Ünü ülke dışına taşmış Van kahvaltısının Van’daki en prestijli temsilcisi Bak Hele Bak, 23 Ekim depreminden sonra Ankara’ya taşındı.

 

Hatırlıyorum: Depremden birkaç gün sonra, korku, sessizlik ve acının kol gezdiği Van sokaklarının bir zamanlar en işlek olan yerinde Akut görevlilerine, doktorlara, dışardan gelen yardım kuruluşları çalışanlarına sıcacık kucağını açmıştı Bak Hele Bak. Sözünü ettiğim müşteriler dışarının amansız atmosferinden ve kendilerini çok yoran çalışma şartlarından bitkin düşmüş halde kahvaltılarını ederken yüzündeki gülümsemeyi yitirmeden nükte anlatmaya çalışan Yusuf Amcaya şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Oysa bilmedikleri bir şey vardı ve hiçbiri bunu fark edemiyordu: Yusuf Amca’nın her zamanki coşkun kişiliği gitmiş, boğazına anlattığı fıkralara rağmen bir yumru oturmuştu. Değil her cümlesinde, her kelimesinde bile bir titreme, bir boğumlanma vardı.

 

Deprem acısının tarifi olmayan tadı Yusuf Amca’nın damağına da bulaşmıştı. Bütün masaları dolaşarak herkese selam verme alışkanlığını o gün de devam ettirmiş ve en son bizim masamıza uğramıştı. Daha selama başlamadan gözleri dolarak anlatmaya başlamıştı yaşadıklarını. Onu bir tek o gün öyle kederli gördüm. 


Yaşadığı birtakım sıkıntılar- her Vanlının o dönemde maruz kaldığı zorlu şartlar- onu göçe itti. Bir süre sonra Van onlarsız kaldı. Kahvaltı sohbetinde Van’da yaşanan büyük felakette nasıl olur da işyerini açık tuttuğuna dair sert tepkiler ve eleştiriler aldığını da anlatmıştı bana. Acı acı gülmüştüm o an. İçimiz paramparçaydı o zamanlar, evet ama dışardan yığınla insanın gelerek yaralarımızı sarmak, enkaz altındaki sevdiklerimizi kurtarmak, yarınlarımız olduğuna ve güneşin tekrar doğacağına bizi inandırmak için canla başla çalıştığı Van’da onların hiç olmazsa karnını doyuracak bir tesisi açık tutmanın nasıl olur da eleştirilecek yanı olurdu?

 

O doktorların, hemşirelerin, AKUT’çuların hali bizden farklı değildi ki. Yüzlerindeki ezik ifadeye tanık oldum o gün. Kendime, Van’a, Erciş’e acıdığım kadar- her nedense- Yusuf Amca’nın yerinde gördüğüm o çalışanlara da acıyarak bakmıştım. Onları sabahın sessiz saatinde ıssız Van sokaklarının acımasız havasından çekip o sıcacık köşede kahvaltıya doyurmanın neresi eleştiri hak eder ki? Egoist yapımızın şu bir türlü yenemediğimiz tarafının esiri olan birkaç kişi çıkıp da kahvaltıcı açılmaz, deprem oldu, canlarımızdan can gitti adam neyin derdinde demişse- ki muhtemelen öyle oldu- hiçbir diyeceğim yok. Yorumda acizim. 
Şimdi de gelelim Yusuf Konak’ın Van’dan gidişine. Ki gerekçelerine değindim. Gazete yazarlarımız da dahil hemen herkes gidişiyle Bak Hele Bak kahvaltıcısının Van’a getirdiklerine değinerek yarattığı boşluğu anlattı. Ben ne getirdiklerini değil ne götürdüklerini tanımlamak istiyorum peşisıra Van’ın da hakkı olduğunu düşündüğüm bir sitemle…

 

Her şeyden önce Van kahvaltısının tadı damaklarda kalan o eşsiz lezzetini götürdü beraberinde Yusuf Amca. Güleç yüzünün, nüktedar kişiliğinin, şakacı yanının müşterilerin bünyesine kattığı keyfi de aldı gitti. Daha kapıdan girerken özellikle de zorlu kış günlerinin soğuğu nefeslerimize işlemişken içerinin o sıcacık havası yüzümüze çarptığı anda kulaklarımıza o andan gelirdi yüksek sesle fıkra anlatan sesi. Onu da götürdü Yusuf Amca. İlk kez gelenlerin içerde ne oluyor şeklindeki kısa şaşkınlığından sonra her birinin yüzünde kocaman canlı bir kahkaha olmayı başaran yeteneğini de Van’a bırakmak istemedi. Onu da götürdü. Pazar sabahlarının yataktan saat 11’de kalkılmış o yorgunluğunu orada oturarak atan insanların kendisinde yoğunlaşan bakışlarını da sildi süpürdü.

 

Giderken bir parça da Van götürdü Yusuf Konak…

 

Neden mi?

 

Çünkü Yusuf Konak, adı Yusuf soyadı Konak olan bir adet vatandaştan ibaret değildi. Bu isim bütün dünyaya hitap eden bir kahvaltı kültürünün prestijiyle bütünleşmiş bir markaydı aynı zamanda. Madem ki adını yılların kahvaltı profesörü olan bir işyerine veriyor Yusuf bey, o zaman artık sadece kendine karşı değil, bütün bir Van’a olan sorumluluğunu da kabul etmiş oluyor. Ki öyle de olmalı. Yusuf Konak, bir şahıs ismi değil bir markadır.

 

Bu da demek oluyor ki Yusuf bey Van’a kattıklarını sonuna kadar götürmekle ve yaşatmakla yükümlüydü. Görüştüğüm insanların çoğu aynı fikirde. Türkiye ve dünya pazarında yeri olan ünlü bir hızlı tüketim gıda markasının bölge sorumlusuyla tanıştım geçen gün. Önemli bir konuğunu Van’a kahvaltıya getirirken yolda da bol bol Yusuf Amca’yı methettiğini anlattı. Van’a bir gelmiş ki Yusuf Amca’nın yerinde yeller esiyor. Çok kızmış bu duruma. Van kahvaltı kültürünün tartışmasız bir numaralı isminin Van’da olmayışına getirdiği eleştiride de kendini sonuna kadar haklı görüyordu.


Bu da gösteriyor ki ülkenin dört bir yanından gelen insanlar Yusuf beyi Van’ın markası olarak görüyor ve Van kahvaltısını Van’da –kendi öz coğrafyasında- tanıtma işini bırakmış olmasına hakkı olmadığını düşünüyor. 


Sitemim onlarınkinden farklı olmayacak. Hakkın yoktu gitmeye Yusuf Amca diyorum ben de. Tabi işin bizi aşan başka bir boyutu var ki o da bu markanın Van’da tekrar yer edinebilmek için yeterli desteği alamadığıdır. Onlar da Van’a karşı biraz sitemkarlar. Hatta biz yazarlara bile, söylemiş olayım. Elim/iz/den gelen birkaç satırdı, buraya iliştirmekte her ne kadar geç kalmış olsam bile…

 

Şimdi umut etme zamanı. Artos ve Erek’in rüzgarlarının yamaçlarını yıkadığı bu mahzun kente Bak Hele Bak bir gün döner diye…

 

Çay, otlu peynir, kavut, kavurmalı yumurta ve bal kaymak tadında günler dileğiyle…