Kur’an’ı çok okumaktan ziyade, anlamak ve hayata taşımak önemlidir. Selefimiz Kur’an’ı anlayarak okur, anladıklarını da hayata geçirirlerdi. Hasan Basri, bir geceyi, “Allah’ın size verdiği nimetleri sayacak olsanız sayamazsınız.” âyetini okuyarak sabahlamış. İmam-ı A’zam Ebu Hanife, bir keresinde gece teheccüd namazını kılarken “… O kıyamet saati, kurtuluşu olmayan daha korkunç bir belâdır ve daha acıdır.” âyetini okuduğunda takılıp kalmış ve sabaha kadar aynı âyeti tekrarlamış.

Allah Tealâ şöyle buyurur: “ Bu çok mübarek kitabı, O’nun âyetlerini düşünsünler ve temiz özlüler ibret alsınlar diye indirdik.” Resûl-i Ekrem de şöyle buyurur: “ Kur’an’ı anlamak gayesiyle zorlanarak da olsa okumaya çalışan kişiye iki kat ecir vardır.”

Kur’an’ı, seleften daha çok okuruz; ancak hakkını vererek değil, teganni ve anlamadan okuruz. Kur’an’ın bazı insanlara neden lânet ettiğini düşünmeden okuruz. Selef, Kur’an’dan hayat ve izzet elde etmek için okuduğu hâlde, bizler ruhların kolay çıkması gayesiyle ölüm anında okuruz.

Kur’an okurken, bir öğrencinin sınava tabi olacağı ders notlarını ya da bir yetkilinin sorumluluk ifade eden evrakı okuduğu gibi okumalıyız. “Ey iman edenler siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” âyeti, anlamadan Kur’an okuyanın durumunu sarhoşlara benzetmiştir.

KUR’AN OKURKEN;

1. Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünerek okumaya çalışmalı, Allah’ın rahmetini talep etmeli, azabından korunmalı, azameti karşısında huşu duymalıyız.
2. Cibril’in Hz. Peygamber’e okuduğunu, kendimizi Cibril’den alıyor gibi düşünmeliyiz.
3.Hz. Peygamber’in ashabına okuduğunu, kendimizi de ashaptan biri gibi hissetmeliyiz.

“Ey iman edenler,” benzeri hitapları okunduğunda veya işitildiğinde; “Emret Allah’ım, buyur Allah’ım,” denir; hitap, can kulağıyla dinlenir, içselleştirilir ve okunan âyetlerin gereği yerine getirilir. Söz gelimi; “Ey iman edenler samimi ve kesin dönüşle tövbe edin.” âyetinin gereği; kul haklarına riâyet etmek, insanlarla helâlleşmek, borç ve emanetleri sahiplerine vermektir. Bu cümleden olmak üzere: “Ey iman edenler nefislerinizi ve yakın akrabalarınızı ateşten koruyun.” âyetinin gereği, akrabalara namazı, orucu, abdesti, guslü vb. konuları tebliğ etmek ve öğretmektir.

Cüneyd Bağdadi, Kur’an’ı okuyup O’nunla amel etmenin önemi noktasında şunları der: Kur’an’ı anlayarak ezberlemeyenlerin, hadisleri yazmayanların dergâhımızda yeri yoktur. Bu yola İlimsiz koyulanlar şeytanın maskarası olurlar. Yolumuz, Kitap ve Sünnet’tir. Muhammed İkbal sabahları Kur’an okumayı âdet edinmişti. Bir defasında babası kendisine, “Evladım ne yapıyorsun?” Der. O da; “Kur’an okuyorum,” cevabını verir. Aynı soru ve cevap uzun süre devam eder. Muhammed İkbal bir defasında;

–Babacığım aynı suali neden tekrarladığını merak ettim. Ne yaptığımı iyi biliyorsun, deyince, babası;
–Evladım, şunu sana hatırlatmak istedim: Sana nazil olmuşçasına Kur’an oku.

İkbal, babasının bu cevabından sonra hayatının değiştiğini, Kur’an’ın şiir ve düşünce hayatında en etkili unsur olduğunu ifade eder.

Mustafa Sâdık er-Râfii de; “Kur’an okuduğumda, kendimi Cibril’in Hz. Peygamber’e, O’nun da ashabına Kur’an’ı tilavet ettiği saâdet asrında hissediyorum, der.

Kur’an’ı yavaş yavaş, anlamını düşünerek, harflerin mahreçlerine ve tecvid kurallarına dikkat ederek itinalı oku; şeytanın şerrinden Allah’a sığın. Okurken Hz. Musa’nın Allah ile konuşmasını düşün. Kendini orada bulunan ağaç, taş ve dağ yerinde tasavvur et, okuduğun kelimeleri, yüce Mevla’nın buyurduğunu düşün. Allah’ın sözünü Allah’ın sesinden dinliyor duygusu ile oku, bir taraftan da kulaklarınla dinle.

Kur’an’ı anlamadan ezberleyenlere karşı Hz. Ömer’in şu tavrı çok anlamlıdır. Ebu Musa Eş’ari, Hz.Ömer’e, Basra’da çok kişinin Kur’an ezberlediğini ve kendilerine maaş bağlanmasını talep eder. Ebu Musa, müteakip yıl Hz. Ömer’e Kur’an ezberleyenlerin sayısının önceki yıllara göre kat kat arttığını yazar. Bunun üzerine Hz. Ömer, kendisine şu cevabı yazar: “Hâfızalara maaş bağlamayız; çünkü hâfızaların ezberle uğraşıp Kur’an’ı anlamaktan yüz çevirmelerinden endişe ediyorum.

KUR’AN OKUMA DÖRT AŞAMADIR:

Birinci aşama: Okuyucu, kendisine Kur’an’ı anlama imkânı verecek bir iman ortamı ve atmosferini hazırlar.

İkinci aşama: Okuyucu, bu aşamada Kur’an âyetlerini okumaya yönelmelidir. Yani okuyucu işe Kur’an’la başlamalı ve O’nun gölgesinde yaşamaya koyulmalıdır.

Üçüncü aşama: Kapalı bir kelimeyi açıklamak, nüzul sebeplerini tespit etmek, kavrayamadığı bir manayı vuzuha kavuşturmak ve özel bazı hükümleri öğrenmek için kısa bir tefsire müracaat eder.

Dördüncü aşama: Bu aşamada okuyucu, konuları enine boyuna ele almalı, mevzulara giren ve çeşitli bilgi kültürleri savunan uzun bir tefsir okur. Kur’an’la gereken iletişimi sağlamak amacıyla her birimizin Kur’an’dan günlük üç virdinin olması gerekir.

Birinci virt; tilavet virdi: Okuyucu virtle Kur’an’ı usul ve edebine uygun okur. Kur’an’ı her ay bir kez hatmedecek şekilde okur. Bu Hz. Peygamber’in Kur’an okurları için koyduğu en alt sınırdır.

İkince virt; ezberleme virdi: Okuyucu, her gün bir veya iki veya üç âyet ezberler. Öyle ki yıllar sonra baştan sona Kur’an’ı ezberlemiştir ve iyi bir hâfıza olacaktır.

Üçüncü virt; anlama ve düşünme ve hayata geçirme virdi: Tilavet ve ezberleme virtlerinden asıl amaç budur. Okuyucu bu sayede, Kur’an’ı bütün varlığıyla duyacak ve hayatında yaşayacaktır.

Abdullah bin Ömer, Bakara Sûresi’ni sekiz yılda ezberledi. (Hâşâ) bu onun geri zekâlı oluşundan değildi. O, sekiz yılını Kur’an’ın lâfızlarına değil; anlam ve yaşamına verdi. İbni Ömer, sekiz yıl değil, sekiz günde Bakara süresini ezberleyecek kabiliyetteydi. Sahabe içinde çok sayıda hafızların bulunmaması bundan olsa gerek. Onlar, ezberden çok anlamayı ve yaşamayı hedefliyorlardı.

Anlamadan Kur’an okuyanların sevap almadıklarını savunmuyoruz. Anlayarak okumanın, anlamadan okumaktan kat kat fazla sevap getirdiğini söylüyoruz. Okuma-yazma bilenlerin sayısının düşük olduğu dönemlerde, Kur’an’ı anlamadan okuyanlar bir derece mazur sayılabilseler de, her dilde yazılan meal ve tefsirlerin, video, kaset, bilgisayar, internet ve yayıncılığın had safhada olduğu günümüzde anlamadan Kur’an okumayı mazur görmek uygun olmaz.

Cenabı Allah cümlemizi Kur’an’ı hakkıyla okuyup anlayan kullarından eylesin. (Âmin).

(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.)

HADİSLERİN IŞIĞINDA

Hayırda Yarışmak ve Güzel Örnek Olmak

“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.” (Müslim, İmâre, 133)

Peygamberimiz (sav) bir gün arkadaşları ile beraberken Mudar kabilesine mensup bir grup insan geldi. Bu kişiler o kadar fakir görünüyorlardı ki giydikleri elbiseleri nedeniyle neredeyse vücutlarının bir kısmını açıkta bırakıyordu. Peygamber Efendimiz (sav) onları bu şekilde görünce çok üzüldü ve yüzünün rengi değişti. Bu arada namaz vakti girdi. Hep birlikte namazlarını kıldılar. Daha sonra Peygamberimiz (sav) bir konuşma yaptı ve Haşr suresinden şu ayeti okudu: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Ardından Peygamberimiz (sav) konuşmasına şöyle devam etti:

“Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, az bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hatta yarım hurma bile olsa sadaka versin.”

Peygamberimizin bu sözleri üzerine ensardan bir kişi bir müddet sonra zorlukla taşıdığı içi dolu bir torba ile geldi. Bunları fakirlere dağıttı. Bunun ardından diğer sahabeler de yiyecek ve giyecek getirdiler. Sahabenin bu güzel davranışından memnun olan Peygamberimiz (sav) tebessüm ederek sözlerine şöyle devam etti:

“İslam’da iyi bir çığır açan kimseye bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Zekat, 69)

Dinimiz güzel davranışta bulunanları mükafatlandıracağını müjdelemiştir. Ancak güzel davranışlara öncülük edenler daha çok sevap kazanacaklardır. Yukarıdaki hadiste de gördüğümüz üzere Peygamberimiz (sav) hemen koşup yardım getiren sahabeyi takdir edip övdüğü gibi onun izinden gidenleri de övmüştür. Ancak bu konuda en büyük fazilet güzel davranışa öncülük eden ve örnek olan kimseye aittir. Bu nedenle onun açtığı yoldan giden herkesin ecrinden bir pay katlanarak o kişiye ayrılır.

Hiçbir insanın yaptığı kötülük karşılıksız kalmaz, bir gün mutlaka cezalandırılır. Bunun yanı sıra yaptığı kötülüklerle diğer insanlara örnek olanlar ayrıca bu davranışlarının cezasını çekerler. Çünkü onlar davranışlarıyla ve yaptığı işlerle başkalarının da günaha girmesine yol açmışlardır. Mesela, Hz. Adem’in oğullarından Kabil, kardeşi Habil’i öldürerek yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiştir. Kur’an’da belirtildiğine göre Habil ile Kabil Birer kurban takdim etmişlerdi. Ancak Habil’in kurbanı kabul edilmiş, Kabilinki ise reddedilmişti. Bunun üzerine Kabil kıskançlık nedeniyle kardeşi Habil’i öldürdü.(Bkz. Maide Süresi, 27-30. ayetler) Böylece Kabil yaptığı kötü iş dolayısıyla hem kardeşini öldürmenin hem de daha sonra haksız yere birini öldüren bütün kişilerin günahını yüklenmiş oldu. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bu duruma işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Haksız olarak öldürülen her kişinin günahından bir pay Adem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o (haksız yere), insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.” (Buhari, Cenaiz, 33.)

Başta ailemiz olmak üzere bütün topluma karşı sorumluluklarımız vardır. Bu sorumluluklarımızın başında öncelikle iyi ve güzel davranışlarımızla, ahlakımızla çevremizdekilere örnek olmamız gelir. Eğer yaptıklarımızla toplumda kalıcı bir iz bırakabilirsek Peygamberimizin şu müjdesine de nail olmuş oluruz: “Kim, kendisinden sonra onunla amel edilen güzel bir âdet ortaya koyarsa, ona, bununla amel eden kimselerin sevabının aynısı, o (amel edenlerin) sevabından hiçbir şey eksiltilmeksizin verilir. Kim de kötü bir adet ortaya koyarsa, ona, bununla amel eden kimselerin günahının aynısı, o (amel edenlerin) günahlarından hiçbir şey eksiltilmeksizin verilir.” (Darimi, Mukaddime, 44)

DUA

Ey Rabbimiz! Bizleri hayırda yarışıp önde giden ve senin yolunda hayırlara vesile olan kullarından eyle. Bizi hak yolda hizmet eden kullarından eyle.

Ey Rabbimiz! Bizleri yanlış yola sapanlardan ve başkalarını da yanlış yola saptıranlardan eyleme.

NÜKTE-HİKMET

Nefis Terbiyesinde Bazı Ölçüler

Yahya bin Eksem, iyi bir eğitimci ve terbiyeci idi. Halife Me’mun’un oğullarının terbiyesi ile o meşgul oluyordu. Aynı zamanda mahkemede kadılık da yapıyordu.

Bir gün mahkemede iken yanına birisi gelip:
- Allahü Teala kadı efendiye iyilik versin, halini iyi eylesin, dedi ve bazı sualleri olduğunu, sormak istediğini söyledi.
Yahya bin Eksem, sormasına izin verince, aralarında şu diyalog geçti:
- Yemek yemede ölçüm ne olsun, söyler misin?
- Açlık ile tokluk arasında yiyeceksin.
- Gülmede ölçüm ne olacak?
- Yüzünde tebessüm olacak, fakat sesini kahkaha şeklinde yükseltmeyeceksin.
- Ağlama hakkında ne dersin?
- Allahü Teala’nın korkusundan ağladığını kimseye gösterme, Tenhada, gizli ağla.
- Amellerim hususunda ne tavsiye edersin?
- Gücünün yettiği kadar gizle. Ta ki, ucub ve riyaya kapılmayasın.
- Amellerimden ne kadarını göstereyim?
- Salih kimselerin sana uyacağı ve insanların sana güvenebileceği kadarını.

[1] İbrahim,14/34.

[1] Kamer,54/46.

[1] Sâd,38/29.

[1] Buhari,Tefsiru Sûreti Abese,1.

[1] Nisâ, 4/43.

[1] Tahrim,66 /6.

[1] Kâri,Mirkât,  1/37.

[1] Râfii, İ’caz, s.21.

[1]Kettânî, et-Terâtibu’l-İdâriyye, 2/280.


Hazırlayan Muhammed ikbal CANDAN

 

 

Editör: TE Bilisim