Dua ibadetlerin aslı ve özüdür; dua tevhittir. “Dua ibadetin ta kendisidir.” Dua, kişinin arz ve ihtiyacını sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah’a arz etmesidir. Namaz duadır, zikir duadır, ezan duadır, tevhit duadır. Dua imanı artıran, tevhidi pekiştiren, kalbe hayat veren bir ibadettir. Dua, kişinin Allah’la bağlantısını artırır, muhabbetini sağlar, kulun yalnız ve sahipsiz olmadığını gösterir. İnancımızı yansıtan tüm hareket ve girişimler, duanın bir şekilde ifadesidir. Yeryüzünün tamamı dua için bir mescittir.

Dua, fiilî ve sözlü olmak üzere iki şekilde gerçekleşir: Sözlü duanın kabulü ve gerçekleşmesi için fiilî duanın öncülük yapması gerekir. Dua, mü’minin en büyük hedef şaşmaz silahıdır. Kuteybe bin Müslim, Kabil’i kuşatmıştı; zafer de yakındı. Zahit ve abid Muhammed bin Vasil de askerler içinde idi. Komutan Kuteybe, Zahid’i bana bulun dedi. Onu dua ederken buldular. Kuşluk namazını kılmış, mızrağına dayanıp Müslümanların zaferi için şu dua ediyordu. “Ya hayyu ya Kayyumu”: Ey diri, varlığıyla kaim Rabbim! Bize yardımını gönder,” diyordu. Kuteybe durumu öğrenince ağladı ve “Muhammed b. Vasil’in duası, benim için bin kılıçtan daha güçlü ve hayırlıdır” dedi.

Kur’ân, bid’at ve şirk türü duadan sakındırdığı kadar hiçbir şeyden sakındırmamıştır. Kitap ve sünnette varit olmuş dua metinleri, kabule daha yakın, şirk riya ve tasannudan uzaktır. Dua, herhangi bir vakit ve mekânla sınırlandırılmaz. Dua, ömür boyu devam eden bir ibadettir. Dua, belâ ve musibetlerin kaldırılmasında, ilahi rahmet ve yardımın elde edilmesinde başvurulacak ilk kapıdır. En kötü yaratık olan şeytanın Allah’a dua edip duasının kabul edilmesi çaresiz ve ümitsizlere umut bahşetmelidir.

Dua, kalbin Allah’a bağlı kalmasını, O’na tevekkül etmesini, ümit bağlamasını, O’na saygı göstermeyi, O’ndan korkmasını sağlar. Dua, kişinin kendini, hâlini, arzu ve ihtiyacını Allah’a arz etmesidir. Dua; kalbin, ruhun ve dilin bir arada ibadet etmesiyle gerçekleşir. “Şayet kullarım, Beni senden sorarlarsa gerçekten ben çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim…” âyetinde “de ki” ifadesinin kullanılmaması manidardır. Fahreddin Razi bu ayrıntıyı şöyle izan eder: Kur’ân, birçok yerde Hz. Peygamberi aracı kıldığı hâlde; yani “de ki” ifadesini kullandığı hâlde, dua âyetinde “de ki” ifadesini kullanmamıştır. Bu incelik, duada vasıtanın direk ve sadece Allah’a yapıldığını göstermektedir.

Sa’d bin Ebi Vakkas, ordusuyla İran’a gidiyordu. Dicle önüne geldiklerinde nehir köpürüyordu. Sa’d, “Ey Rabbim! Senin için yola çıktıysak, Dicle’yi geçmemize yardım et.” dedi. Askerlerine, “Allah’ın adıyla, O’na dayandık ve O’na güvendik,” duasını yapmalarını, söyledi. Hâlis bir kalp ile aynı duayı yaptılar, geniş bir köprüden geçer gibi karşıya geçtiler. İranlılar, kendilerini görünce dehşete kapıldılar ve şunları söylediler: “Bunlar cin mi, melek mi, peri mi? Köpüren Dicle’yi nasıl geçebildiler?”

Berra bin Malik; fakir, zahit bir sahabi idi. Kılıcı, kerpiç ev ve üzerindeki elbisesinden başka bir şeyi yoktu. Ashap, Berra bin Malik’i çok iyi tanıdıkları için, onun duasını almadan savaşa çıkmazlardı. Tuster Savaşı’nda ashap kendisine gitti ve şunları söyledi: “Ey Berra, Hz. Peygamber’in duasına mazhar olmuşsun. Bu savaşı almamız için dua et.” Berra, “Biraz, bekleyin, geliyorum” dedi. Yıkandı, kefenini giydi ve ordunun önünde durup şu duayı yaptı: “Ey Rabbim, duamı kabul et. Müslümanları muzaffer kıl, beni de ilk şehit kıl.” Savaş başladı. Kuvvetler karşı karşıya geldi. İlk şehit Berra oldu ve Müslümanlar savaşı kazandı.

Allah Teâlâ, ihlâsla iyilik yapanların ecrini, samimi olarak dua yapanların duasını boşa çıkarmaz. Âdil bir zatın, kimsenin hakkını zayi ettiğini hiç duydunuz mu? Hz. Peygamber, “Hz. Yunus’un duasıyla kim dua ederse, Allah duasını kabul eder,” buyurdu. Hz. Yunus (a.s.), “lâ ilâhe illâ ente subhâneke inni küntü minezzâlimin”; yani Allah’ım senden başka ilah yoktur, seni zulümden tenzih ediyorum, ben nefsine zulmedenlerdenim,” şeklinde dua etti. Hz. Yunus, duasıyla üç önemli konuyu bir araya getirmiş oldu.

1.”Lâ ilâhe” ile tevhit kelimesini söyledi.

2.“Sübhâneke” Allah’ım, seni zulüm ve hatadan tenzih ediyorum, zulüm eden benim, dedi.

3.“Ben zalimlerdenim” demekle günah işlediğini itiraf etti.

Mutesim’in veziri Duat, Ahmed bin Hanbel’e her türlü işkenceyi reva gördü. Ahmet b. Hanbel ona şu bedduayı yaptı: ”Allah’ım Duat’ın bedenini kurut.” Allah duasını kabul etti. Mutesim’in bedeninin yarısı felç oldu; hareket edemez oldu. O hâliyle büyük mahkemeye gitti. Asıl büyük hesaplaşma ise orada gerçekleşecektir. Haçlılar, büyük idareci Nüreddin Zengi’nin duasının tesiri konusunda şu itirafta bulunmuşlardır: “Müslümanlar, bizleri asker ve tesisatla değil, Nureddin’in, dua ve gece namazlarıyla mağlup ettiler.”

Cenab-ı Allah cümlemizi duası kabul kullarından eylesin. (Âmin.)

Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

DİPNOTLAR:

1 Tirmizi, Deavât.1.
2 Aiz el-Karnî, İhfezillah, s.130.
3 Bakara, 2/186.
4 Bkz. Râzî, Tefsir, 8/106.
5 Münzirî, et-Terğib, 1/476.

HADİSLERİN IŞIĞINDA

GERÇEK GÜZELLİK: ALLAK KALIBIMIZA DEĞİL, KALBİMİZE BAKAR

“Allah Teala sizlerin dış görüntünüze değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34.)

Nasreddin Hoca bir gün bir düğüne davet edilmiş. Düğün ziyafetine gündelik elbiseleri ile gidince kimse aldırış etmemiş, ne “buyur” diyen, ne de “otur” diyen olmuş. Üstelik yemek de verilmemiş. Hoca’nın canı sıkılmış. Koşarak evine gidip bayramlık kürkünü sırtına geçirip düğün yerine dönmüş. Bu sefer onu güzel bir kıyafet içinde gören düğün sahipleri saygıyla hemen buyur edip başköşeye oturtmuşlar. Önüne de tabak tabak yemekler koymuşlar. Hoca bir an etrafına bakın, kürkünün ucundan tuttuğu gibi çorba tasına daldırmış, “Ye kürküm, ye” demiş. Düğün sahipleri ve etrafındakiler şaşırıp sormuşlar:
- Ne yapıyorsun Hoca efendi, kürk hiç yemek yer mi?

Hoca cevabı yapıştırmış:
- Mademki bütün saygı ve ikram kürküme yapılmıştır. Öyleyse yemeği de o yesin!

Nasreddin Hoca bu nükteyle insanların genellikle sadece dış görünüşe önem verdiklerini ve bunun doğru olmadığı anlatmak istemiştir. İnsanların dış görünüş yönünden temiz, bakımlı ve sade olmaları elbette istenen bir davranıştır. Ancak insanları yalnız dış görünüşlerini dikkate alarak değerlendirmek yanlıştır. İnsanda bir sûret (dış görünüş) güzelliği, bir de sîret (iç) güzelliği vardır. Fiziki güzellik zamanla yok olmakta fakat ahlak güzelliği ömür boyu devam edebilmektedir. Başta güzel ahlak olmak üzere yararlı bilgi, beceri ve davranışlar insanın iç güzelliğini şekillendirir.

Peygamberimizin “Allah Teala sizlerin dış görünüşünüze değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34.) hadisi insanları değerlendirmedeki ölçüyü bize gösterir.

Allah Teala insanları kalp temizliğine, gönül zenginliğine ve amellere göre değerlendirir. Bu nedenle İslam büyükleri, kalbi “nazargah-ı ilahî” yani Allah Teala’nın önem verdiği yer olarak nitelendirirler. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hadisi buyururken mübarek göğsüne ve kalbine işaret ederek üç defa, “Takva işte şuradadır.” (Müslim, Birr, 132; Tirmizi, Birr, 18.) buyurmuştur. Bu nedenle Allah kalıbımıza değil, kalbimize bakar.

Allah (cc) ne yüze, ne mal dolu ele bakar.
İhlâs ile yoğrulmuş kalbe, gönüle bakar.
Necip Fazıl Kısakürek

İnsan iç güzelliği davranışlarına da yansır. Hadis-i şerifte Allah’ın insanın kalbi yanında amellerine bakacak olduğuna işaret edilmesi dikkate değerdir. Çünkü Hz. Ali’nin buyurduğu gibi temiz bir kalp, ancak güzel sözlerin ve salih amellerin kaynağıdır. Salih ameller ise kişinin güzel sözlerin ve salih amellerin kaynağıdır. Salih ameller ise kişinin kalbine ve niyetine bağlıdır. Nitekim Peygamberimiz (sav) “Ameller niyetlere göredir…” (Buhari, Bedü’l –Vahiy, 1.) buyurmuştur. Böylece ruh güzelliği ve gönül zenginliği, iyi hal, güzel davranış ve samimi ibadetlerle dışa yansır.

Allah, dış görünüşümüze değil niyetlerimize ve davranışlarımıza bakar. Nitekim Kur’an’da kalbimizin ameli olan imanımız ve bedenimizin ameli olan güzel davranışlarımızın şöyle ödüllendirileceği belirtilmiştir: “Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir…” (Sebe, 37) Peygamberimiz (sav) de insanın değerinin dış görünüş, mal, mülk, soy ve neseple olmadığını belirtmiş, dürüst kalbin, amellerin ve takvanın insanın gerçek değerini ortaya çıkardığını şöyle ifade etmiştir: “Allah Teala soyunuza ve nesebinize bakmaz; bedenlerinize ve mallarınıza da bakmaz; ancak kalplerinize bakar. Kimin dürüst bir kalbi varsa, Allah ona merhamet eder. Siz Adem’in evlatlarısınız ve Allah katında en sevgiliniz, en ziyada takva sahibi olanınızdır.” (Buhari, Edebü’l-Müfred, 309.)

Kuşkusuz Allah, her şeyi görür, işitir ve bilir. Ayette geçen “bakmaz” ifadesi de değerlendirme yaparken, dikkate almaz demektir. Bu ifadeyle Allah katında boy, endam, kuvvet, güzellik, soy, nesep, mal ve mülkün değerinin olmadığı kastedilmektedir. Bir insanın kalbi imandan, amelleri ve düşüncesi iyi niyetten yoksun ise onun dış görünüşünün, soyunun ve malının Allah katında ne değeri olabilir ki? Bu tür insanları Allah Teala Kur’an’ı Kerim’de şöyle anlatır: “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir…” (Münafikun, 4)

Bize düşen, insanları sadece dış görünüşlerine bakarak değil, iç güzelliklerine ve amellerine bakarak değerlendirmektir. Allah da biz mü’minleri böyle değerlendirdiğine göre, düşüncelerimizi, niyetlerimizi ve amellerimizi doğru kılmak için çaba göstermeliyiz; dış görünüş, mal, mülk, soy ve nesebimize güvenerek dünya ve ahiretimizi heba etmemeliyiz.

DUA

Allah’ım! İmanımı kâmil iman, niyetimi niyetlerin en güzeline, amelimi amellerin en güzeline ulaştır.

Allah’ım! Lütfunla niyetimi halis kıl; rahmetine erdir. Bizlerin takva üzere yaşamalarını nasip eyle. Yaratılışımızı güzel kıldığın gibi yaşantımızı, kalbimizi de güze eyle.

NÜKTE-HİKMET

Herkes Kendinde Olanı Satar

Hz. İsa, bir ara peygamberliğini inkar eden Yahudilerin arasına girdi. Kendisine kötü sözler söylemeye başladılar. O ise, bütün bunları yapanlara karşı sabırlı davranıyor, tepki göstermiyordu. Edep ve saygısını bozmadan cevap veriyordu.
Yakınlarından

- Onlar, sana karşı kötü sözler söylüyorlar. Sen ise, hâlâ öfkelenmeden konuşuyorsun. Sen de onlara ağır laflar söylesen, diyenler oldu.

İsa Peygamber, bu isteklere.
- Herkes kendinde olan malı satar, diyerek karşılık verdi.

İnsan, ancak kendinde olan nitelik ve özelliklere uygun davranır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek sıradan insanların yaptığı iştir. Ama, kötülüğe iyilikle karşılık vermek, maneviyatta ilerlemiş ve nefislerini yenmiş insanların başarabileceği bir davranıştır.

Editör: TE Bilisim