AKP-Cemaat çatışmasında tavrını ve desteğini Cemaatten yana yapan ABD'nin bu hareketi AKP'yi gittikçe ANAP'laştırıyor. AKP'nin kuruluş ve dizayn edilişinin temeli tam olarak anlaşılmayınca bu güne kadar nasıl geldiği ve bugün ortaya çıkan durumu kavramak pek olası değildir. Yerel seçimlere az bir zamanın kaldığı bu süreçte Cemaati hedef tahtasına koyan AKP, yapılan yolsuzluk-rüşvet olaylarının üstünü kapatmak ve hiç gündeme getirmemesi iktidarda bocalamanın sendromunu yaşamaktadır. Bu meseleyi art arda birkaç yazı ile okuyucularıma sunmak istiyorum. Birinci yazım nasıl kurulduğu ve hangi mirası inkar ederek ABD tarafından iktidar olduğu üzere olacaktır.

Bakalım ABD tarafından desteklenip dizayn edilen AKP iktidara nasıl geldi...

AKP'nin gömleğini çıkarıp içinden çıktığı Milli Görüş 1969 yılında Erbakan ile başlayan siyasi bir hareket olarak ortaya çıktı. Milli Görüş; Osmanlı devletinin yıkılması neticesinde kendisinden miras kalan topraklar üzerinde sınırlarla birbirinden ayrılan ve batı emperyalizminin hayat standardlarına göre dizayn edilen yeni batı uydusu devletler yerine kendi köklü ve öz medeniyetlerine dönebilme çabaları ile donatılmış bir istemle ortaya çıktı.

Milli Görüş olarak adlandırılan bu siyasi oluşum, Milli Nizam Partisi olarak 1969 yılında kuruldu.Görüşleri sistem ile hiç örtüşmeyen bu siyasi hareket, sisteme tarafından tehlikeli bulunan bu parti çok kısa bir süre içinde kapatıldı. Daha sonra kurulan MSP çeşitli koalisyonlarla iktidar ortağı olarak siyasi yoluna devam ederek taban tutmaya başladı. 1980 askeri darbe sonucunda kapatılan parti, Refah Partisi olarak yoluna devam etti. 1996'da DYP ile ortak olarak birinci parti olma avantajı ile Erbakan başbakan koltuğuna oturdu.

Erbakan, iktidar olmadan önce 1993 yılında araştırmacı-yazar Aytunç Altındal ile yapmış olduğu bir söyleşide özetle şunları söylüyordu: "Bu güne kadar bizi engellemeye çalışan bazı güçler bizim önümüzü açarak iktidara getirmek istiyorlar. Biz iktidara geldikten sonra da bizi iktidarda perişen etmeyi düşünüyorlar. Bize iş yaptırmayacaklar, önümüze akıl almaz engeller çıkaracaklar. Atacağımız her adımda bizi sabote etmeyi düşünecekler. Hangi soruna el atsak, çözümü yokuşa sürüp, çok kısa zamanda bizleri iktidarda beceriksiz davranmış olmakla suçlayacaklar. İşte Müslümanlar ne kadar başarısızlar, görün diyecekler... Ama biz Allah'a güveniyoruz." diyerek meseleyi iktidara gelmezden üç yıl önce görebilmişti. (23-24 Aralık 1993 Yeni Günaydın)

İktidar ortağı ve ilk defa başbakan olarak göreve başlayan Erbakan, işin vehametini, siyonizmin oyunlarını ve ABD'nin müdaheleci olma tavrını iyi bilen biri olarak işi sıkı tutmaya ve onların düşünemiyeceği projeleri hayata geçirme yoluna gitti. Bu projelerinden birincisi olan D-8, İslâm dünyasını yan yana getirebilmek, ekonomik alanda atılımlar yapmak, ortak savunma ve ortak para birimine geçmek gibi hayati meselelere imza atarak bunu gerçekleştirdi. Havuz sistemi ve denk bütçe ile ülke ekonomisine yeniden hareketlilik kazandırmasının yanı sıra hazinenin para ile dolması neticesinde, bunu hak sahipleri olan işçi, memur, bağ-kurlu, dul ve yetimlere vererek iç piyasaya bir canlılık getirdi.

D-8 projesi ile karşı atağa geçerek ayaklanan ABD ve İsrail, bu oluşumun önünü kesebilmek için emrindeki bazı güçleri devreye soktu. O dönemde başlayan "İrtica geliyor, laiklik elden gidiyor" teraneleri için ve 28 Şubat'ın renkli simalarından olan İsmail Nacar o dönem için bakın 11 yıl geçtikten sonra ne diyor: "28 Şubat'ın irtica, laiklik gibi kavramlarla uzaktan yakından alakası yoktu. Laiklik gerekçeydi, bahaneydi. Erbakan'ın devre dışı bırakılması gerekiyordu. Erbakan ve kadrosu tarafından rantiyeci kesimin muslukları kesilince böyle oldu. Sebeplerinden biri bu, ikincisi, Erbakan'ın İsrail karşıtı olmasıydı. OPERASYONUN ARKASINDA, İSRAİL VARDI, uzantıları da rantiyecilerdi. 28 Şubat, dış destekle yapıldı. Erbakan'ın ekonomiye çekidüzen vermesi, şahsiyetli bir dış politikaya yönelmesi, rahatsızlık verdi."

"Türkiye'yi soyan bir takım şirketlere danışmanlık yaptılar, bazı parlak isimler. Rantiye, sömürü söz konusu olduğu zaman, daha doğrusu bu sömürü çarkına çomak sokulduğu zaman, laikliği bahane ediip harekete geçerler, bu hep aynıdır. Bugün " laiklik laiklik" diye bağıranların da bazı önde gelenleri İsrail uşağıdır." (Vakit Gazetesi 28 Şubat 2008) (Anti parantez, bu sözleri söyleyen İsmail Nacar denilen zat'ta o dönemde onların değirmenine su taşıyanlarındandı!!!!)

Erbakan'ın bu çabalarına kayıtsız kalmayan ABD ve İsrail, Erbakan'ı iktidardan indirmek için hukuk dışı ne varsa yürürlüğe koydular. O dönemde medya, üniversiteler, bir takım sivil toplum örgütleri, yargı mensupları, iktidarı orduya şikayet etme yarışına girmişlerdi. İsmail Nacar'ın tesbitine göre orduya şikayet edenleri ayağa kaldıranlar bunu İsrail'in istemi doğrultusunda yaptılarsa, bugünde aynı organizeler olagelen bütün huzursuzlukların başını çekerek, kaos ortamının devamını bugünde aynı şekilde isteyen güçler aynı güçlerdir.

Müslümanları güçle yenemeyeceğini bilen ve her dönemde içten çökertmeyi kendine meslek edinen batılı güçler, Erbakan Hoca'ya da aynı oyunu oynadılar. ABD'nin dönem büyükelçisi Morton Abromowitz, Erdoğan'la Beyoğlu ilçe başkanı olduğu dönemde görüşmelere başladığı bilinirken bunun devamını da o dönemin hızlı İslâmcısı MEHMET METİNER'in rol aldığı söyleniyordu. Mehme Metiner'in nasıl değişim gösterdiği şimdi daha iyi anlaşılıyor; entellektüellik ve demorasi teraneleri bir insanın beynini kemirdiğinde demek ki, kişi böyle değişebiliyor!

Büyükelçi ile görüşmelerine ara vermeyen Erdoğan en önemli görüşmesini 15 Ekim 1996'da belediye başkanlığı makamında gerçekleştirdi. Büyükelçi bu görüşmede Erdoğan'a "Türkiye'nin geleceği için çok önemlisiniz" dediği o dönemde basına yansıdı.

"Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan'ı, Erbakan'a tercih ederim" diyen Abromowitz, geleceğin başbakanını da böylelikle işaret ediyordu. Çünkü o dönemde başlayan ve bir şiir okumakla görevden alına Erdoğan'ı müthiş bir senaryo gereği adım adım iktidara getirebilmenin adımları atılıyordu. Erdoğan'ın okuduğu şiir, Ziya Gökalp'in yazdığı ve MEB'nın Talim ve Terbiye Kurulunun ilköğretim 4. sınıf Hayet Bilgisi kitabına konulmasına rağmen, bunu Erdoğan'ın okumasıyla siyasi hayatı bir andı bitivermesi akıllara durgunluk verebilecek bir niteliktedir ve böylesi de ancak bizim ülkemizde ortaya çıkabilecek kadar garip bir olaydı.

Hapse girmesi ile başlayan hukuk mücadelesi şeklinde geçen senaryonun tek amacı, dağdaki çobanında bir belediye başkanı şiir okudu diye içeri atılıyor olması ve bu haksızlığa karşı bir halk desteğinin sağlanması isteniyordu. Geçen sürç içinde, Erdoğan hapisten çıktı ve yapılan propağandalar neticesinde yurt çapında büyük bir destek böylece sağlanmıştı. İş kalmıştı siyasi parti kurma çabalarına. Halk arasında herkese şu belletiliyordu "Bugün Erdoğan bir parti kursa, oyumu kesinlikle ona veririm" Bu senaryo tutmuştu, artık ABD'ye seyahatler ve siyonist örgütlerle görüşme devreleri başlamıştı. Tabi ki, bu çalışmalardan halk haberdar edilmemesi gerekiyordu.

Yahudilik karşıtı güçlere karşı kurulan "Anti Defamantion League" ve kısa adı da ADL olan siyonist örgütün başı Abraham Foxman, 2001 yılında Tayyip Erdoğanla görüşek için İstanbula gelmişti. Erdoğan randevu vermesine rağmen Foxman'la görüşmekten çekinmişti. Konu Abdullah Gül'e intikal ettiğinde, Eroğanı telefonla arayan Gül, misafirin ehemmiyetini ve ADL'nin gücünü bakan olduğu dönemden bildiği için Erdoğanı ikna etmeye çalışırken, Erdoğan, Gül'e şunları söylüyordu: "Abdullah bey, bu insanların ehemmiyetini biliyorum, ancak ya buluşma basına sızar ve görüşmemiz duyulursa ben ne yaparım? Hoca'nın taifesi (Erbakan'ı kastediyor) ruhumu şeytana satmakla itham etmez mi beni?"

A.Gül ise şu cevabı veriyor: "Doğru böyle bir risk var, ama görüşme gizli tutulur. Çok çok duyulursa, yalanlar kabul etmeyiz. Bu buluşmanın dışarıya vereceği mesajlar anlamında fevkalede önemlidir." (Yenilikçi Hareket, Nasuhi Güngör s. 98-99)

Parti kurma çabalarına hız vermeye başlayan Erdoğan-Gül ikilisi, ABD ile başlayan görüşme seyahatları da o oranda çoğalıyordu. Ülke içinde de çeşitli kesimlerle irtibatlar kurularak geniş yelpazeli bir siyasi hareketin içine girilmeye çalışılıyordu. Fethullah Gülen ve Çevik Bir'in yanı sıra, general olduğu dönemde makamına güvenerek Erbakan Hoca'ya hakaret eden Tümgeneral Osman Özbek'e dahi birlikte çalışma teklifi götürüldü. Osman Özbek, kendisine birlikte çalışma teklifi hem A. Gül, hem de Erdoğan'dan ayrı ayrı geldiğini ifade ederek, aracının şimdiki Kayseri belediye başkanı Mehmet Özhaseki olduğunu bir konferansta açıkladı. Gelen aracıların "Amerika kararını verdi, Tayyip başbakan, Gül Dışişleri Bakanı olacak" diye beyanlarına olumsuz cevap verdiğini aynı konferansta açıklayarak, eğer yalan söylüyorsam Mehmet Özhaseki bani yalanlasın diyerek bir gerçeğin altını çiziyordu. (tevhidhaber.com/news_php?id=33617) (10.3.2008)

Yapılan tüm çabalar neticesinde hiç devlet yönetiminde görev almamış ve dış emperyalist güçlere karşı siyasi deneyini olmayan, sadece belediye başkanlığı yapmış ve hırslı olduğu her çabasında görülen Recep Tayyip Erdoğan'nın kurduğu AKP, 2002 seçimlerinde büyük bir halk kitlesinin desteğiyle iktidara geldi.

İkinci yazımı, iktidar olduktan sonraki süreçte yapılanları anlatmaya çalışacağım.

Selam ve dua Allah davasına çaba sarf edenleredir...

Necip YAVUZER yazdı...

Yasal Uyarı: Yayınlanan bu köşe yazısı/haberin tüm hakları Şehrivan Gazetesi'ne aittir. Bu içeriğin kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haberin/yazının bir bölümü aktif link verilerek kullanılabilir.