Ahmet Necdet Sezer ve Bülent Ecevit arasında geçen anayasa kitapçığı fırlatma olayı sonrasında çorap söküğü gibi ortaya çıkan birikmişlikleri ve sonrasında ekonomik krizle derinleşen bunalımlı dönemi unutmuş değiliz.CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in ‘bilimsel’ nitelik atfettiği ulus ve millet ayrımı üzerinden sonu etnik derecelendirmeye varan açıklamaları ise Türkiye’nin ulusalcı kesiminde temerküz etmiş olan hissiyatın en sert dışavurumu oldu. Tıpkı Sezer ve Ecevit arasındaki kitapçık fırlatma krizinde olduğu gibi, Birgül Ayman Güler’in de içindekileri kamuoyuna fırlatması, aslında uzun zamandır var olan sorunların bir krize dönüşmesinin ilk adımı oldu. Tepkilerin çığ gibi büyüdüğü bir ortamda, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan bir “ne oluyoruz kardeşim” tepkisi de beraberinde yükseliyor. Kemal Kılıçdaroğlu göreve geldiği günden bu yana CHP içinde hep bir homurdanma, hep iç meselelerden ve küçük iktidar hesaplarından kaynaklanan, az olsun ama benim olsuncu krizlerin varlığına medya üzerinden şahit oluyoruz. Partinin geçmişini gözden uzak tutmadan ulusalcı kanatla, sosyal demokrat kişilikleri bir araya getirmek kolay gözükse dahi, bugüne kadar bu farklılıkları bir arada tutmanın büyük bir başarı olduğunu gözden uzak tutmamak gerek. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’ndan partisini iktidara taşımasını bekleyen yok. Kılıçdaroğlu’na düşen CHP’yi günün koşullarına ve geleceğin beklentilerine göre, geçmişi de tamamen gözden çıkarmadan, dönüştürmekten başka bir şey değil. Öncelikle parti içerisinde bir araya getirdiği farklı düşüncedeki CHP’lilerin birbirleriyle etkileşim içinde olmalarına olanak sağlaması gerekiyor, tabii bu olmuyorsa da yoluna kararlılıkla devam edebilmeli. Son 10 yıldır CHP’ye siyaseten kesintisiz ana muhalefetlik düştüğü için, görünen o ki iktidar olmaya karşı ortaya çıkan öğrenilmiş çaresizlik haline karşı da teşkilatına dinamik bir hava katabilmeli. Genel Başkan olarak, Birgül Ayman Güler’in açıklamalarına karşı partinin ulusalcıları ve sosyal demokratları arasında sıkışıp kalmaktansa İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşülmesini dahi barış için onaylayan toplumun geniş kesiminin nereden nereye geldiğinin analizinin de çok dikkatlice yapılması gerikiyor. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na düşen Türkiye’ye katkı sunabilmek ve iktidar olmayı hayal olmaktan çıkarabilmek için sıkışıp kaldıkları hakim paradigmayı yerle bir edecek yeni söylevler ve yeni eylemler geliştirebilmek olmalı.Sözü uzatmadan CHP ve BDP arasındaki güncel benzerliğe bakmak gerek. CHP nasıl ki Türkiye’nin doğusunda sembolik olarak varsa, BDP de Türkiye’nin batısında sembolik düzeyde var. CHP’de nasıl zaman zaman milliyetçi bir dil varsa, BDP’de de aynı şekilde milliyetçi bir dil var. CHP’de nasıl zaman zaman sosyal demokrat bir dil varsa, BDP’de de aynı şekilde sosyal demokrat bir dil var. Nasıl ki her ikisinde de şahinler varsa, güvercinler de var. Coğrafya zıtlığına rağmen iki siyasi partinin pragmatik başvuru kaynakları arasında içerik farklılığı olsa da, başvurdukları siyasi eğilimler zaman zaman benzerlikler gösterebiliyor. Türkiye’de barışın yerleşmesi sadece iktidar partisine ve devlet politikalarına bırakılabilecek bir iş değil. Muhalefet çoğunluğunun söylevsel desteği önemli olmakla beraber, hala yeterli değil. Toplumun birlikteliğine ve vatanın ortaklığına sıklıkla Çanakkale ve Kurtuluş savaşı örnekleriyle sarılan iki partinin birbirinden öğreneceği çok şey var. Bir arada yaşamaya dair tüm yapay sancıları bu toplum kendi çabasıyla çözebilmişken, bir arada esenlikle yaşamanın gereklilikleri için BDP ve CHP’nin ortak çabasına ve bir arada çalışabilmeyi başarmalarına da fazlasıyla ihtiyaç var. Her şeye rağmen barışa bu kadar büyük bir şans veren bir topluma karşı, eski politikalara, ulusalcı ve ötekileştirici söylevlere ve siyasi ikbal hesaplarına öncelik veren ve dur demeyen bir CHP en fazla ana muhalefetten “ulu muhalefet”e terfi edebilir. CHP’lilerin artık Yeni CHP’ye bir şans vermesi yerinde olur. RADİKAL
Editör: TE Bilisim