Ahlaksızlara tıp öğretmeyin!

Hippokrates

Resullulah (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü, mü’min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62)

Ahlak bir toplumu, aileyi, ferdi güvenilir yapan melekelerin başında gelir. Ahlakın olmadığı yerde hiçbir şeye güven olmaz ve hiçbirşeyin de  değeri olmaz. Ahlaksız kelimesi herhangi bir kelimenin önün gelirse o kelimeyi değersiz kılar. Bu konuda Rousseau:  "Ahlâksız âlimden beşeriyete bir fayda gelemeyeceğini ve belki zararlara sebep olacağını ve ahlâkın ilme tercih edileceğini" ifade etmektedir. Bir başka düşünür de “insanları ahlaki açıdan geliştirmeden eğitmek, toplumun başına bela sarmaktan başka bir işe yaramaz.” demiştir.

Bir eylemin ahlaki olup olmadığını nasıl anlarız? Ünlü gazeteci yazar Ernest Miller Hemingway bu durumu şöyle tarif eder:     

“Ahlak konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o davranışın ahlakidir; eğer kendini iyi hissetmiyorsan o gayri ahlakidir. “ 

Ahlakı ön planda tutan milletler hep başarılı olmuşlardır. Japonlar’ ın  iş ahlakını sanırım bilmeyen yoktur. Japonlar bu konuda o kadar hassastırlar ki işlerinde bir aksama olduğu zaman kendilerini sorumlu tutup intihar etmektedirler. Çoğumuz bu olayı abartılı bulabiliriz ancak onlara göre bu durum onur meselesi. 

Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.” (Kalem Suresi 4. Ayet) “Üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır.

Bir sahabi Hz. Âişe’yi ziyaret edip ve  aklına takılan  bazı sorular sormak istedi. Âişe annemize ilk olarak:

- Ey Müminlerin annesi! Bana Resûlullah’ın ahlâkını (yaşayışını) anlat, dedi. Hz. Âişe:

- Sen  Kur’an’ı okuyorsun değil mi? diye sorunca Sa’d:

- Evet, okuyorum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Âişe yukarıdaki sözü söyleyerek:

-Resulullah'ın ahlakı Kur’an idi, demişti. Resullulah da güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır.

Hâtem-i Esamm Hazretleri’nden şu misal çok ibretliktir:

Hâtem-i Esamm Hazretleri; zayıf, dertli, perişan bir kadınla konuşuyordu. Kadın, derdini yana yakıla anlatırken, o heyecan içerisinde kadından hoş olmayan bir ses duyuldu. Kadın mum gibi eridi, ezildi, bitti, mahvoldu. Öldürücü bir sessizlik. Şeyh, bir heykelden daha hissiz muazzam bir vakarla kadına baktı;

“–Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum, yüksek sesle konuşunuz, bağırınız! Ben sağırım!” dedi.

İstemeyerek kendinden çıkan sesin duyulmadığını zanneden zayıf, dertli ve perişan kadın, bir anda rahatladı. Bu harikalar harikası ince davranış Şeyhe  «esamm» (sağır) lâkabını taktırdı.

İşte gerçek edep örneği.