Sevgili Şehrivan okurları bundan sonra belli aralıklarla bu köşede ağırlıklı olarak hukuki mevzular olmakla birlikte genel itibariyle ülkemizde cereyan eden sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerle ilgili elimden geldiğince ve ufkum yettiğince sizlerle hasbihal etmeye çalışacağım.

İlk yazım olması hasebiyle bu girizgâhı yapmak istedim. Öncelikle yazacağım yazılarda hiçbir siyasi parti, oluşum, topluluk adına sanına ve yararına değil tamamen kendi vicdan terazimin doğru kabul ettiğini ve hakkın maliki olmayı hak edenin yanında olacağımı belirtmek isterim.

Ayrıca gazetemizin yönetimine huzurunuzda teşekkürü borç bilirim çünkü yazacağım yazıların ne konusuna ne de içeriğine hiçbir şekilde müdahale edilmeyeceğini belirterek yerel gazete olmasına rağmen editöryal bağımsızlık ve fikir hürriyetinin ne denli oturmuş olduğunu bu yönüyle ulusal ve uluslararası yayın yapan basına ders verecek yeterlilikte olduğunu göstermiştir.

CUMHURbaşkanı mı? cumhurBAŞKANI mı?

Öncelikle yoğun siyasi tartışmalar altında 10 Ağustos pazar günü yapılacak olan ve her yönüyle Türkiye tarihi için ilkleri doğuracak çok önemli ve radikal değişimlere gebe olan Cumhurbaşkanlığı seçimi gündemin en önemli konusu. Genel olarak değerlendirecek olursak Türkiye siyasi tarihinde her seçim dönemi yoğun siyasi tartışmalar ve ağır ithamlarla geçmiştir.

Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sancılı olmuş; rejim krizleri, laiklik elden gidiyor endişeleri, irtica hortluyor feryatları hiç eksik olmamıştır. Seçim usulü olarak ise partilerce belirlenen adaylar meclisçe seçiliyordu. Ta ki bu krizlerin zirve yaptığı; askerîn e-muhtıra verdiği siyasi tarihimize 27 Nisan Müdahalesi (Darbesi), hukuk tarihimize de 367 garabeti olarak geçen ve o dönem Ak Parti tarafından aday gösterilen Abdullah Gül'ün seçilmemesi için oluşturulan suni krize kadar usul aynıydı. Fakat bu kriz beraberinde cumhurbaşkanlığı seçim sisteminde değişiklik yapma fikrini de getirdi.

Yapılan referandum ile artık Cumhurbaşkanını halk kendisi seçecek ve eski usul olan meclisçe seçme yolu terkedilmiş oldu.

Âmâ bu yeni sistem de büyük tartışmalara sebep olacak yeni sıkıntılar getirdi, çünkü halkoyuyla seçilecek Cumhurbaşkanı siyasi olarak en az Başbakan kadar güçlü olacak, yetki bakımından da kilit rol üstlenecek imkânlarla donatılmış olduğundan muazzam bir güç ve bağımsızlık imkanı tanımış olacak.

Bu durum Başbakanın defaatle dile getirdiği ve siyasi terminolojimize de "Çift başlılık“ olarak geçen yeni bir siyasi konumu ortaya çıkardığı hepimizin malumudur.

Bu yönüyle 10 Ağustosta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin diğerlerinden farkı; seçim sonrası ortaya çıkacak ‘Rejim’ ile alakalı tartışmaları başlatması olup irtica, laiklik gibi konuları rafa kaldırmış olmasıdır. Bu sebeptendir ki adayların vaatleri de temel olarak bu konu etrafında dönmektedir.

*Sayın Başbakan; terleyen, aktif bir "cumhurBAŞKANı" olacağını, yeni Başbakan ve Bakanlar Kurulu ile daha sık temas halinde olacağını, şantiye şantiye gezeceğini belirtiyor. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere "defacto" bir BAŞKANLIK vaad ediyor.

*Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ise mevcut parlamenter sistemli durumun devamından yana olduğunu yürütmenin başındaki siyasi iktidarın işine karışmayıp aksine kolaylaştıracağını ve "CUMHURbaşkanı" olarak denge unsuru olup uyumlu çalışacağını vaat ediyor.

*Sayın Demirtaş ise genel olarak rejim krizi olarak gündemde olan iki başlılık söylemi dışında kalıp, şekli olarak nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağından çok icraatları ve yeni bir siyasi söylemiyle gündemde yer almaya çalışıyor. Genel olarak yenilik ve farklı bir siyasi söylem vaad ediyor.

* Peki, sonuçlar ne olur? Halkta karşılığı nasıl?

Tüm bunlara cevaplar sonraki yazımızda.


Müzmin Mükerrir yazdı...

Editör: TE Bilisim