CENGİZ ÇANDAR / RADİKAL

Bugün (15 Şubat) Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildiği günün 16. yıldönümü. Belkemiğini Türkiyeli Kürtlerin oluşturduğu Kürt siyasi hareketi bakımından özel bir gün. Nitekim, Kürt siyasi hareketinin dilinde olayın adı “15 Şubat uluslararası komplosu.”

Abdullah Öcalan, Türkiye’nin yakın geçmişi ve yakın geleceği bakımından çok önemli bir şahsiyet. Bundan 16 yıl önce yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde, bugün olduğundan çok daha az güçlüydü. Devletin ve kamuoyunun çok büyük bölümünün nezdinde “terör örgütü” olan PKK’nin lideri idi. Daha ötesi söylenmezdi.

Bugün itibarıyla, 16 yıl öncesinin çok ötesine geçmiş bir gücü ifade ediyor. Örgütünün mensupları ve taraftarları ondan “Kürt Halk Önderi” olarak söz ediyorlar. Örgütün yönetici kadroları için “Önder Apo” veya diğer kadrolarla birlikte kullanılan sıfatı ile “Önderlik” ya da yasal alanda faaliyet gösteren aktivistler için kimliklerini vurgulama vesilesi olan deyiş ile “Sayın Öcalan”.

Türkiye’nin yakın geçmişinde öyle önemli bir rol oynadı ki, hakkında idam cezası verilmiş olmasına rağmen, ceza uygulanamadı ve kaldırıldı.

1999 yılı sonunda AB Helsinki Zirvesi, Türkiye’yi “aday üye” ilân etti. Bu durumda idam cezasının kalkması zorunluluk haline geldi. Yine de, idam cezasının kaldırılmasında en büyük payın Abdullah Öcalan’la ilgili gelişmeler olduğu da bir gerçek...

Türk “üniter ulus-devleti” için, Öcalan’a dair gelişmelerle ilgili olarak idam cezasını kaldırmasını kompanse etmenin yolu, onun “ağırlaştırılmış ömür boyu” hapis ile cezalandırılmasından geçiyordu. Öyle de yapıldı. Ama buna paralel olarak da, resmi çevrelerde, milliyetçi zeminlerde ve hatta “merkez medya”da Öcalan’dan “bebek katili”, “bölücübaşı”, “teröristbaşı” vs. gibi aşağılayıcı sıfatlarla söz edildi. Kendisine “Sayın Öcalan” diye hitap etmek suç sayıldı.

Bugün, yakalanıp Türkiye’ye getirilişinin 16. yıldönümünde öyle bir noktaya gelindi ki, uzunca bir süredir bu çirkin ve aşağılayıcı sıfatlardan hiçbiri işitilmiyor. Öcalan, tam tersine, iki yıldan biraz fazla bir süre önce başlatılmış olan“Çözüm Süreci”nin ayakta kalmasının, devamının ve başarıya ulaşmasının en önemli dayanağı haline gelmiş vaziyette.

“Çözüm Süreci”, Tayyip Erdoğan ve AKP’si için iktidarlarını sürdürmelerinin başlıca kozu muamelesi görüyor ve bunun “çifte anahtarı”ndan biri de Abdullah Öcalan’ın elinde.

“İhtiyaç karşılaştırılması” yapılırsa, sanki Erdoğan ve AKP, “ağırlaştırılmış ömür boyu hapis hükümlüsü”, yani cezaevinde can vermesi kararlaştırılmış sayılan Abdullah Öcalan’a, onun onlara olduğundan daha fazla muhtaç ve bağımlı durumda.

Bu nedenle, bir süredir ince bir oyun oynanıyor. İktidar çevreleri ve yandaşlarından HDP’ye ve Kandil’e her türlü hakareti yapmak serbest. PKK’ya ilişkin olarak “terörist örgüt” şeklindeki niteleme sıfatında bir değişiklik yok. Ama, Abdullah Öcalan’dan söz edilirken, ona saygıda kusur edilmiyor. Hatta ne zaman iktidarın başı sıkışsa, ondan medet umuluyor; devreye o sokuluyor. “Kamu düzeni”nin onun sayesinde sağlanmasına çalışılıyor.

Bu öyle bir hal aldı ki, Abdullah Öcalan, Abdullah Öcalan olmaktan çıkıp, adeta AKP’nin elinde “joker” olarak tuttuğu bir “kart” görüntüsü vermeye başladı.

Bu nedenle geçen hafta bu köşede yer alan yazımda Diyarbakır kaynaklı şu değerlendirmeye yer vermiştim: “İktidar Öcalan kartını çok hor kullanıyor ve kontörler bitme sinyali veriyor... Sanki Kandil ve HDP yaramaz çocuk ve Öcalan da onların kulaklarını bükmek için habire devreye sokulan öğretmen.”

15 Şubat ile birlikte ve günler 21 Mart’a yani Newroz’a yaklaşırken, hem iktidar çevrelerindeki bu eğilim iyice arttı ve hem de gerçekten yoğun bir faaliyet söz konusu. 15 Şubat-21 Mart arası yaşanacaklar, 7 Haziran seçimleri ve sonuçları bakımından ‘belirleyici” önemde olabilir.

Kısa bir süre önce “güvenilir” bir kaynaktan aldığım bir bilgiye göre, Tayyip Erdoğan’ın istediği türden başkanlık sistemine imkan verecek anayasa değişikliğine dair taahhütler karşılığında, Kandil’den Sabri Ok ve Muzaffer Ayata’nın da katılımıyla bir “heyet”in oluşturulması ve böylece müzakerelere başlanması, İmralı’da Öcalan’a sekretarya tahsis edilerek, dışarıdan gidiş-gelişlere açık bir tür “ev hapsi”ne geçiş sağlanması bekleniyor.

Bu nedenle, MİT tarafından düzenli olarak bilgilendirildiği bilinen ve kamuoyunu yönlendirme işini iki yıldır sürdüren, iktidara yakın isimlerden biri, birkaç gün önce “30 yıldır görülmemiş gelişmelerin açıklanmasına çok yakınız. Bugüne kadar atılmamış radikallikte adımlar atılacak” şeklinde bir açıklama yapınca, zihnimde “acaba benim duyduklarıma benzer şeyler gerçekten olacak mı?” sorusu uyandı.

Bu arada, Hürriyet’te “Çözüm metni Kandil’e gönderildi. Erdoğan, onay verirse açıklanacak” başlıklı ilginç bir haber yayımlandı. Hatta, söz konusu metin, 15 Şubat’ta açıklanacakmış ama “bir de Kandil görsün” denmiş, o yüzden 15 Şubat’a yetişmemiş. Hükümet, AKP’liler ve HDP’liler, üzerinde anlaşılmış bir “ortak metni” hep birlikte katılacakları bir basın toplantısında açıklayacaklarmış.

Habertürk gazetesinde bir “devlet kaynağı”nın verdiği bilgi üzerine yayımlanan bir başka yazıya göre ise, Öcalan’ın, yanına bazı devlet yetkililerini de alarak, sesli ve görüntülü olarak bizzat kendisinin yapacağı bir açıklamayla“tahkim edilmiş ateşkes” durumunu, hatta bunun da ötesinde, “Türkiye’ye karşı silahların susturulduğunu” açıklaması bekleniyor.

Söz konusu yazıya göre,”Bu açıklamada Öcalan, Türkiye’ye karşı silahsızlanma garantisine karşılık devletin de kendileriyle ‘resmen müzakere başlattığını’ ilan edecek. Buna bağlı olarak devletin, müzakerelerin gidişatını olumlu yönde etkileyecek olan yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler, eve dönüşü kolaylaştıran yasal çalışmalar, hasta mahkûmların serbest bırakılması, izleme kurulu oluşturulması, İmralı’ya yeni mahkûmların Öcalan’a yardımcı olarak gönderilmesi gibi somut adımlar atacağını ihtiva eden bir belgenin taraflarca imzalanmış olduğunu da duyuracak.”

Televizyon kanallarında ya da gazetelerde bu haberler yayımlanır ve yayılırken, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Newroz’da Öcalan’ın bir mesaj yayınlayacağı tartışması ne İmralı’da ne de Ankara’da yapılmadı. Bu nereden çıktı bilmiyorum” dedi. Bir yandan da, “İç Güvenlik Paketi”ne ilişkin uyarıda bulundu: “İç Güvenlik Paketi müzakere sürecinin önünde ciddi bir bariyer oluşturuyor. Pazarlık konusu yapmıyoruz ama barış ve müzakere sürecini dinamitleyecek kadar tehlikelidir”.

Hükümete sorarsanız, “gelinen noktada”, “top karşı tarafta”; hükümet için “karşı taraf” İmralı değil, HDP ve Kandil. Selahattin Demirtaş’a sorarsanız, “hükümet müzakerelerin başlamasının önündeki tek engel…”

Hangisi doğru? Bir başka deyimle, “Neredeyiz? Nerede duruyoruz?”

İktidarından HDP heyetine, MİT’e ve onun yönlendirdiği kişilere kadar, böylesine çok sayıda ve farklı unsur Abdullah Öcalan namına konuşursa, olacağı birbirini tutmayan bir sürü haber ve yorumla karşılaşırız.

“Neredeyiz?” sorusunu doğru cevaplayabilecek tek kişi Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Türkiye’nin 16 yıl sonra 15 Şubat’ta geldiği nokta işte budur…

Editör: TE Bilisim