Bir kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven ve tepesine de iple bağlı bir salkım muz asarlar. Her bir maymun merdivene çıkıp muza ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk su ile ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda ıslanmayı tecrübe etmiş olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun konur. Yeni maymunun ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha kafesten alınır ve yerine yeni bir maymun konur. Ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. Üçüncü yeni gelen maymunda ilk atağında cezalandırılır. İlk gelen iki maymunun yeni geleni niye dövdükleri konusunda bir fikirleri yoktur ama dövmektedirler. Son olarak da kafesteki ıslanan son maymun olan dördüncü ve beşinci de değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbir maymun merdivene yaklaşıp muzları almak için hamle yapamamaktadır. Neden mi?

Çünkü; burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir.

***

Amacım “Hepimiz maymundan geldik” teorisine katkı sunup Darwin’i haklı çıkarmak değil.

Yüzlerce yılın tartışmasına bir de ben dahil olup bitmez bir tartışmada yer alma niyetinde değilim. Ama muz almak isteyip de bir süre sonra türdeşlerinin de onu almasına engel olan maymunlarla aynı kaderi yaşıyoruz uzun süredir. 5000 yıldan daha fazla bir süredir üzerinde yaşam mücadelesi verilen bu toprak bunları hakkediyor mu? Etmiyor elbette. Bakmayın siz yakın tarihte bu kentin binlerce yıllık geçmişini, kültürüne, mirasına çok sahip çıkamadığımıza… Küçük hesaplar, kitaplar ile koca kentin önemli meselelerinin bir türlü çözülememesine… Kentin siyasetinin kısırlaşmasına, istediğini yaptıramayacak bir kent olacak kadar sesini duyuramayacak bir hale gelmesine… Bu kent kadim bir kent! Ruhunda çok şeyi barındıran bir kent! Öyle olmasaydı binlerce yıkdır bu topraklarda yaşam kurmak, bu topraklara egemen olmak, bu kentin sahibi olmak için hiç bitmeyecek bir mücadele verilmezdi.

***

Urartular’ı, Ermeniler’i, Osmanlı Devleti’ni ve burada iz bırakmış nice büyük medeniyet ve devletleri bir kenara bırakalım. Altın dönemler bunun gibi birçok medeniyet zamanında yaşandı. Zaman, mekân, imkan kıyaslaması yapıldığında o dönemki Van şehrinin yönetimi ile bu dönemin Van şehrinin yönetilmesi ve sahiplikleri arasında fark olduğu aşikar. Son yüzyılda Van’ın o eski halinden eser olmadığı ortada. Bir dönemler 6-7 civarında konsolosluğun bulunduğu, ticaretin merkezi, farklı dinlerin buluşma noktası ve bir medeniyetler şehri olan Van bunun gibi nice kazanımlar kaybetti. Çok az kazandı.

***

Fakat bizlerin, atalarımızın yaşadığı Van kentinde başarı hikayeleri bir elin parmaklarını geçmiyor. Bir tanesinden söz edeyim sadece. 1972-73 yıllarında ülkenin başbakanlığını da yapan Ferit Melen gibi Van’a bölge müdürlüklerinin kazandırması kaybedilen pozisyonlardan sonra önemli bir adımdı. Sonra kurulan fabrikalar, Van-Et’ler, Van-Süt’ler, Yün-İplik’ler falan. Ama devamlılığı sağlanmadı. 80-90’lı yıllar kayıplar, milenyum olarak adlandırılan 2000 ve sonrasında ise Türkiye’nin yeniden atağa geçip bolluk dönemlerini yaşadığı süreçte yokluğu yaşayan bir Van kenti oldu durdu bu kent. Neden?

Çünkü; burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmekteydi.

Bir düzen kurulmuştu. Bu kente istemek, bir şeyler yapmak, büyük işlerin öncüsü olmak, daha doğrusu ‘bir şey’ olmak imkânsız bir hale gelmişti. Kimsenin ‘büyük adam’ olmasına, ‘büyük işler’ yapmasına izin verilmedi. Üstelik bu bir yaşam tarzına döndü. Bunu birileri değil biz kendi kendimize yapar, kendi kendimize reva gördük. İyi şeyler de yapıldı. Yapılanları da arada kente tanan ‘cesur’ bürokratlar yaptı. Bunu da inisiyatif alabildikleri ölçüde yaptı. O kadar. Biz çoğunlukla hep iyi bir şeyler yapmak için uzanan elleri kırmakla meşgul olduk.

***

Enseyi karartmayalım. Bu aralar bu kente bölge müdürlükleri kazandırılması, fabrikalar kurulması gibi unutulmamasına benzer ölçüde etki bırakacak önemli şeyler yapılıyor. Ve bunun aradan kaynamaması, uzun ve sıkıca bir yazıda da olsa anlatılması gerekiyordu. Uzun ve sıkıcı yazıların yazarı olarak bu sorumluluğu da ben üstleniyorum. Kısa bir hikâye ve geçmişe yolculuktan sonra konuya gireyim...

***

Geçtiğimiz günlerde bir kez daha gündeme gelen ama birçok Vanlı’nın dikkatinden kaçan ya da belki de görmediği o hikâyenin adı Kapıköy’dür. Biliyorum, Kapıköy deyince hepimizin aklında son 15-20 yılda yapılan sayısız davullu-zurnalı açılışlar yapılması ama kapının bir türlü açılmaması hep küçük bir sınır ticaret merkezi, bunun da ötesinde kaçakçılığın merkezi olması geliyor. Ama artık bitti. Kapıköy geçen yıl resmen açıldı. Modernize edilerek. Yenilenerek ve yeniden inşa edilerek. Ardından da kapının tam bir gümrük kapısı statüsü kazanması girişimleri başladı. Hedeflere büyük oranda ulaşıldı, şu anki tek eksiğimiz ise kapının 7/24 esası ile çalışmıyor olması… Bunda İran’ın buna hazır olması en büyük sebeplerden birisi. O da yakındır. Biliyorum. Biliyorum çünkü, yakın zamanda İran tıpkı Kapıköy gibi modern bir gümrük binasının çalışmalarını başlattı. Bununla paralel olarak Razi Sınır Kapısı’na uzanan yollarda da çalışma var. Ki bilirsiniz İran tarafındaki bu çalışma da tıpkı Van’daki gibi arapsaçına dönen meselelerdi. Ama çözüldü. Nasıl mı? Anlatayım…

***

Daha önce defalarca açılan Kapıköy bir türlü açılmıyordu. Neden? Çünkü açılışlar, törenler, gidişler-gelişler hep sembolik hep tek taraflıydı. Sonra Fatih Çiftci Gümrük ve Ticaret Bakan Yardımcısı oldu. Van’ın son dönemlerde kazandığı en önemli koltuklardan birisinde oturan Çiftci, oturduğu ilk günden itibaren ‘hatırı sayılır’ işler yapmaya niyetli olduğunu gösterdi. Kısa sürede bakanlıktan Van için çok güzel işler yaptı. En önemlisi için gün gelip çattığında çetin bir mücadele verildi. Fatih Çifci, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun da olduğu bir toplantıda Kapıköy’ün TOBB’a bağlı Gümrük ve Turizm İşletmeleri Ticaret A.Ş. (GTİ) tarafından yapılmasını istedi. Ama “Karlı değil” diye reddedildi. Bakan Çiftci yılmadı. “Etmez” dedi. “Zarar etmez, kar eder” dedi. Hesap yaptı, kitap yaptı. Hesaplanın çok üstünde araç geçeceğinin sözünü verdi. “Bu iş kazandırır” dedi. Ama yine de ikna edemedi. Sonra bakana konuyu iletti. “Benim bu koltukta oturmamın bir anlamı olmalı” dedi. “Eğer bunu yapamayacaksam kentimin yüzüne bakamam” dedi. Israrını sürdürdü. TOBB yetkilileri yine görüştü. Van TSO’yu ve yönetimini davet etti. Yeri geldi yetkili mecralarla kava etti. Ama dediğini yaptırdı. 2017’nin sonunda hızlıca projesini yaptırdı. İki yıl olmadan da Kapıköy modernize edilip tam teşekküllü bir sınır kapısı olarak açıldı. O kapı açıldığında Çiftci bakan değildi, ama arka sıralarda bileğinin hakkıyla kazandırdığı o yatırımın kurdele kesimini haklı bir gurur içinde alkışlıyordu.

***

Van TSO bu süreçte Ankara’ya sıksa seferler düzenleyen taraftı. Kapıköy’ün yapılması gerekliliği noktasında dosyalar hazırlıyor, sunumlar yapıyor, Fatih Çiftci’nin elini güçlendirmeye çalışıyordu. Çiftci’nin her platformda “Alın size belge” dediği süreçlerde Van TSO işin arka planında ciddi bir sekreterya yürüttü. Ama Van TSO’nun o süreçte yaptığı tek iş bu değildi. Necdet Takva başkanlığındaki Van TSO ve yönetimi kritik isimlerle Van’ın son yüz yılda unutmuş olduğu lobi faaliyetleri, uluslararası teşebbüsleri noktasında kritik hamleler yapıyordu? Nerede mi? İran’da…

***

1639’dan beri sınırları hiç değişmeden komşumuz olan ama bir türlü birbirimize elimizi uzatıp iş yapamadığımız İran ile bir şeyler deneniyordu. Kaçak çay, şeker dışında bir şeyler. Legal şeyler. İhracat gibi, ithalat gibi… En büyük kara sınırı Van ile olmasına rağmen Başkonsolosluğu Erzurum’da, İran’da olan bir süreçte, “Artık bir şeyler yapmak gerekiyor” diyen bir kesim vardı. Takva’nın ekibinde yıllardır ticaret yapan ve İran’ı bilen isimler vardı. Bu da süreci götürme anlamında önemliydi. Kritik hamlelerde her birisi önemli dokunuşlar yaptı. Önce küçük küçük adımlar atıldı. Türkiye’ye gelip Van’ı transit geçerek birçok şehre giden İranlılar’a önce Van diye bir komşuları olduğu hatırlatıldı. Bu bize en yakın ticaret odaları, borsalar gibi kuruluşlar ile başladı. Askeri ve güvenlik ziyaretleri dışında ilk kez samimi ortamda sohbetler başladı. Sonra üniversite topa girdi. Burada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi gibi bir üniversite olduğu hatırlatıldı. “Burada da okuyabilirsiniz” denildi.

Sonra fuarlar devreye girdi. “Konya’dan şekerleme alıyorsunuz, onlara peynir satıyorsunuz, yanı başındaki Van ile niye ticaret yapmıyorsunuz” denildi.  Sonra Shopping Fest (Alışveriş Festivali) başladı. İlk başta küçük bir hamleydi. Sonra İranlılar’ın Van’a para akıttığı bir haftaya dönüştü. Sonra bu hafta ay oldu. Sonra yıla döndü. Son Covid-19 krizi öncesine kadar İran’ın “Gitmeyin” nezdindeki tüm çabalarına rağmen İranlılar yılın 12 ayı, 365 gün boyunca Van’da kalmaya başladı.  Van sadece alışverişlerini değil, turizmin, eğlencenin de merkezi oldu. Ama dediğim gibi çok emek verildi, çok diller döküldü. Öyle kolay olmadı yani.

***

Hani dedim ya bir de lobi faaliyeti yürütüldü diye. Onun hikayesi ise şöyle… Van’da Kapıköy Sınır Kapısı modernize edilirken İran tarafında çıt yoktu. Razi Sınır Kapısı derme çatma işliyor, İran’dan sonraki yollar çakur-çukur haliyle can bezdiriyordu. TOBB’un, bakanlığın bahanelerinden biri de buydu zaten. Kapıköy ne kadar iyi olursa olsun, İran tarafında aynı durum olmadıktan sonra ne anlamı vardı? Bunun çözülmesi gerekiyordu. İşte bu noktada uluslararası anlamda yapılan girişimler karşılık bulmayınca yerelde kritik hamleler yapıldı. Bu sürecin birebir şahidi olduğum için biliyorum. Bir gün Sayın Takva ile bir otelde önemli bir toplantı arasında konuşurken söylemişti. “İran’da dengeler değişiyor ve biz bu değişen dengelerden faydalanmaya çalışıyoruz.” Demişti. Neydi o dengeler? Salmas İran’ın son dönemlerdeki yeni endüstri ve sanayi bölgesi olma yolundaki bir kentti ve bu anlamda Tahran’daki lobi faaliyetlerinde eli güçlü bir kentti. Tahran ile doğrudan ilişkiler kurup bu anlamda beklenilen adımları atamayan Van’ın Salmas üzerinden bazı müdahaleleri olabilirdi. Salmas’ta iyi bir muhabbet ve lobi kuran Van TSO bunu kullanmak istiyordu. Bunu Salmas’ta girişimler yapıp Tahran’ın kulağına kar suyu kaçırarak yapacaktı. Şöyle olacaktı: Denilecekti ki, “Kapıköy’de müthiş bir sınır kapısı yapılıyor. Türkiye’nin en modern kapısı olacak. Yolları da uluslararası standartlarda inşa edildi.” Gibisinden söylemler sürekli olarak paylaşılacaktı. Öyle de oldu. Salmas kenti ise bunu her seferinde Tahran’a taşıdı. Başkent üst perdeden aldığı talimatlardan çok yereldeki ‘kıyaslardan’ daha çok etkilenecekti. Van TSO bunu biliyor ve çoktan hesaplamıştı çünkü. Onlar için Türkiye’nin resmi talebindense, “Van’da bile var, bize yok” şeklindeki bir cümle daha büyük etki yaratacaktı. Haliyle Van TSO İran’daki tüm ticaret ve sanayi odası nezdindeki görüşmelerde bunu irdeledi. Doğu Azerbaycan Eyaleti bölgesindeki iller bir yana artık Tahran da Van ile ilişkilerin ilerlemesinin önüne geçemeyeceğinin farkındaydı. Buna engel olmak yerine Salmas üzerinden bundan pay sahibi olma şeklinde bir politika uygulamaya koymaya mecbur kaldılar.

***

Sonra araya krizler girdi. İran ABD’nin ambargosu sonrası ciddi bir ekonomik kriz içerisine girdi. Ülkesindeki vatandaşlara “Dışarı çıkmak yasak” dedi. Kapıları kapattı. Ama engel olamadı. Büyük vergilere rağmen Van ve Türkiye cezbetmeye devam ediyordu. Sonra bu salgın süreci başladı. Kapıları kapattık. Bu sefer de biz “Gelmeyin, yasak” dedik. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere İran bu kapıya mecburdu. Düşünün… Krizin, salgının yaşandığı bir süreçte İran apar topar bizim Kapıköy’ümüzün Ortadoğu’nun, Orta Asya’nın en önemli kapısı olmasını sağlayacak olan, 7/24 çalışmasını açacak, ona uluslararası, jeopolitik bir önem kazandıracak olan gümrük kapısının ve yolların çalışmasını başlattı. Bu ne acele demeyin. Ortada bir pasta vardı ve bu pasta tek başına Van’ın olmamalıydı. İran ortak olmalıydı. Plan tuttu. Ve Van yakın tarihinin en kritik lobi çalışmasında başarılı oldu. İçeride yapamadığımız lobi faaliyeti uluslararası manada karşılık buldu.

***

Takva, “6 yıl önce Van TSO olarak yüzümüzü İran’a, doğuya döndük. Geldiğimiz nokta şehrimiz ve ülkemiz ticareti ve turizmi için büyük bir aşamadır. Bugün İran Razi tarafından gelen görüntülere baktığımızda İran’ın büyük bir çalışma ile Kapı inşaatına başladığını göstermektedir. Şimdi söyleyebiliriz ki; Gelecek bizimdir, gelecek şehrimizindir, gelecek ülkemizindir. İran ile ilişkimiz gelişmelidir, Irak ile, Azerbaycan ile gelişmelidir. Biz bu pazardan vazgeçemeyiz.” şeklide birtakım sözlerle müjdeledi. Son 6 yılın özetiydi bu cümleler. Çünkü Van TSO bu süreçte yüzünü İran’da döndüğü günden bugüne kadar sürekli eleştirildi. İran tarafından çıkan her pürüzde, “Bak size demiştik, İran’a güvenilmez demiştik.” Gibisinden cümleler duydular. “İran’dan dost olmaz” cümleleri hiç bitmedi. Ama buna rağmen Van TSO eldeki en önemli komşudan olmaya niyetli değildi. Olmadı da.

***

Öyle görünüyor ki Kapıköy’de Kasr-ı Şirin ile 500 kilometreyi aşkın sınırın çizilmesi sonrasındaki en önemli günler bu süreçte yaşananlar. Kapıköy’den sonra İran’ın da buraya en modern kapısını yapması burasının jeopolitik konumunu tescilleyecek. Ticaretin kalbinin Van olmasını sağlayacak. Van sınır ticareti değil ithalat ve ihracatın merkezi olacak. Van sadece sınır bekçiliği yapmakla kalmayacak. Ticaret yapmayı öğrenecek. Üretecek ihraç edecek. İhracatçı bir kent olacak. Sadece kaçaktan mazot ihraç edip kazanan değil, ihraç ettiğinden kazanan bir kent olacak. Sonrasında ise konsolosluk gelecek. Sonrasında bitmeyen Van-Şırnak-Habur Karayolu için lobi yapacağız. Onu bitirip Irak ile benzer bir bağ kuracağız. Sonra Azerbaycan için yapacağız. Zor değil. İran’da böyle bir hikâye yazıldı. Diğerlerinde de yazılabilir. Ama bunun için ortaklaşmaya, iş birliğine ihtiyacımız var. Bunun için son dönemlerde olduğu gibi bürokratımızın, siyasetçimizin, STK’larımızın dik durmasına, ısrarcı olmasına, korkmadan Ankara’ya “Biz istiyoruz” demesine ihtiyaç var. Son 20 yılda bunu gördük. “İstiyoruz” diyenler hakkını aldı. Van ise izledi. Bu başarı hikayesi bize ders mi olur, örnek mi olur bilmiyorum. Ama gelecek adımlar için yol haritası olsun bence. Kenti yönetenler, kentin yönetiminde hissedar, söz sahibi olanların aklının bir köşesinde dursun. Fatih Çiftci, Necdet Takva, Van TSO yönetimi ve bu işin emek verenleri de unutulmasın. Günün birinde Van’da bir başarı hikayesi yazılmıştı, bu da “İşte böyle başlamıştı” desinler.

Burada işler böyle başlamış olabilir ama böyle gitmemeli!