Biz Türkiyeli Kürtlere göre ‘Türk’,  Türkiyeli Türk’lere göre ise ‘Kürt’ sorunu, çözüm için direniyor.

 

Çözümün direnişine geçmeden önce…

 

Kürtlere göre sorun Türkler’de, onlara göre ise sorun Kürtler’de. Ama aslına bakarsanız asıl mesele kimin bu soruna nereden baktığında…

 

Tıpkı dünyaca ünlü Filistin asıllı Edward Said’in Oryantalizm (Şarkiyatçılık) kitabında anlattığı gibidir durum aslında. Yani biz Şarklıların kaderinde hep ‘sorun’ olarak görülmek var. Lakin meseleyi bir de Said’in kendisinden dinlediğinizde olay çok farklı aslında.

 

Olayı Kürtlük boyutunun bir kademe üstünde taşıdığınızda biz Şarklılar, Garp’ın bizi idaresine hep açık kapı bırakmışız tarih boyunca. Tıpkı Garplıların bizi nitelerken kullandığı o, ‘tembel, ‘üşengeç’ ve ‘kendini idare edemeyen’ şeklindeki ifadelere kendi kendimizi sığdırmaya çalışır gibi Garp’a “Gel beni idare” kozunu vermişiz.

 

Durur mu Garplı da! Daha orta çağlarından başlayarak bugüne kadar hep sırtımıza binen, bize ‘sözde’ medeniyet getiren taraf olmuş.

 

Bize getirdikleri medeniyetin tablosunu bugün, Afrika’da, hatta Tunus’ta, Lübnan’da, Mısır’da, Suriye’de ve daha nice Şark ülkesinde görebiliyoruz. İşte bugün yaşanan bu kardeş cinayeti bize batının altın tepside sunduğu ‘medeniyet’in ürünü. Hayırlı olsun.

 

Garplı akıllı. Bizim feodalizmin kıyısında cirit attığımız yıllarda onlar demir atlar (bisikletler) ile gelip biz Şarklılara, “Ulan siz hala birbirinizi mi öldürüyorsunuz, dünya Hıristiyanlık diye bir dini konuşuyor, hele gelin şöyle bir yamacımıza da size anlatalım” deyip başlatmış misyonerlik çalışmalarını. Yani Hıristiyanlık bahane manda, himaya şahane!

 

Şark’ın en hırçın ve asi milleti biz Kürtler her ne kadar misyonerliğe asi duruş sergilesek de ‘devlet’ vaadiyle bugünlere kadar ‘idare’ edilmiş. Araplar kadar kuzu değilsek de, aynı coğrafyada yaşadığımız Türkler kadar duygusalız. Çabuk kanıyoruz işte… Ama buna rağmen ‘Arap Baharı’ adıyla Ortadoğu’yu kasıp kavuran yeni bir Garp Rönasansı’nın pençesine düşmedik. Lakin düşürülme çabaları hat safhada tekerrür ediyor.

 

Rojava mevzuuna hiç girmeyelim isterseniz, biz Kürtlerin ‘Arap Baharı’ sınavlarından biri de Rojava’ydı. Meseleyi fazla Şarklılaştırmadan, mevzuya dönmek istiyorum. Kürt sorununu tarihsel bir bakış açısıyla çözmek zor iş.

 

Vesselam.

 

***

 

İster buna ‘Kürt’ meselesi diyelim, ister ‘Türk’ meselesi, son başlatılan çözüm sürecinin diğer süreçlerden çok farklı olduğunu hepimiz baştan beri biliyorduk.

 

Şahsen benim için bu süreç ne Oslo’ya ne de daha önceki girişimlere hiç benzemiyor. İşin başındaki isimler bu kez ‘duygusal’ değil ‘realist’ bir yaklaşım sergiliyor.

 

Öcalan’ın Büyük Kürdistan hedefini özerk ‘Kürt’ bölgesi hatta ‘kardeşce’ yaşama kadar indirgediği, Türkiye hükümetinin ise Ergenekon, Balyoz gibi operasyonların ardından her ne kadar ne şiş yansın ne kebap gibi ‘zorunlu’ bir politika izlese de “Bu iş çözülecek” duruşu sergilemesi bence önemli adımlar.

 

Onu da geçtik, tıpkı Vanlı mela Salih Çakay'ın geçtiğimiz aylarda Kanal 7’de katıldığı programda söylediği. “Dağdaki keklik bile barışı istiyor...” ifadesindeki gibi bu iki taraf da artık barış istiyor.

 

Kim olaya nereden bakıyor bilmiyorum ama biz Kürtler bu kez barışı istiyorum, ben bunu hissediyorum. Ya da şöyle söyleyeyim Van barışı kutlamaya, çözümün nihayetine çoktan hazır. Bunu rahatlıkla görebiliyorum. Süreç başladığından bu yana süreçle ilgili olumsuz tavır sergileyen bir profil çizmedik Van halkı olarak en azından.

 

STK’ların açıklamalarına da şahit olduk, beyaz mendillerle Van’a akın eden işadamlarına da. Bölgedeki Valilerin “Aman sürece destek” şeklindeki çağrılarını da duyduk, tüm Türkiye’de Kalekol’lar yapılıyor, süreç baltalanıyor denildiği bir süreçte bir karakol’un kapısına kilit vuran Vali’mize de şahit olduk.

 

Bölgede çekilmeyi izleyen çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları olduğunu hepiniz biliyorsunuzdur. PKK’li gruplarla karşılaşan bu insanların gerillanın çözüm süreci ile ilgili görüşlerini bir sorun dilerseniz:

 

“Karakollar, İHA’lar, helikopterler bizi tedirgin ediyor…” diyorlar ama “Çözüm sürecini sabote edecek hiçbir şey yapmayız” demeyi de ihmal etmiyorlar. Ya da şu festivallerde gerillaya bir sorun, şu cümleyi işiteceğinize eminim: “Sürecin aksamasına asla izin vermeyeceğiz”.

 

PKK’lilerin ‘ama’lı cümlelerine pek takılmamak gerekiyor, bu durum Başbakan Erdoğan’ın milliyetçiliğin zirvede olduğu yerler ‘tek vatan, tek bayrak, tek dil’ şeklindeki nabza göre şerbet şeklindeki demeçleri gibi görün bir nevi. Erdoğan’ın Menderes kadar, Özal kadar bu meseleyi çözme konusunda istekli olduğunu kabul etmek gerekiyor.

 

Onun da bir ‘ama’sı olsun, ne olacak…

 

Ama çözümde kilit adamın Öcalan olduğunu unutmamak gerekiyor. Nasıl ki Öcalan, Bayık ve homurdanmaya başlayan bazı Kandilli yöneticilere ve çözümdeki aktörlere ‘Drogba’lı mesaj vererek ‘devam’ dediyse, onun gelecekteki adımları da bir o kadar önemsenmeli. Sevin ya da sevmeyin, süreçte Başbakan kadar Öcalan’ın ağzından çıkacak laflar da çözümün ‘can’ alıcı kelimeleri olacak, ‘öc alanı’ değil.

 

***

 

PKK’nin Eylül 1 itibariyle ateşkesin sona ermesinin ardından modern darbecilerin bir sonraki hamleyi sevinçle beklediği günlerde yeni bir kaosun gelmesi en korkunç senaryolardan biriydi. Sürecin içindeki hükümet ve Kandil bile o korkuyu yaşamıyor değildi. “Süreç çok riskli” ifadeleri de milyonlarca insanın aklından tekrar tekrar geçiyor şu günlerde haliyle.

 

Daha geçtiğimiz günlerde birkaç yıldır süren görüşmelerin devletin tutumu nedeniyle diyalog aşamasında kaldığını söyleyen Cemil Bayık’ın dünkü ifadeleri barışa ciddi adımlarla yaklaşıldığını belli etmiyor mu sizce de:

 

“Çekilmeyi durduğumuzu söyledik. Eğer hükümet müzakerede adım atar ve güven verirse elbette ki geri çekilmeyi sürdürürüz. Biz geri çekilmeyi durdurur ve ateşkesi sürdürürken, herkesi uyarmak istedik”

 

PKK yakasında hal böyleyken birbiri ardından gelen ‘gelecek hafta’ açıklamaları en son dün Başbakan’ın ‘bu ayın sonuna dek bizzat açıklayacağı’ beyanına kadar geldi. Hüseyin Çelik ise, “Demokrasi paketi... Kendisini yerleşik düzen karşısında öteki hisseden bütün kesimlere bir rahatlama getirmek maksadıyla hazırlanan kapsamlı bir paket olacak. Gayrimüslimler, mütedeyyin Müslümanlar, Aleviler ve Kürtler gibi pek çok kesime hitap edecek.” Diyerek bir göz kırptı. Beklenen o demokratikleşme paketinin bir türlü gelmemesini ise “Redaksiyon (düzeltme) çalışmaları yapılıyor” diyerek gündeme taşıdı.

 

Ama bir şey var ki, artık adımların biraz hızlanması gerekiyor. Dağdaki keklik de, ovadaki vatandaş da artık ‘yeter’ diyor. Olayın sıcaklığı soğumadan, çözümün muhatapları umutlarını yitirmeden hükümet adımı atmalı artık.

 

Öcalan’ın ‘yeni format’ diye çizdiği yol haritası, hükümetin ise ‘redaksiyon’ diyerek ertelemeye devam ettirdiği ‘paket’ nedir bilmiyorum ama çözümün ‘kırılgan’ olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.

 

Öte yandan iki tarafa ise tıpkı Gezi’deki ruha sahip çıkıldığı gibi şu sürece sahip çıkmak ve bu ifadeyi gündemden düşürmemek kalıyor:

 

#DirenÇözüm. 

Editör: TE Bilisim