Hüsn ü keder def ola

Dilde hicap def ola

Cümle günah efola

Bayram o bayram ola(…)

 

Olaysız, kedersiz ve barış kokan bir bayramı daha geride bıraktık. Kelime anlamı ile de ‘yakınlaşmak’ olarak anılan Kurban Bayramı’nda kesilen kurbanlarla hem Allah’a yakınlaştık (inşallah) hem de yoksullara.

 

Et bahanemiz oldu, gitmediğimize gittik, küsler ile barıştık. Hem biz güldük hem yoksulu güldürdük. Dünyadaki 3 günlük resmi tatili yaşarken hayır kapılarının 7/24 açık olduğu gerçek hayatımıza karınca kararınca ‘hayır’ taşıdık.

 

Vesilesi et, vesileyi eyleyen yüce Allah’tan gelen kudret olunca ‘bayram’ ettik kısaca.

 

***

 

İnsanların muazzam arayışlar içinde olduğu bir dönemde doğal ‘eşitlik’ düşünceleri ve emirleri üzerine kurulu İslam dininin farkında olmayanlar hala komünizm ve benzeri manifestolarla yeni varoluş reçeteleri yazmaya çalışırken, üstad Bediüzzaman Said-i Nursi’nin değimiyle, “Zaman ihtiyarladıkça, Kur’an gençleşiyor”. O gençleştikçe de bu kutsal kitapta yazılanlar daha bir anlam bulup, daha bilimsel gerçeklerle karşımıza çıkıyor.

 

En basitinden bayramı dolu dolu yaşarken sizin de aklınıza gelmedi mi hiç?

 

Kur’an-ı Kerim’in ve o kutsal kitapta yazılanların asırlar öncesi yazılmasına karşın gün geçtikçe daha somut bir şekilde bu ahir hayatta karşımıza çıktığı gerçeği görülemeyecek kadar uzak olamaz.

 

Daha halen bile yaşadığımız Kurban Bayramı mesela…

 

Gerçekten de böyle değil midir? Yakınlaşmak anlamı taşıyan ‘Kurban’ biz insanları hiç olmadığımız kadar birbirimize yakınlaştırmıyor mu? Normal zamanlarda ‘Ne yer ne içer?’ diye aklımızın ucundan bile geçirmediğimiz komşularımız, mahallemizdeki yoksullarımız bu bayram vesilesiyle hepimizin ortak derdi olmuyor mu?

 

Hepimiz “Kime verelim?”, “Hangi yoksulu sevindirelim?” gibi düşüncelerle kapı kapı dolaşıp yakınlaşma vesilemiz olan kurban etlerini vererek binlerce, ülke bazında milyonlarca insanı sevindirmiyor muyuz? Bu da zengin ile fakirin, siyah ile beyazın, Kürt ile Türk’ün yakınlaşması anlamında bir vesile değil midir?

 

Peki bu yakınlaşmadan Allah’ın payına düşen nedir?

 

Allah’ın kendi yarattığı hayvan ırkının kanına, etine ihtiyacı mı vardır?

 

Haşa…

 

İşte olayın temelinde bu yatar. İnsanlar birbirlerine yakınlaştıkça, Allah’a da yaklaşmış olur. Hâlbuki Ramazan ve Kurban Bayramı’nda yaşanılan bu dayanışma ve yakınlaşma münasebetinin her daim vakıf olması gerekiyor. Zira bu iki bayramda dünya malının bir fakiri sevindirmekten daha değersiz, sende çok olanı hiç olmayana vermenle sendekinin tükenmeyeceğini bize her bayramda tekrar tekrar hatırlatılmaması gerekiyor.

 

Yılda iki bayram bizim bunu hatırlamamız için yetmiyor mu? Her ay yeni bir bayram ile hatırlatılması mı gerekiyor? Çok uzağa gitmeye gerek yok. Başucumuzda dünya kadar ‘kişisel gelişim’ kitabı bulundurduğumuz bir çağda en ala ‘gelişim’ kitabı olan Kuran-ı Kerim aslında bize ‘mana’ dolu bir hayat ve iki cihanda da saadet sunacak bir yol haritası çiziyor.

 

Mesele sadece ona bakabilmekte. Bilmem hangi yazarın dediklerini birebir yerine getirebiliyor, diyet kitaplarında ‘ye’ dediğini yiyip, ‘yeme’ dediğini yemeyebiliyor iken helal ile haramı hiç bile saymadan Kur’an’dan uzak bir hayatı yaşayabiliyoruz.

 

Halbuki sadece dinimizin emirleri olan o 5 şartı yerine getirirsek hem bu dünyada hem de ahir zamanda zerre eziyet görmeden yaşayabileceğimizi düşenecek kadar modern bir dünyada yaşıyoruz.

 

Şöyle bir düşünün Kelime-i şahadet getirerek Allah’ı ve resulünü kabul eden, namaz kılarak ona olan sadakatini yerine getiren, ‘sen varsın ve ben sana secde ediyorum’ gibi bir teslimiyet içinde olan, oruç tutarak ‘Ben nevsime hakimim’ diye niyet getirip sözünü tutan, zekat vererek malının fazlasını fakirin eksiğine tamamlayan, hem kendini hem din kardeşini kurtaran. Hacca giderek de ölümü ve ahreti dünyada görebilme şansına mazhar olan bir insanın tüm bunları hiçe sayarak hareket etmesinin ne gibi bir gerekçesi olabilir ki?

 

Bırakın uzun vadeli kalkınma planlarını, yoksulluk alt sınırını, asgari ücret hesaplamalarını. Öyle ya da böyle malının 40’ta 1’ini zekat veren Müslümanlarımız olsa tüm bu hesaplamaların bir anlamı kalır mıydı? Ama biz hala altı palavralarla dolu akımlara ve rejimlere boyun eğip ‘zekat’ gibi doğal bir ‘denge’yi görmezden gelecek kadar uzak kaldık dinimize…

 

İşte geride kalmış tüm ‘kötü’ yaşanmışlıkların sebebi kudretli İslam’ı anlayamayışımızdan…

 

***

 

Bırakalım siyaseti, işi, gücü…

 

En azından böyle bayramlarda dinimizin güzelliklerini ve bizim kurtuluşumuz için sunduğu milyonlarca vesileyi bir kez daha düşünelim.

 

Hadi diyelim başucumuzdaki mukaddes kitaba bakamayacak kadar da aciziz, etrafımızdaki binbir vesileyi gözümüzle göremeyecek kadar da uzaklaşmış olamayız ya gerçeklerimizden?

 

Facebook’ta gelen bir bildirimi anında görebiliyorken, twitter’da birileri sizin ile ilgili bir şeyler yazdığında hemen haberdar olabiliyorken aynı toprağı, vatanı paylaştığımız insanların harap ve bitap halini görmememiz aslında ne kadar acı…

 

Teknoloji gelişmiyor aslında, insanlar köreliyor.

 

İnsanlar köreldikçe yanıbaşındaki göremeyip dünyanın öbür ucundaki insanı gördüğünü, konuştuğunu sanarak dünyadan da ahretten de bir o kadar kopuyor.

 

***

 

O zaman ne yapalım?

 

Batıda unutulmaya yüz tutmuş bayramın vesile olduğu bu güzellikleri unutmamaya çalışalım. Ardımızda sadece ve sadece teknoloji ile yaşayan bir nesil yetiştiriyoruz.

 

Bu nesiller bayramın sadece ‘Hayırlı Bayramlar’ yazılı SMS’lerden ibaret olduğunu bilmesin.

 

Bayramın başucunda bayramlıkları ile yatmak olduğunu, sabah erkenden kalkıp babası ile bayram namazına gitmek ardından kabirleri ziyaret etmek anlamına geldiğini, aile bireyleri ile bir araya gelmek için bir vesile olduğunu, kurbanın sadece komşular arasında et değiş-tokuşundan ibaret değil fakirleri sevindirmek ve onlara yılın her günü bu paylaşımı yapmak için bir vesile olduğunu, o ya da bu şekilde kopan bağların her bayram yeniden tazelendiğini öğretmek gerekiyor.

 

Ben bile “Nerede o eski bayramlar…” diyorsam biz ciddi anlamda geçmişimizden ve gerçeklerimizden kopuyoruz demektir.

 

Zira daha bizim küçüklüğümüzde, 10 yıl öncesinde bile kapı kapı dolaşan mendil, para, şeker toplayan çocuklar vardı. Bayram boyunca buluşan dostlar, akrabalar, küsler vardı. Bayram demek heyecan demekti, umut demekti. Bayram sabahı uyandığınızda o bayram kokusunu alabilmek demekti…

 

Şimdi yok artık o eski koku…

 

Çocuklar öğlen namazında uykudan kalkıp, şeker bile toplamaya tenezzül etmiyor artık. “Bayramınız kutlu olsun, şekerimiz bilmem ney olsun” diye mesaj atılıyor şeker bile ayağa davet ediliyor artık.

 

***

 

Bayramı ve bayram vesilesini ve dinimizdeki anlamını çocuklarımıza da öğretelim ki işte bayram o vakit bayram olsun.

 

Hayırlı bayramlar efendim.