Hayâ, insanın kendisinden sadır olan bir hatadan dolayı utanması, nefsini kötülükten arındırıp uzak tutmasıdır. Hayâ, günahlara kalkan konumundadır. En önemli faydası, kişiyle günah arasına girmesidir. Hayâ, sözcüğünün “hayat” kelimesinden türetilmiş olması, onun hayati durum arz eden bir ahlâk ve hayattan ayrılmaz bir cüz olduğunu, hayâdan mahrum bir hayatın cılız ve ölü olduğunu işaret etmektedir. Hayâ, imanın önemli şubelerindendir. Hayâ iman olduğu gibi, iman da hayâdır. Öyle ki; Resûl-i Ekrem, hayâ ile imanın birbirinden ayrılmaz iki parça olduğunu ifade etmiş, birisi gittiği takdirde diğerinin de gideceği uyarısında bulunmuştur.

Hayânın en önemlisi ve en gerekli olanı, kişinin Allah’a karşı gelmekten hayâ duymasıdır. Onun rız¬kından yer, havasını teneffüs eder, arzı üstünde gezer, yarattığı gökyüzünün al¬tında barınırız. Küçük bir iyiliğe karşı nankörlük etmek, insanı üzerken; beşikten mezara kadar nimetleri içinde yüzdüğümüz, bize ebedî bir hayata hazırlayan Allah Teâlâ’ya karşı nankörlük etmekten ürpermeyelim mi? Düşünür ne güzel demiş: “En az, makam sahibi ya da yetkiliden hayâ ettiğin kadar Allah Teâlâ’dan hayâ et.” Hz. Peygamber Allah’tan hayâ etmenin ne anlama geldiğini şöyle ifade eder: “Gerektiği gibi Allah’tan hayâ edin, ‘Allah’tan hayâ ediyorum’ diyen, düşüncesini kontrol eder, onu yanlıştan korur, midesine haram almaz, ölüm ve sonrasını unutmaz. Ahireti isteyen dünyanın geçici ziynetine aldanmaz. Bunları yapan Allah’tan hakkıyla hayâ etmiştir.”

Hayânın diğer bir çeşidi de, kişinin kendi nefis ve organlarından utanıp günaha yeltenememesidir. Bunun anlamı, kişinin kendine değer vermesidir. Kişi, insanlardan utandığı gibi, kendinden de utanmalıdır. Yaptığı kötülüğün başkaları tarafından bilinmesini istemediği gibi, kendisi de kötülük yapmaktan ar duymalıdır. Hikmet ehli şöyle demiştir: “Açıkta yapmaktan çekindiği bir şeyi, tek başına kaldığında yapan ahlâkî değerden yoksundur.” “O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” âyetine göre, kıyamet gününde insanın organları kendisi aleyhinde şahitlik yapacaktır.

Hayâ edilmesi gereken kesimlerden birisi de, her zaman bizlerle beraber olan, bizlere hizmet sunan, hayır ve günahlarımızı kaydeden meleklerdir. Melekler, kıyamete dek bizden ayrılmayan, kerem ve şeref sahibi yaratıklardır. İnsanların rahatsız oldukları her şeyden; özellikle günahtan, dumandan, çirkin kokulardan ve yalandan rahatsız olurlar. Melekler, yalan söyleyen ve pis koku salanlardan yüzlerce metre uzaklaşırlar.

Selef-i salihin, günah işledikleri yerlerden geçerlerken yapmış oldukları hataları hatırladıklarında hayâ eder ve hıçkırarak ağlarlardı. Şu’be bin Haccac Irak’ın büyük âlimlerdendi. Kendini bilmez biri, onu rahatsız eder ve, “ Ey Şu’be bana bir hadis oku” der. Şu’be, “hadisi ne yaparsın, hadisten ne anlarsın?” Der. Kendini bilmez kişi, eline bıçağı alır ve “Allah’a yemin ederim ki, ya bana hadis okursun ya da şu gördüğün bıçak ile seni yaralarım.” Çaresiz kalan Şube, kendini bilmez adama, “Pür dikkatle, dinle sana çok önemli ve gerekli hadis okuyorum: ‘Utanmadığın takdirde istediğini yap.’

Kuşkusuz ki, hayâ her zaman için güzel ve gereklidir. Ancak hayânın daha güzel olduğu bazı yerler vardır. Söz gelişi; hayâ erkekte güzel, kadında daha güzeldir. Halkımız arasında, “Falanın hayâ damarı kopmuş,” ifadesi, önemli bir mesaj vermektedir. Hayâ damarı kopan biri, freni tutmayan araca benzer. Hata ve zayiat vermede sınır tanımaz. Hayâ damarı, canlı durduğu müddetçe sahibini günah işlemekten alıkoyar.

Kapalı yerlerde, yani kimselerin görmediği yerde günah işleyenlerin gıybetini yapmak haramdır; ancak açıktan günah işleyen kişi, hayâsını yitirdiğinden dokunulmazlığını yitirmiştir. Bu nedenle Müslüman, gizli-açık her yerde tüm kötülüklerden sakınmakla görevlidir.

Küçüğün büyüğe, öğrencinin öğretmene karşı saygılı olması hayâ gereğidir. Hayâ, korkaklık değildir. Nitekim hayâ sahibi birçok kişi, ölümü hayâsızlık ve zillete tercih etmişlerdir. Bu, yiğitlik ve kahramanlığın ta kendisidir. Kişi ve inançlara göre hayânın mahiyeti değişmektedir. Nitekim cahiliye müşrikleri, putlarının eleştirilmesinden dolayı İslâm’ı ayıplamaya kalkışmışlar ve “putlarımıza yapılan bu hücumlar hayâsızlıktır,” demişlerdir.

Ağaç üzerinden kamışın kalkması gibi, insanın yüzündeki hayâ perdesinin kalkması, faziletlerinin sonunun geldiğini gösterir. Böyle biri, cehenneme odun olmayı hak etmiştir. Bir âlime, “insanda öncelikli olarak bulunması gereken ilk şey nedir?” diye sorulmuş. “Birincisi, “din”, ikincisi “hayâ”, üçüncüsü “güzel ahlak”, dördüncüsü “mal” ve beşincisini seçme imkânım olsa “cömertliktir”, cevabını vermiş.

Cenabı Allah, bizleri hayâdan mahrum bırakmasın. (Âmin.)

(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı çalışmasından alınmıştır.)

DİPNOTLAR:
Tirmizi, hadis no:2458.
2 Yâsin, 36/65.
3 Buhari, Edeb, 78.

HADİSLERİN IŞIĞINDA

YAŞAYAN KUR’AN: SÜNNET ve HADİS

“Size iki emanet bırakıyorum. Bunlara sarıldığınız sürece Allah’ın yolundan sapmazsınız. Bu iki emanet, Kur’an-ı Kerim ve sünnetimdir.” (Muvatta, Kader, 3)

Bir gün Peygamberimiz (sav) Enes bin Malik’e:
- Yavrucuğum, Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar gönlünde kimseye karşı kin beslemeden durabilir misin, diye sordu.

Enes bin Malik:
- Evet, ey Allah’ın Resülü, deyince Peygamberimiz (sav):
- Bunu yapmaya çalış. Çünkü bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi kim severse kim yaşatırsa beni seviyor demektir. Beni kim severse, cennette benimle beraber olur. (DİPNOT 11)

Bu tür müjdeli haberler dolayısıyla başta sahabe olmak üzere Müslümanlar, Peygamberimizin sünnetini öğrenmişler ve titizlikle yaşamaya çalışmışlardır. Örneğin, Hz. Ömer (ra) Hacerü’l-Esved’e şöyle hitap etmişti: “Senin bir taş olduğunu, kimseye bir fayda veya zarar vermeyeceğini biliyorum. Resulullah’ın seni selamladığını ve öptüğünü görmeseydim, seni ne selamlar ne de öperdim.” (DİPNOT 12)

Hz. Peygamber’in takip ettiği yol, hayatında prensip haline getirdiği fiil ve davranışlar sünnet olarak isimlendirilir. (DİPNOT 13) Hz. Peygamber’in sözlerine kavlî (sözlü) sünnet, davranışlarına fiilî sünnet, sahabelerinin yaptıklarını onaylamasına da takrirî sünnet denir. Örneğin, “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyetinin karşılığı vardır.” (DİPNOT 14) hadisi Peygamberimizin kavlî sünnetini ifade eder. Buna hadis de denir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın.” (DİPNOT 15) hadisi onun fiilî sünnetidir.

Peygamberimiz (sav) bazen sahabenin bir davranışını gördüğü halde ses çıkarmazdı. Onun bu tutumu sahabenin o davranışını onayladığı anlamına gelirdi. Peygamberimizin bu şekilde onayladığı davranışlara takriri sünnet denir. Örneğin, bir defasında sahabeden iki kişi su bulamadıkları için teyemmüm yaparak namaz kılarlar. Daha sonra su bulurlar ve onlardan birisi abdest alıp namazını tekrar kılar; diğeri ise namazını tekrar etmez. Bu durum Peygamberimize sorulduğunda Allah’ı Resülü her iki sahabenin de yaptığının doğru olduğunu söylemiştir. (DİPNOT 16)

Peygamberimizin çoğunlukla yerine getirdiği ve nadir olarak terk ettiği sünnetlere müekked (kuvvetli) sünnet denir. Sabah namazının iki rekatlık sünneti, namazı cemaatle kılmak, selamlaşmak ve dişleri temizlemek birer müekked sünnettir.

Peygamberimizin bazen de terk ettiği sünnetlere ise gayri müekked sünnet denir. İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünneti ise buna örnektir.

Hz. Peygamber’in sözlerine hadis dendiği gibi sünnetle eş anlamlı olarak onun söz, fiil ve takrirlerine de hadis denilebilir. Bu nedenle sünnet ve hadis çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılır.

Allah (cc) emir ve yasaklarını insanlara peygamberleri aracılığı ile ulaştırmıştır. Bu nedenle peygamber olmadan bir dinin anlaşılması ve yaşanması mümkün değildir. Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (sav) de Kur’an’ın emirlerini önce kendisi uygulamış ve açıklayarak insanlara tebliğ etmiştir. (DİPNOT 17) Böylece Kur’an’ı Kerim’in Peygamberimiz tarafından açıklanması ve uygulanması sonucunda dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnet ortaya çıkmıştır. Nitekim Veda Hutbesinde Peygamberimiz “Size iki emanet bırakıyorum.Bunlara sarıldığınız sürece Allah’ın yolundan sapmazsınız. Bu iki sünnet Kur’an’ı Kerim ve sünnetimdir.” (DİPNOT 18) buyurarak Kur’an ve sünnetin İslam’ın iki temel kaynağı olduğunu vurgulamıştır.

Resulullah (sav), Allah’tan aldığı vahyi yalnızca insanlara aktarmakla kalmamış, aynı zamanda onları açıklamış ve kendi hayatında da tatbik ederek somut örnekler haline getirmiştir. Bu nedenle ona “Yaşayan Kur’an” da denilmiştir. Diğer taraftan Hz. Muhammed (sav), Kur’an’ı Kerim’de yer alan ahlaki ilkeleri, emir ve yasakları kendisi yerine getirirken bizim de aynı şekilde davranmamızı öğütlemiştir. Mesela Allah’a ortak koşmayı, yalan söylemeyi, ana-babaya kötü davranmayı, haksız yere canakıymayı içki içmeyi ve kumar oynamayı yasaklamıştır. Hz. Peygamber’in yasakladığı bu davranışlar Kur’an’da da yer almaktadır. Kur’an’ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda, haksız yollarla yemeyin.” (DİPNOT 19) buyrulur. Peygamberimiz de bu ayet doğrultusunda şöyle buyurmuştur: “Kendi rızası olmadan bir kimsenin malı başkasına helal olmaz.” (DİPNOT 20)

Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetinin önemli bir kısmı Kur’an’ı Kerim’in emirlerini uygulamaya yöneliktir. Peygamberimiz (sav) bunu bazen uygulayarak göstermiş, bazen de sözlü olarak açıklamıştır. Kur’an’ı Kerim’de, “Namazı eksiksiz (şartlarına uygun bir şekilde) kılın” (DİPNOT 21) buyrulur. Fakat namazın nasıl kılınacağı ve kaç rekat olduğu Kur’an’da ayrıntılarıyla açıklanmamıştır. Peygamberimiz de “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız.” (DİPNOT 22) buyurarak namazın ne şekilde kılınacağını göstermiştir. Kur’an zekatın farz olduğunu ve kimlere verilmesi gerektiğini açıklamış; fakat hangi mallardan ne kadar zekat verileceğini belirtmemiştir. Bu konuyla ilgili ayrıntılar Peygamberimiz tarafından belirlenmiştir.

Hz. Peygamber (sav), Kur’an’ı Kerim’de yer almayan bazı konularda da açıklamalarda bulunmuştur. Örneğin, Kur’an’ı Kerim’de sadece kan, leş, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etinin yenmesi haram kılınmıştır. (DİPNOT 23) Peygamberimize hangi hayvanların etinin yenilip yenmeyeceği sorulduğunda o da yukarıda sayılanlardan başka “Azı dişi olan her yırtıcı hayvanın ve pençeli olan her yırtıcı kuşun eti haramdır.” (DİPNOT 24) buyurmuştur. Buna göre İslam dinini iyi anlayıp uygulayabilmemiz için Peygamberimizin sünnetini iyi bilmemiz gerekir.

Hz. Peygamber’den hadis olarak nakledilen fakat onun sadece bir insan sıfatıyla günlük yaşayışıyla ilgili sözleri de vardır. Örneğin; onun yeme, içme, giyinme, dinlenme ve çarşı pazarda gezip dolaşması dinî açıdan bağlayıcı bir özellik taşımamaktadır. Ancak ona olan sevgimizden dolayı onun bu gibi davranışlarını da örnek alabiliriz.

Hadis ve sünnet, İslam dininde çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü sünnet Kur’an’dan sonra ikinci önemli kaynaktır. Bu nedenle Allah (cc) Hz. Peygamber’in sünnetine uymamızı emretmiştir. “…Peygamber size neyi getirmişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan sakının…” (DİPNOT 25) Çünkü “O (Peygamber), kendiliğinden konuşmaz. Onun sözleri, kendisine gönderilmiş vahiyden başkası değildir.” (DİPNOT 26)

Her zaman iyiliğimizi düşünen, kolaylığı emreden, güzellikleri müjdeleyen Peygamberimizin sünnetine uymamak, onun hadislerini önemsememek hem Allah’ın emrine itaatsizlik hem de Peygamberimize saygısızlıktır. Nitekim Peygamberimiz (sav) sünnetini küçümseyenlere karşı bizleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur’an ve onunla beraber onun bir benzeri (sünnet) daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak ‘Şu Kur’an’a sarılın; onda neyi helal görürseniz helal, neyi haram görürseniz onu da haram kabul ediniz’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakındır. Şüphesiz ki, Allah’ın Resülü’nün haram kıldığı Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (DİPNOT 27) Yine Peygamberimiz (sav) “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse; benden değildir.” (DİPNOT 28) buyurmuştur.

Peygamberimiz hadisleri öğrenip başkalarına öğretmeyi böyle teşvik etmiştir: “Benden bir hadis işitip ezberleyip sonra do unu başkalarına aktaran kişinin Allah yüzünü ak etsin.” (DİPNOT 29). Bununla birlikte söylemediği bir sözü hadis diye nakledenleri de şiddet uyarmış ve “Kim benim adıma hadis uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” (DİPNOT 30) buyurarak onun adına uydurulmuş hadislere karşı dikkatli olmamızı istemiştir.

Hayat sünnetle anlam kazanır. Kur’an’ı Kerim’i daha iyi anlayabilmemizin ve onu yaşayabilmemizin yolu sünnetten geçer. Sünnete uygun olmayan bir hayat İslamî bir hayat olmaz. Bu nedenle Peygamberimizin hadislerini öğrenmeye çalışmalı ve onlara göre yaşamalıyız. Bu durum Necip Fazıl Kısakürek ne güzel dile getirmiştir:

Kurtarıcım efendim, rehberim, peygamberim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim

HADİSLERİ NEREDEN ÖĞRENEBİLİRİZ?

Peygamberimizin vefatından sonra hadisler toplanarak yazılmaya başlanmıştır. Daha sonra bu hadisler konularına göre düzenlenerek kitap haline getirilmiştir. Bu eserlerden altı tanesi meşhur olup Kütüb-i Sitte adıyla da bilinir. Bunlar:
1- Sahih-i Buhari
2- Sahih-i Müslim
3- Sünen-i Ebu Davud
4- Sünen-i Tirmizi
5- Sünen-i Nesai
6- Sünen-i İbn Mace

Bunlar dışında şu eserler de meşhur hadis kitaplarımızdandır:
- İmam Malik’in Muvatta’sı,
- Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i,
- Darimi’nin Sünen’i.

DUA

Allah’ım! İbrahim Peygamber’e ve yakınlarına merhamet ettiğin gibi Hz. Muhammed’e, ailesine ve yakınlarına da rahmet et. Şüphe yok ki şanı yüce ve övülmeye layık olan sensin.

Allah’ım! İbrahim Peygamber’e ve yakınlarına bereket verdiğin gibi Hz. Muhammed’e, ailesine ve yakınlarına da bereket ihsan eyle. Şüphe yok ki şanı yüce ve övülmeye layık olan sensin.

Allah’ım! Peygamberimizi hakkıyla tanıyıp anlamayı, onun ahlakıyla ahlaklanmayı ve sünnetine uygun yaşamayı bilere nasip et.

NÜKTE-HİKMET

AMELLER VE ÂLEM-İ MİSALDEKİ GÖRÜNTÜLERİ

Yakup Germiyanı Hazretleri anlatıyor:
Maneviyat yoluna girişimin ilk zamanlarıydı. Kendi halimde, kalbimde kötü duygulardan temizlenmesiyle meşgul oluyordun.
Bir bgün murakabe halinde iken, birden önümde, çıplak bir kimse görünüverdi.
Ya örtün veya gözümün önünden çekil, git, dedim.
Sözüme hiç aldırış etmeden, gayet üzüntülü bir şekilde:
Ben, dün kılmış olduğun ikindi namazının alem-i misaldeki görüntüsüyüm. Namazın sünnetleri benim örtümdür. Sen, dün bazı dünyevî meşguliyetler sebebiyle namazın sünnetlerini terk ettin. Onun için, benim kıyamete kadar böyle çıplak kalmam söz konusu, dedi.

Ben, bu sözleri duyunca, sanki çıplak kalan kendim imişim gibi, öylesine utanıp mahcup oldum ve yaptığıma o kadar pişman oldum ki, o tarihten itibaren Allah’ın emirlerini yerine getirmekte, son derece titiz davrandım. İbadet ve amelde eksiklik ve gaflet halinden daima kaçtım.

Editör: TE Bilisim