Radikal tam bir yıl önce bugün “kağıt” baskısına son vermiş,“dijital”leşmişti. Tam 38 yıl “kağıt” üzerinde görünmüşken, sadece “sanal alem”de görünecek şekilde ilk yazımı bir yıl önce bugün yazmıştım. Yılın “aydınlığı en uzun günü”nde yayımlanmak üzere...

Aradan bir yıl geçti. Her şeyin ne kadar hızlı aktığını ve ne çok değişiklik yaşandığını ancak bir yıl geriye dönüp baktığımızda fark edebiliriz. Örneğin, bir yıl önce IŞİD, ondan önceki bir yıl içinde hiç kimsenin aklına gelmeyecek biçimde Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u ele geçireli topu topu on gün olmuştu.

Aradan geçen zaman içinde, Suriye’de Palmyra’yı, Irak’ta ise Anbar eyaletinin merkezi Ramada’yı ele geçirdiler. Şam yakınlarından Bağdat yakınlarına kadar, Birleşik Krallık’tan (İngiltere) daha büyük bir alana hükmediyorlar.

Türkiye’de “AKP çevresi”nin -“asker”in adını kullanarak- “PYD’yi (Kürtleri) kendisinden daha tehlikeli” gördüğü vahşi-Selefi örgütün son bir yıl içinde ulaştığı nokta bu.

Bu arada IŞİD’in böylesine gelişmesi, büyümesi ve yayılmasıyla birlikte Kürtler de “tarih sahnesi”ne tarihte daha önce hiç olmayan etkili bir rol ile çıktılar. ABD için “IŞİD’le mücadele” uluslararası gündemin birinci maddesi. Bu amaçla bir “koalisyon” oluşturuldu. “Saha”da IŞİD’e karşı en etkili biçimde karşı koyan ise Kürtler.

Dolayısıyla, Kürtler, ABD ve Batı Dünyası ile “formel” olmasa bile fiilen “müttefik” konumundalar.

Suriye’de bu “rolü” oynayan silahlı güçleri YPG ve onun siyasi uzantısı görüntüsündeki PYD. YPG’nin içinde çok sayıda Türkiyeli Kürt var. Türkiye ve Suriye Kürtleri, bir bakıma, artık iç içe geçtiler.

Son bir yıl, bu “olgu”yu oluşturdu. Bir yıl içinde, “Kürtler’in Stalingrad’ı” olarak nitelenmiş olan “Kobani direnişi”yaşandı. Kobani’de, Amerikan hava desteği ile, Kürtler IŞİD’e karşı “zafer” kazandılar.

Kobani’den sonra Kürtlerin “uluslararası sistem” namına büyük zaferi, IŞİD’in geçen hafta,Türkiye-Suriye sınırındaki Tel Abyad’dan çıkartılması oldu. IŞİD, “Suriye’deki başkenti” Rakka’nın, Türkiye üzerinden gelen destek bakımından en önemli “lojistik üssü”nü kaybetti.

Son bir yıl, hatta son bir ay, hatta son bir hafta içinde geleceğimizi etkileyecek önemde böylesine gelişmeler gerçekleşti.

Bir yıl önce bu sıralarda, Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı değildi. Aradaki dönemde seçildi ve Türkiye’ye otoriter-totaliter “tek-adam-tek parti” yönetimine geçmek için öylesine zorladı ki, 7 Haziran seçimleri “cumhuriyet tarihinin en önemli seçimleri” arasında yerini alıverdi.

Türkiye’nin uluslararası kalibredeki siyasal bilimcisi Prof. Taner Timur, “7 Haziran seçim aritmetiği: Umut Tablosu? Kriz Tablosu?” başlıklı makalesinde, seçim sonuçlarının yol açtığı en çarpıcı duygulardan birini şu cümleleriyle ifade etmişti:

“7 Haziran gecesi açıklanan seçim sonuçları, bana ilk anda Amerikalı bir yazarın sözlerini anımsattı. ‘Ben’ diyordu yazar, ‘ülkemde yapılan her seçimden sonra çok seviniyorum; kazanan için değil, kaybeden için!’ Doğrusu ben de 7 Haziran gecesi aynı duygular içindeydim. Sevinçliydim; daha çok kaybeden için. Seçimleri kişisel hırsının aracı haline getirip, ‘başkanlık’ oylamasına çeviren bir diktatör taslağının yenilgisi için.”

Ve Prof.  Taner Timur’a göre Tayyip Erdoğan yönünden, “’Başkanlık Sistemi’ dediği de, parti çoğunluğuna dayanarak kurduğu dikta rejimine hukuki bir kılıf aramaktan ibaretti” ve 7 Haziran’da bu “hukuki kılıf” elde etmeyi umuyordu.

Ama “7 Haziran’da seçmenler bu çılgın gidişe ‘dur!’ dediler. Ve bu ‘dur!’ oyu ile de tüm demokratlar derin bir nefes aldı. Ne var ki, ortaya da demokratik çözüme hiç elverişli olmayan bir Meclis aritmetiği çıktı.”

Ortaya çıkan “demokratik çözüme elverişli olmayan Meclis aritmetiği”nin akla getirdiği “koalisyon seçenekleri”nden biri, malum, AKP-MHP koalisyonu. Taner Timur, bu seçeneği ele alırken şu dikkat çekici gözlemde bulunuyor: 

“... Bu iki hareketi (AKP ile MHP’yi) son yıllarda Kürt sorunu birbirine düşürmüş, adeta ‘düşman kardeşler’ haline getirmişti; oysa 7 Haziran seçimleri ile aynı sorun onları birbirine yaklaştırma potansiyeli yarattı: Bu kez ortak âir Kürtçülük düşmanlığı temelinde. Türkçü bir partinin Kürtçülük düşmanlığını açıklamak için herhalde kafa yormaya gerek yoktur; fakat yıllardır ‘çözüm süreci’ adı altında ükeye barış getireceğini iddia eden AKP’nin HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı karşısında paniğe kapılması ve bu partinin barajı aşmasının ‘felaket’ olacağını ilân etmesi nasıl açıklanabilir?”

7 Haziran seçimlerinin yapıldığı “şartlar” Taner Timur’un nitelemesiyle “Erdoğan’ın ‘süreç’ konusundaki dönüşümünü pekiştirecek bir tablo ortaya çıkarttı.”

Yani?

“Anlaşılan o ki, Türkiye Cumhurbaşkanı artık HDP’yi bir ihanet cephesi olarak algılıyor ve bunları siyaseten yok etmek için de her şeye hazır görünüyordu. Partiyi ‘hiçleştirme’ operasyonu da en kolay bir şekilde HDP’ye karşı bir AKP-MHP koalisyonu ile gerçekleşebilirdi... Kaldı ki bu formül TSK’nın en muhafazakâr unsurlarının desteğini kazanma gibi bir ‘avantaj’ da sağlayabilirdi.”

 7 Haziran’da ve Prof. Timur bu değerlendirmeyi yaptığı sırada Tel Abyad henüz IŞİD’in elinden alınmamıştı. Son bir hafta içinde meydana gelen gelişmelerden sonra, bir AKP-MHP koalisyonunun “Kürt karşıtı tutkalı”na HDP’den gayrı, daha önemli bir gerekçe olarak “Rojava’daki yeni fotoğraf” eklenmiş oluyor.

Bir AKP-MHP koalisyonu kurulacaksa, bunun “Kürt karşıtı” özelliğinin yanı sıra, Rojava’dan ötürü kaçınılmaz bir “anti-Amerikan” ve “anti-Batı” boyutu da olmak zorunda.

Türkiye’de bir “yeni Türk-İslam sentezi” veya yeni şartlarda “milliyetçi cephe” girişiminden söz edilebilir.

Meclis Başkanı’nın MHP’li olacağının, Dışişleri Bakanı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, İçişleri Bakanı olarak Murat Başesgioğlu’nun, Ekonomiden sorumlu Bakan olarak eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın isimlerinin geçtiği 8 bakanlığın MHP’ye verileceğinin ileri sürüldüğü, ilk bakışta AKP’nin kabul edemeyeceği içerikte “Bahçeli şartları”nın vurgulandığı bir AKP-MHP pazarlığı, sonuç verebilir mi?

Ahmet Davutoğlu’nun ve AKP’nin iktidarı kaybetmemek uğruna bağırlarına taş basarak, Tayyip Erdoğan’ın da 7 Haziran’da düştüğü durumdan “en az zararla çıkmak” için; MHP’nin “şartları”nı biraz yumuşatarak, kabullenmekten başka çareleri olmayabilir.

Ne var ki “reaksiyoner” karakterde, 7 Haziran sonuçlarını “tersten” okuyan ve dış dünyaya karşı “ters akıntı” olacak böyle bir koalisyonun ömrü uzun olmaz. Bu tür bir koalisyonu “uluslararası konjontür” de uzun yaşatmaz.

Bir AKP-MHP koalisyonu, ömrü Türkiye’ye tamiri çok zor hasarlar vererek, bir yılı geçemeyecek şekilde çöker.

Süleyman Demirel, “Siyasette bir hafta uzun bir süredir” derdi; bir yıl ise, çok uzun bir süre...

2019’a kalmayacak bir “erken seçim”de Erdoğan-Davutoğlu ikilisi mi, yoksa Bahçeli ve MHP’si mi silinir; yoksa hep birlikte mi silinirler; bunu yaşayarak görürüz.

CENGİZ ÇANDAR / RADİKAL

Radikal tam bir yıl önce bugün “kağıt” baskısına son vermiş,“dijital”leşmişti. Tam 38 yıl “kağıt” üzerinde görünmüşken, sadece “sanal alem”de görünecek şekilde ilk yazımı bir yıl önce bugün yazmıştım. Yılın “aydınlığı en uzun günü”nde yayımlanmak üzere...

Aradan bir yıl geçti. Her şeyin ne kadar hızlı aktığını ve ne çok değişiklik yaşandığını ancak bir yıl geriye dönüp baktığımızda fark edebiliriz. Örneğin, bir yıl önce IŞİD, ondan önceki bir yıl içinde hiç kimsenin aklına gelmeyecek biçimde Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u ele geçireli topu topu on gün olmuştu.

Aradan geçen zaman içinde, Suriye’de Palmyra’yı, Irak’ta ise Anbar eyaletinin merkezi Ramada’yı ele geçirdiler. Şam yakınlarından Bağdat yakınlarına kadar, Birleşik Krallık’tan (İngiltere) daha büyük bir alana hükmediyorlar.

Türkiye’de “AKP çevresi”nin -“asker”in adını kullanarak- “PYD’yi (Kürtleri) kendisinden daha tehlikeli” gördüğü vahşi-Selefi örgütün son bir yıl içinde ulaştığı nokta bu.

Bu arada IŞİD’in böylesine gelişmesi, büyümesi ve yayılmasıyla birlikte Kürtler de “tarih sahnesi”ne tarihte daha önce hiç olmayan etkili bir rol ile çıktılar. ABD için “IŞİD’le mücadele” uluslararası gündemin birinci maddesi. Bu amaçla bir “koalisyon” oluşturuldu. “Saha”da IŞİD’e karşı en etkili biçimde karşı koyan ise Kürtler.

Dolayısıyla, Kürtler, ABD ve Batı Dünyası ile “formel” olmasa bile fiilen “müttefik” konumundalar.

Suriye’de bu “rolü” oynayan silahlı güçleri YPG ve onun siyasi uzantısı görüntüsündeki PYD. YPG’nin içinde çok sayıda Türkiyeli Kürt var. Türkiye ve Suriye Kürtleri, bir bakıma, artık iç içe geçtiler.

Son bir yıl, bu “olgu”yu oluşturdu. Bir yıl içinde, “Kürtler’in Stalingrad’ı” olarak nitelenmiş olan “Kobani direnişi”yaşandı. Kobani’de, Amerikan hava desteği ile, Kürtler IŞİD’e karşı “zafer” kazandılar.

Kobani’den sonra Kürtlerin “uluslararası sistem” namına büyük zaferi, IŞİD’in geçen hafta,Türkiye-Suriye sınırındaki Tel Abyad’dan çıkartılması oldu. IŞİD, “Suriye’deki başkenti” Rakka’nın, Türkiye üzerinden gelen destek bakımından en önemli “lojistik üssü”nü kaybetti.

Son bir yıl, hatta son bir ay, hatta son bir hafta içinde geleceğimizi etkileyecek önemde böylesine gelişmeler gerçekleşti.

Bir yıl önce bu sıralarda, Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı değildi. Aradaki dönemde seçildi ve Türkiye’ye otoriter-totaliter “tek-adam-tek parti” yönetimine geçmek için öylesine zorladı ki, 7 Haziran seçimleri “cumhuriyet tarihinin en önemli seçimleri” arasında yerini alıverdi.

Türkiye’nin uluslararası kalibredeki siyasal bilimcisi Prof. Taner Timur, “7 Haziran seçim aritmetiği: Umut Tablosu? Kriz Tablosu?” başlıklı makalesinde, seçim sonuçlarının yol açtığı en çarpıcı duygulardan birini şu cümleleriyle ifade etmişti:

“7 Haziran gecesi açıklanan seçim sonuçları, bana ilk anda Amerikalı bir yazarın sözlerini anımsattı. ‘Ben’ diyordu yazar, ‘ülkemde yapılan her seçimden sonra çok seviniyorum; kazanan için değil, kaybeden için!’ Doğrusu ben de 7 Haziran gecesi aynı duygular içindeydim. Sevinçliydim; daha çok kaybeden için. Seçimleri kişisel hırsının aracı haline getirip, ‘başkanlık’ oylamasına çeviren bir diktatör taslağının yenilgisi için.”

Ve Prof.  Taner Timur’a göre Tayyip Erdoğan yönünden, “’Başkanlık Sistemi’ dediği de, parti çoğunluğuna dayanarak kurduğu dikta rejimine hukuki bir kılıf aramaktan ibaretti” ve 7 Haziran’da bu “hukuki kılıf” elde etmeyi umuyordu.

Ama “7 Haziran’da seçmenler bu çılgın gidişe ‘dur!’ dediler. Ve bu ‘dur!’ oyu ile de tüm demokratlar derin bir nefes aldı. Ne var ki, ortaya da demokratik çözüme hiç elverişli olmayan bir Meclis aritmetiği çıktı.”

Ortaya çıkan “demokratik çözüme elverişli olmayan Meclis aritmetiği”nin akla getirdiği “koalisyon seçenekleri”nden biri, malum, AKP-MHP koalisyonu. Taner Timur, bu seçeneği ele alırken şu dikkat çekici gözlemde bulunuyor: 

“... Bu iki hareketi (AKP ile MHP’yi) son yıllarda Kürt sorunu birbirine düşürmüş, adeta ‘düşman kardeşler’ haline getirmişti; oysa 7 Haziran seçimleri ile aynı sorun onları birbirine yaklaştırma potansiyeli yarattı: Bu kez ortak âir Kürtçülük düşmanlığı temelinde. Türkçü bir partinin Kürtçülük düşmanlığını açıklamak için herhalde kafa yormaya gerek yoktur; fakat yıllardır ‘çözüm süreci’ adı altında ükeye barış getireceğini iddia eden AKP’nin HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı karşısında paniğe kapılması ve bu partinin barajı aşmasının ‘felaket’ olacağını ilân etmesi nasıl açıklanabilir?”

7 Haziran seçimlerinin yapıldığı “şartlar” Taner Timur’un nitelemesiyle “Erdoğan’ın ‘süreç’ konusundaki dönüşümünü pekiştirecek bir tablo ortaya çıkarttı.”

Yani?

“Anlaşılan o ki, Türkiye Cumhurbaşkanı artık HDP’yi bir ihanet cephesi olarak algılıyor ve bunları siyaseten yok etmek için de her şeye hazır görünüyordu. Partiyi ‘hiçleştirme’ operasyonu da en kolay bir şekilde HDP’ye karşı bir AKP-MHP koalisyonu ile gerçekleşebilirdi... Kaldı ki bu formül TSK’nın en muhafazakâr unsurlarının desteğini kazanma gibi bir ‘avantaj’ da sağlayabilirdi.”

 7 Haziran’da ve Prof. Timur bu değerlendirmeyi yaptığı sırada Tel Abyad henüz IŞİD’in elinden alınmamıştı. Son bir hafta içinde meydana gelen gelişmelerden sonra, bir AKP-MHP koalisyonunun “Kürt karşıtı tutkalı”na HDP’den gayrı, daha önemli bir gerekçe olarak “Rojava’daki yeni fotoğraf” eklenmiş oluyor.

Bir AKP-MHP koalisyonu kurulacaksa, bunun “Kürt karşıtı” özelliğinin yanı sıra, Rojava’dan ötürü kaçınılmaz bir “anti-Amerikan” ve “anti-Batı” boyutu da olmak zorunda.

Türkiye’de bir “yeni Türk-İslam sentezi” veya yeni şartlarda “milliyetçi cephe” girişiminden söz edilebilir.

Meclis Başkanı’nın MHP’li olacağının, Dışişleri Bakanı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, İçişleri Bakanı olarak Murat Başesgioğlu’nun, Ekonomiden sorumlu Bakan olarak eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın isimlerinin geçtiği 8 bakanlığın MHP’ye verileceğinin ileri sürüldüğü, ilk bakışta AKP’nin kabul edemeyeceği içerikte “Bahçeli şartları”nın vurgulandığı bir AKP-MHP pazarlığı, sonuç verebilir mi?

Ahmet Davutoğlu’nun ve AKP’nin iktidarı kaybetmemek uğruna bağırlarına taş basarak, Tayyip Erdoğan’ın da 7 Haziran’da düştüğü durumdan “en az zararla çıkmak” için; MHP’nin “şartları”nı biraz yumuşatarak, kabullenmekten başka çareleri olmayabilir.

Ne var ki “reaksiyoner” karakterde, 7 Haziran sonuçlarını “tersten” okuyan ve dış dünyaya karşı “ters akıntı” olacak böyle bir koalisyonun ömrü uzun olmaz. Bu tür bir koalisyonu “uluslararası konjontür” de uzun yaşatmaz.

Bir AKP-MHP koalisyonu, ömrü Türkiye’ye tamiri çok zor hasarlar vererek, bir yılı geçemeyecek şekilde çöker.

Süleyman Demirel, “Siyasette bir hafta uzun bir süredir” derdi; bir yıl ise, çok uzun bir süre...

2019’a kalmayacak bir “erken seçim”de Erdoğan-Davutoğlu ikilisi mi, yoksa Bahçeli ve MHP’si mi silinir; yoksa hep birlikte mi silinirler; bunu yaşayarak görürüz.

CENGİZ ÇANDAR / RADİKAL

Editör: TE Bilisim