Zamanı ve mekânı aşan sözleri söyleyebilmek için, zaman ve mekânın özünü bilmek gerekir. Zamana karşı konuşmak ve mekânın özüne dokunmak için Ebu’l-Vakt olmak gerekir. Yani vaktin babası. Ama asıl öncelikli olan İbnü’l-Vakt’ olmak. Yani vaktin çocuğu olmak.

 

İlk sufiler, İbnü’l-Vakt sıfatı ile bir vakitte yapılması en müsait olan işi yerine getiren, belli bir zaman diliminde, kendisinden istenen ameli yapmakla meşgul olan kişiyi kastetmişlerdir. Zira geçmiş ve gelecek zamanı derviş umursamaz. Onun için ehemmiyetli olan vakit içinde bulunduğu ândır. İlahi irade ile yönetildiği ve her vakitte, o vaktin icap ettirdiği şeyleri eylediği için ona İbnü’l-Vakt denmiştir. Çünkü ‘Vakit’ kavramıyla kendi iradelerini değil Hakk’ın iradesiyle tecrübe ettikleri hali kastetmişlerdir.

 

Sûfi, yaşadığı ilahi tezahürlerin tasarrufu altında olduğundan yaşadığı hallerin hükmüne tâbidir. Bu nedenle ‘filan şahıs vaktin hükmü altındadır’ denilir. Bunun manası, kulun şahsî iradesinden alınıp Hakk ile birlikte olması demektir. Fiileri dini kaidelere ters olmamak kaydıyla sûfi kişinin içinden geldiği gibi davranması makbul sayılmıştır.  Ebu Ali Dekkak bu durumla alakalı şöyle der: ‘’Vakit, içinde bulunduğumuz haldir. Eğer zihnimiz ve kalbimiz dünyevi işlerle meşgulse vaktimiz dünya, neşeliysek vaktimiz neşe, hüzünlüysek vaktimiz hüzün, ahiretteysek vaktimiz ahrettir.’’

 

İbnü’l-Vakt olan sufi, ruhsal halleri tecrübe eder, şahsî iradesini ve özgürlüğünü işin içine katmadan ilahi tecelliye teslim olur ve Allah’ın istediği oluş neyse onu yaşar. Sûfi, vaktin oğludur/çocuğudur ve kendisi saflaştıkça zamanı ve çevresini de saflaştırır.

 

Ebu’l-Vakt ise zaman/mekândan etkilenmez ve zamanın/mekânın etkisi altında değişmez, tersine zamanı/mekânı etkiler ve değiştirir.  İbnü’l-Vakt, zamana ve haline mahkûm ve ona mağlûp iken, Ebu’l-Vakt zamana hâkim ve ona üstündür. Ebu’l-Vakt olan sûfi, bir inip bir çıkmaz. Sürekli ve kalıcı olan bir makama erişmiştir. O, yolda değildir ve menzile varmıştır.

 

İçinde yaşadığı zamanı/mekânı tam olarak görmek isteyen kişi, dışında kalarak ona bakmalı. Başka bir deyişle zamanın/mekânın önüne geçmeli veya onun üzerine çıkmalı. Zamanın içinde değil de önünde ve üstünde yaşayanlar ona uymazlar. Onlar, zamanı kendilerine uyduran büyüklerdir. Bu nedenle gerçek âşık, zamanın hâkimidir ve hallerin emîridir. O hallere kapılıp kalmaz, hallere mahkûm olmaz.

 

Sûfiler, vaktin muhafazasına her şeyden daha fazla ehemmiyet gösterirler. Her an zikrullah ile meşgul olmak isterler. Allah’ın rızası dışında bir ömür sürmek istemezler. Meşakkat yeri olan dünya fırsatlarını değerlendirmeyi ve ömürlerini bereketli kılmayı isterler. Basit isteklere ve bitmek tükenmek bilmeyen bitimsiz emellere kapılmamaya bilhassa özen gösterirler. Sûfi, içinde bulunduğu/yaşadığı vakte hâkim olmak için özellikle çaba gösterir. O, zamana yön veren ve zamanın eskitemediği bir değer olma yolunda özenle hareket eder.

 

Sûfi, İbnü’l-Vakt’tir, ama sâfi (kâmil insan) vaktin ve halin üstündedir.