Seçimler denince doğal olarak alınan sonuçlar her şeyin önüne geçer. Belki az biraz da anket şirketlerinin tahminleri üzerinde durulur. Oysa seçimler tam bir sosyoloji laboratuvarı mesabesindedir. Kendisi de bir sosyolog olan Prof. Dr. Beşir Atalay üniversitede hoca olduğu dönemlerde öğrencilerine seçimlerde iyi gözlem yapmalarını tavsiye ettiğini belirtirdi her seferinde birlikte seçim çalışmalarını yürüttüğümüz Van’da bulunduğumuz sırada. En sağlıklı sosyoloji sonuçlarını derlemenin en mümbit zemininin seçimler olduğunu vurgulardı.

Van seçimlerinde kendini en fazla hissettiren olgu hiç kuşkusuz güvenlik sorunuydu. Son operasyonlarla birlikte sağlanan güvenlik ortamını önemsemekle birlikte seçimlerin ardından yeniden kaotik ortama dönülmesi endişesi hemen herkesin yüzünden okunuyordu. Özgürlüklerden ödün vermeden kamu güvenliğinin kalıcı olarak sağlanması en büyük beklentiydi. Bize oy vereceğine yemin billah eden ama ne olur işyerimize, evimize gelmeyin, siz gittikten sonra başımıza neler gelir bilmiyoruz diyen onlarca vatandaş tanıdım.

Bu bağlamda asıl İslami STK’lar üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sıradan insanların yaşadıkları tedirginliğin aynısını onların da yaşadığını görmek beni hayrete düşürmüştü. Neticede 12 Eylül nesliyiz ve İslami gruplar içinde yer aldık. O cehennemi baskılarda dahi köşesine çekilmeyen, yılmayan günün koşullarına göre en radikal protesto eylemlerini gerçekleştirebilen İslami gruplar akıl almaz bir bedbinliğin içinde görünüyorlardı. 28 şubat sürecinin cevval İslamcıları derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi. Sokaklar PKK ve HDP gençliğine teslim edilmişti. Ne olur ne olmaz ürkekliğiyle sinen İslamcılar sokaklardan adeta çekilmişlerdi. Yetmişli seksenli yılların MSP ve Refah Partisi gençliği geleceğe dair umut olmak için hançeresini yırtarcasına sokaklara imzasını atarken onların ardılları ses tellerinin zarar görmesinden endişe eden bir naiflikte görüntü veriyordu. Neticede özellikle Van seçimlerinde anlamlı bir dönüş gerçekleştiren vatandaşın sezgisi ne yazık ki İslami STK’lara göre daha isabetli bir tavra dönüşebiliyordu.

Durum hepten kötü müydü? Elbette hayır. Düşünce bazında bir olgunluk görülebiliyordu. Hemen hemen bütün İslami STK’ların temsilcilerinin hazır bulunduğu bir toplantıda bu olgunlaşmışlık hali üzerinde bir değerlendirme yaptım ve dedim ki: Bendeniz aynı yollardan geçtim, sizin beslendiğiniz kaynaklardan beslendim. Ama bizim gençlik yıllarımızda bir tehevvür, bir fevrilik hakimdi. Sizde ise yılların getirdiği bir olgunluk hakim olmuş. Bu bakımdan İslami STK’leri bir meyve ağacına benzetiyorum. Meyveler dalında olgunlaşmış bulunuyor. Bu durumda üç ihtimal var. Bu meyveleri asıl sahipleri devşirecek ve nitelik kazandırarak dönüştürecektir. Ya da hırsızlar bağa dadanacak ve o meyveleri kaşla göz arasında toplayıp götüreceklerdir. Yahut dalında gereğinden fazla bekleyen meyveler içten içe çürüyerek bir gün pat diye yere düşecek ve kimsenin de işine yaramayacaktır. Bu arada PKK ve bileşenleri gibi Stalinist yapıların saffında yer almaya başlayan bazı İslamcı grupları örnek gösterdim. İslami cemaat ve STK’lar açısından yeni bir ruha yeni bir heyecana, en önemlisi yeni bir konsepte ihtiyaç vardır.

Yeni Türkiye’de nesiller arası çatışma değil, nesiller arası boşluk belirleyici sorun olmaya adaydır. İslami nesillerin şimdilerde sokakları terk etmişliği böyle devam ederse nesillerin devamı açısından yıkım sayılan bir boşluğa daha yol açacaktır ki asıl tehlike budur.