Genelde yazılan yazıların giriş kısmında ne söyleneceği hep çok düşünülür. Benim ise ilk düşündüğüm cümle giriş kısmından oldu; başa gelmeden anlamıyoruz.

Hemen hemen her konuda yapılan genel bir yorumdur bu. Ancak yaşadığımız duruma göre değişkenlik gösterebilir. Bir konunun önemini kavramada, empati kurmada, önceleri yapmamız gerekenlerin sonradan farkına varmada hep aynı cümle bize öncülük eder. Başa gelir ve anlarız.

2019 yılının sonunda Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan, ilk duyduğumuzda Dünya'nın bir ucu, bize ulaşmadan elbet çaresi bulunur dediğimiz, 10 Mart 2020'de ülkemizde ilk vakanın görülmesiyle gerildiğimiz, 1 Nisan 2020'de Sağlık Bakanımızın ülkemizin tamamına yayıldığını söylemesiyle ciddiyetini kavrayabildiğimiz Covid-19 da başa gelince anlaşılan felaketlerden biri oldu.

Virüsün ülkemizde görüldüğü ilk zamanlarda her şey aslında normale yakın devam ediyordu, özelde şehrimiz vakanın az sayılarda olduğu, henüz Covid 19'a bağlı can kayıplarının yaşanmadığı, tedbirlerin devamlılığı ile kısa zamanda bertaraf edilebilecek bir salgın seyri vardı. Ancak çeşitli sebeplerle bir anda her şey alt üst oldu. Vaka sayısının alt seviyede seyrettiği şehrimiz, ülkenin en fazla vaka görülen şehirleri arasına girdi. Dört tarafımız mobil uygulamalarda hızla kıpkırmızı görülmeye başladı ve maalesef en sonunda başımıza geldi. Covid, evlerimizdeydi.

Test sonucunun pozitif çıkmasıyla beraber, (bulaş öncesi süreç boyunca mecburiyet olmadan, tedbir amaçlı çıkmamamız gereken evlerimizden) hanemizin diğer mensuplarına bulaştırmamak için zorunlu olarak kendimizi bulduğumuz odalara döndü yaşam alanımız. Her gün hangi belirtiyle uyanacağımızı düşünüp, zaman zaman ağrılardan dolayı uyuyamazken aile sofrasında yemek yiyebilmenin kıymetini ancak o zamanlarda anladık. Kimileri nispeten daha şanslıydı, kısa zaman içerisinde mahrum kaldığı nimetlere yeniden ulaştı ancak kimileri ise aksi sonuçlar elde etti ve Covid-19 en yakınlarını aldı.

İşte tam da burada o ara dönemden bahsetmek istiyorum. Yani bulaşın gerçekleşmesi, evde mücadele, servis odasına taşınmasından sonra yoğun bakım esnası. Yoğun bakım anından itibaren her şey çok daha farklı seyretmeye başlıyor. Başlangıçtaki o ev karantinası durumu, yerini yoğun bakım kapısındaki stresli bekleyişe bırakıyor. Bu aşamada devreye İmmun Plazma bağışına duyulan ihtiyaç giriyor.

Bildiğimiz gibi henüz bir tedavisi olmayan Covid-19'un en etkili çözümlerinden biri de plazma nakli. Daha önce virüse yakalanmış, atlatmış kişilerin kanlarının bir başkası için şifa olabilme durumu, umudun da en büyük kaynağı. Ama maalesef insanlarımız henüz tam anlamıyla plazma bağışının önemini kavrayamamış olacak ki olası bir ihtiyaç durumunda ne kadar az bağışçı olduğunu da görüyoruz.

Tekrar etmekte fayda var, işte bu anda yine başa gelmeden bilmeme durumu karşımızda beliriyor. Allah karşılaştırmasın da. Ama bilinmelidir ki, covidi atlatmış hemen herkes durumumun daha ağır seyretme ihtimali olduğunu düşündüğü esnada plazmanın önemini bal gibi anlamışken, ihtimal ortadan kalkınca adeta plazmayı da unutuyor. Hâl böyleyken ani ihtiyaç anlarında plazma bulunamıyor. (Yazımız aracılığıyla okuyan, sesimizin ulaştığı herkese plazma bağışının önemini hatırlatıp bağış tavsiyesinde bulunmuş olalım). Uzun lafın kısası, plazma bağışında bulunmazsak “bir şey” olmuyor ama bulunursak “çok şey” olabiliyor.

Başlarken dediğimiz "başına gelmeden anlamama" durumunu "Başa Gelmesin" diye değiştirmekte fayda görüyorum.

İlk yazımızda daha farklı bir konu işlemek mümkünken, gündemimizi uzun zamandan beri meşgul eden, uzun bir süre daha meşgul edecek gibi duran bu elzem konuyu işlemekte fayda gördüm ve sizinle paylaştım.

Son bir hatırlatmada daha bulunarak sonraki yazılarda okuma hevesi olması açısından yazımı bitiriyorum.

"Sonradan pişman olmamak, keşke dememek için maskeyi durması gereken yerde taşımak, önlemleri üst düzeyde tutmakta büyük fayda var."

Olabilecek en yakın zamanda daha güzel konularla yeniden bir araya gelme ümidiyle...