Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı. Hepimiz için sadece bir tarih değil, bir ruh, bir hatırlatma, bir duruş günü. Bundan tam 102 yıl önce bu topraklarda yaşayanlar, yokluk içinde, açlıkla boğuşarak, ama asla teslim olmayarak bir destan yazdı. O günün kahramanları, “bu vatan bizim” dediler, canlarını ortaya koydular, ölümü göze aldılar. Çünkü onlarda bir ruh vardı: mücadele ruhu.
Şimdi gel gelelim bugüne… O ruhun gölgesinde, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan acılara bakınca, ister istemez içimiz burkuluyor. Özellikle de Gazze’ye… Çocukların, kadınların, masum sivillerin bombalar altında can verdiği, yıkıntılar arasında hayatta kalmaya çalışanların gözyaşlarını izliyoruz. Biz izliyoruz, dünya izliyor, ama çok az kişi harekete geçiyor. İşte burada insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Bizim 30 Ağustos ruhumuz nereye kayboldu?
Bir başka mesele de şu: İnsanlık olarak da sınıfta kalıyoruz. 21. yüzyılda hâlâ bombalanan hastaneleri, enkaz altında ölen çocukları izlemek zorunda kalıyoruz. Birkaç sosyal medya paylaşımıyla vicdanımızı rahatlatıyoruz, sonra günlük hayatımıza devam ediyoruz. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ama unutmayalım, bizim rahat uyuduğumuz her gece, Gazze’de bir çocuk korkuyla uyanıyor.
Bakın, 1922’de Anadolu insanı büyük devletlere, dev ordulara karşı direndi. Silah yoktu, ekmek yoktu, ama inanç vardı. O inanç bir milleti ayağa kaldırdı. Şimdi ise Gazze’de insanlar açlıktan ekmek bulamıyor, yaralarını saracak ilaç bulamıyor. Ama ne İslam dünyası, ne de insanlık büyük bir ses çıkarabiliyor. Koca koca devletler, ekonomik güçler, siyasi liderler… Hepsi üç maymunu oynuyor: görmedim, duymadım, bilmiyorum.
Bazen düşünüyorum; eğer Atatürk ve silah arkadaşları da “ya biz kimiz ki, koca devletlere karşı ne yapabiliriz” deseydi, bugün biz hangi bayrağın altında olurduk? Ya da hangi dilde konuşuyor olurduk? İşte 30 Ağustos bize bunu hatırlatıyor: Hangi şartlarda olursak olalım, mücadele edersek kazanabiliriz. Yeter ki birlik olalım, yeter ki inanalım.
Ama bugün Gazze’de o birlik yok. Belki de asıl sorun bu. İslam dünyası paramparça, her devlet kendi derdinde. Oysa 30 Ağustos zaferi, farklı görüşlere, farklı düşüncelere rağmen bir araya gelen insanların eseriydi. Bir köyden bir çiftçi, başka bir şehirden bir öğrenci, bir imam, bir öğretmen, bir asker… Hepsi tek yürek oldu. Peki bugün neden aynı birlik Gazze için sağlanamıyor?
30 Ağustos’un bize verdiği en büyük derslerden biri de şuydu: Sessiz kalırsak kaybederiz. Bizim dedelerimiz “biz varız” dediler, düşmana karşı seslerini yükselttiler. Bugün de insanlık, Filistin için “biz varız” diyemediği sürece, kaybeden sadece Filistinliler değil, hepimiz olacağız. Çünkü zulme sessiz kalan, aslında zulmün ortağı olur.
Şimdi bir an durup düşünelim: Biz bu mirasın torunları olarak ne yapıyoruz? 30 Ağustos ruhunu sadece bir bayram günü hatırlayıp, ertesi gün unutmak mı bize yakışır? Yoksa o ruhu yaşatıp, dünyadaki mazlumların sesi olmak mı?
Belki tek başımıza koca devletleri durduramayız, ama sesimizi yükseltebiliriz. İmkânımız ölçüsünde yardım edebiliriz. En önemlisi de, unutmadan, alışmadan, kanıksamadan bu acıyı sürekli gündemde tutabiliriz. Çünkü tarih bize defalarca gösterdi: Sessizlik, zalimin en büyük silahıdır.
Bugün bayramımızı kutlarken, sokaklarda bayraklarımızı dalgalandırırken, gönlümüzden bir dua eksik olmasın: Hem bu ülkenin kurtuluşu için canını feda eden şehitlerimize, hem de bugün Gazze’de yaşanan o büyük dramın mağdurlarına. 30 Ağustos’un zafer ruhunu, sadece kendi sınırlarımızda değil, bütün insanlık için yeniden hatırlamanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Unutmayalım dostlar, zafer sadece savaş meydanlarında kazanılmaz. Zafer, vicdanını kaybetmeyenlerin, zulme karşı susmayanların eseridir. Eğer biz susarsak, yarın çocuklarımız bize şu soruyu sorar: “Siz dedelerinizin mirasını neden taşımadınız?”
İşte o soruya verecek cevabımız olsun diye, bugün Gazze’nin sessiz çığlığını duymak zorundayız.