleniyor şiirinde.

 

Bir şairi tanımanın en iyi yolu onun şiirini çok iyi okuyup analiz etmekten geçer. Şiir ki şairin aynasıdır. Şiirlerinin dünyasına girildikçe şairin ruh dünyası da çözümlenmeye başlar ve şairi tanıma, dize dize gerçekleşmiş olur.

 

Şairliğinin yanında mücadele insanı olma gibi bir görevi de üstlenmişse kişi, işte o zaman şiirlerinin yanında onun düşünce dünyasına, mücadele alanına da girmek gerekir.

Edebiyat tarihimizin son yüz yıllık akışı içerisinde yerli düşüncenin en önemli sözcüleri olarak toplumu aydınlatan Mehmet Akif Ersoy, Peyami Safa, Cemil Meriç, Necip Fazıl Kısakürek’le devam eden çizginin son temsilcisi, Sezai Karakoç’tur. Günümüzde, ülkemizin yaşayan en önemli düşünür ve şairlerinden birisidir. Durdurulan, önü kesilen bir medeniyetin, bu durduruluşunun insanlık için hangi acı ve yıkımlara sebep olduğunu, sahne alan yapay bir medeniyetin, diğer tüm yerel hayat tarzlarını yok ederek, kendi hayat biçimini dayatıp sömürüsünü sürdürdüğünü, bu uğursuz çarkın kırılmasının yolunun da, durdurulan medeniyetin yeniden harekete geçirilerek insanlığı aydınlığa çıkaracağını savunur. Ve bu mücadelenin adını Diriliş olarak koyar.

 

Sezai Karakoç çok mütevazı bir insandır. Fotoğraf vermez, televizyon programlarına çıkmaz, röportaj isteklerini (iki istisna dışında) kabul etmez. Kendisinden bahsedildiğinde sıkılan, kendi alışverişini yapan, devamlı müşterisi olduğu lokantada kim olduğu anlaşılarak ayrıcalıklı davranıldığında, oraya bir daha uğramayan, enflasyonun çok yüksek seyrettiği yıllarda kirada kaldığı evin kirasını, (ev sahibinin itirazına rağmen) üç ayda bir artıran bir ahlak anıtıdır. Yemeklerden arta kalan şeyleri paketleyip sokakta kedilere ikram eden, yolda arabaların ezdiği kedilerin ardından,

“Kim öğretecek kedilere trafik bilgilerini
  ki canlarıyla ödemekteler karşıdan karşıya geçmeyi”

 diyen bir ince ruhtur Sezai Karakoç.

 

Peki Üstad’ ın eserlerini nasıl okumalıyız ? Sezai Karakoç’un ‘Gün Doğmadan’ adıyla tek ciltte toplanan şiir kitapları, aslında doğru okuma sırasını da gösteriyor. Bu sıralama “Şahdamar (Sesler/Körfez” üçlemesiyle “Hızırla Kırk Saat/Taha’nın Kitabı/Gül Muştusu üçlemesini karşılaştırmak, aralarındaki uzaklıktan çok yakınlıkları, ilginç benzerlikleri keşfetmek bakımından da yararlı olabilir. En başta ne okunması gerekiyor diye sorarsanız da “Mona Rosa” derim, çünkü o şiirin gençleri hem şiire, hem de Sezai Karakoç şiirine yakınlaştıracak bir şiir olduğunu düşünüyorum. Üstadı okumak isteyenlerin beğenileri, birikimleri ve ilgileri bakımından çeşitli tercihler/sıralamalar da yapılabilir. İsteyenler öncü bir mütefekkir ve dava adamı olarak Sezai Karakoç’un önce düşünce eserlerini bir bütün halinde okunup özümsemeli, sonrasında da şiirine geçebilir. Yeni başlayanlar için ise Diriliş Neslinin Amentüsü veya İslam’ın Dirilişi adlı eserlerden biri ile başlanıp, İnsanlığın Dirilişi, Yitik Cennet ve Sütun ile devam etmesi önerilebilir