Bir çocuk, 12 kilometre, Gazze

Abone Ol

Biliyor musunuz, bir çocuk 12 kilometre yürüdü geçenlerde. Ayakkabısı var mıydı, bilmiyorum. Yolda kaç kez dinlendi, bilmiyorum. Korktu mu, acıktı mı, üşüdü mü, bilmiyorum. Ama bir ekmek almak için yola çıktı. Ekmek. Sadece bir somun ekmek.

Gazze'den bahsediyorum. Çocuklardan. Açlıktan karnı sırtına yapışmış, gözleri ışığını kaybetmiş çocuklardan. Adını bile bilmediğimiz, belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir çocuktan... 12 kilometre yürüdü, ellerinde umutla. Ve sonra bir kurşun, sırtından vurdu onu. Ekmek elindeydi. Sadece ekmek taşıyordu. Bomba değil, silah değil. Terörist değildi. Sadece bir çocuktu. Yaşamak istiyordu.

Ne acı ki artık bu cümle bile kanıksandı. “Sadece bir çocuktu.” Artık bu söz bile yankı uyandırmıyor. Çünkü Gazze'de ölüm sıradanlaştı. Bir çocuğun gözümüzün önünde açlıktan can vermesi bile dünya gündeminde birkaç saniyelik bir yer kaplıyor. Sonra başka bir trajediye geçiliyor, başka bir felakete. Her şey hızla akıyor. Ama orada zaman duruyor. Mideler boş, annelerin göğsü boş, fırınlar boş, market rafları boş... Sadece mezarlıklar doluyor.

Açlık istatistik değil, ölümdür

Son haftalarda açlıktan ölen çocukların sayısı giderek artıyor. UNICEF, Dünya Gıda Programı, BM... Hepsi "alarm veriyor", "uyarıyor", "endişeliyiz" diyor. Ama kelimeler bir şeyleri değiştirmiyor. Açlık bir istatistik değil çünkü. Açlık, küçük bir bedenin nefes nefese kalması, baygın düşmesi, annesinin gözlerinin önünde erimesidir. Açlık, çocuğuna süt veremeyen annenin kendi tırnaklarını yemesidir. Açlık, vicdanı olan herkesi suskun bırakan bir çığlıktır. Ama işte, herkes susuyor.

Dünyanın dört bir yanından gelen "kınama" mesajları artık içi boş kartpostallar gibi. Cümleler birbirini tekrar ediyor. “Endişeliyiz.” “İnsani yardım sağlanmalı.” “Siviller korunmalı.” Evet, korunmalıydı zaten. Ama korunmadı. Sadece seyredildi.

Ekmek kuyruğunda vurulan vicdan

12 kilometre yürüyen çocuk sadece ekmek almaya gitmedi. O çocuk aslında hepimizin vicdanına yürüdü. Ve biz, o ekmeği alamadan sırtından vurulmasına sessiz kaldık. Biri onu gerçekten vurdu evet, ama biz de susarak bir kurşun sıktık arkasından. Bugün Gazze’de bir çocuk ölüyorsa, bu sadece bombaların değil, aynı zamanda sessizliğin sonucudur.

Bazı şeyler anlatılamıyor. Acı, bazen kelimelere sığmıyor. Ama bu sessizlik, bu duyarsızlık… İşte bu artık anlatılamayacak bir utanç. O yüzden de yazmaya, konuşmaya devam etmek zorundayız. Belki birileri rahatsız olacak, belki "yine mi Gazze?" diyecek. Ama evet, yine Gazze. Çünkü hala ölüyorlar. Çünkü hala bir çocuk ekmek almak için yürüyüp sırtından vuruluyorsa, biz henüz doğru yerde değiliz.

Eylemsiz vicdan işe yaramaz

Yardım konvoylarının girişine izin verilmiyor. Gıda yok, ilaç yok, su yok. Ve herkes izliyor. Modern dünyanın teknolojisiyle donanmış kameraları, uyduları, yapay zekaları, Gazze’deki her hareketi izliyor ama kimse o çocuğun nefesini duymuyor. İnsanlığın geldiği yer burası işte: izlemek. Müdahale etmek değil. Konuşmak, tweet atmak, kınamak… Ama harekete geçmemek.

Dünyanın kalburüstü ülkelerinde bir canlı ölünce manşet olmakta, ki olmalıdır da. Burada bir küçümsemede bulunmuyorum fakat Gazze’de çocuklar açlıktan can veriyor ve çoğu zaman haber bile olmuyor. Bu iki yüzlülük değil de nedir?

Bir ekmek, bir hayat...

Bir öğretmen olarak 13 yıldır çocuklar ve çocuk hakları konusunda yürütülen çalışmalara bir parça katkı sunmaya çalıştım. Bu yazıyı burada bitiriyorum ama mesele burada bitmiyor. Çocukların sağlıklı, güvenli ve adil bir dünyada yaşayabilmesi için çaba göstermeye devam edeceğiz. Çünkü o ekmek, yalnızca bir somun değildi. O, bir hayatın umuduydu. Bir çocuğun yaşama tutunma çabasıydı. Ve şimdi o çocuk yok. Ama geride hepimize yöneltilmiş ağır bir soru kaldı: “Sen ne yaptın?”