Olaylara tabii ki eleştirel bakacağız çünkü eleştirilmekten muaf olan her sistem kendine çekidüzen vermeyecektir ve gelişmeyecektir bu da kısa bir sure içerisinde yok olmasına sebebiyet verecektir. Yeni sistem tekrar yeni sistem tekrar yeni sistem… Bu döngü sağlam bir planlama ve sağlam bir temel olmadığı müddetçe devam edecektir. Burada sistem dediğimiz eğitimle ilgili olan her şeyi barındıran kümedir. Binlerce yıllık tarihi olan devletlerden sağlam bir eğitim yapılanması beklenilir, maalesef bu ülkeler daha yeni ve nüfusu çok daha az olan ülkelerden örneklerle yamalarla eğitim sistemlerinin içine dahil etmeye çalışılıyorlar. Bunların sonucunda çok yamalı gayet biçimsiz bir ceket gibi üstümüzde kalıyor. Burada ülke isimleri verip işin kolayına kaçmayacağım ve bu ülkelerin reklamını yapmayacağım. Evet, başarılı olanlar var ve bizde tebrik ediyoruz ama biz onları geçmediğimiz müddetçe ve potansiyelimizin farkına varıp ortaya çıkarmadığımız müddetçe çok ta bizi alakadar etmez.

Biz basit muhalefetlik yapıp işin eleştirel kısmı ile kalmayacağız. Eleştirirlerimizin yanında daha çok neler olursa neler yapılırsa daha iyi olurlara odaklanacağız. Ben daha önceki bölümlerde eğitimin başlangıç noktası olarak aile ve çevreyi göstermiştim, eğitim ailede ve çevreden başlanılır aynı zaman da bu iki ortamda pekişir, buralardan bağımsız olan bir eğitim düşünülemez. Öğrenciyi derslere güdüleyen iki önemli neden; verilenilen konunun sınavda çıkacak olması ve normal hayatında kullanılabilecek olmasıdır. Bunların dışındaki eğitimler çocuk için fazla bir şey ifade etmez. Devletler buna uygun eğitim politikaları geliştirmelidirler. Bu durum sadece ilkokulda değil eğitimin her kademesinde vardır. Öğrenci sınav öncesi sorar bu konular sınavda var mı diye, alacağı cevaba göre ya konuya çalışır ya da kulak ardı eder. Beni en çok üzen üniversitede de bu durumun fazlasıyla olmasıdır. Ben üniversite birinci sınıfından son sınıfa kadar hep eleştirel baktım bana verilen eğitime. Çünkü benim işime yaramayacak meslek hayatımda faydası olmayacak bir suru konu yoğunluğu ile karşılaştım, bazen verilen dersler sadece günü doldurmak için var, bazen de verilen saatler sadece ülkeye yük olarak var. Uygulama dersleri ve stajlar dışında bize verilen dersler inanılmaz bir israftır. Dört yıl boyunca bize verilenleri iki yılda da verilebileceğinin gayet farkındaydık ama bizde olan düzene ayak uydurduk. Sınıflarda rekabet vardı ki olmalıdır da ama ezberleyen öğrencinin düşünen öğrenciden daha önemli olduğu bir rekabet şeklinde olması ve iyi ezberleyenin iyi notlar alması, düşünenin arka planda bırakılması öğrenciye negatif enerji yüklemektedir ve rekabeti olumsuz pekiştirmektedir. Peki, düşünen öğrencinin farkını ne zaman varıyoruz? Genelde ezberi kuvvetli olan ve üniversitenin yıldızı olanlar ya geç atanırlar ya da atandıktan sonra yıldızları sönüyor. Çünkü sahaya inildiğinde yani iş başında, düşünen öğrencinin parladığı ve farkını ortaya koyduğu her turlu fırsatı önünde bulmaktadır. O öğrenci iş başında kalitesiyle ve yaptığı gözle görülür çalışmalarla hak ettiği övgüyü almaktadır.

Öğretmen arkadaşlarımızın çoğu iyi niyetle, yapacaklarını hayal ederek işe başlarlar ama iş başında iken durumun daha farklı olduğunu görüyorlar. Yukarıda bahsettiğim üniversitedeki eğitimin çoğunun sahada uygulanır bir tarafı olmadığını gören öğretmen arkadaşımız zamanın büyük çoğunluğunu yeni arayışlara harcamaktadır. Sınıf mevcudu bazen 15 iken bazen de 60 kişide olabiliyor ve ilginçtir doğu bölgelerinde sınıf mevcutları İstanbul gibi metropol şehirlerden çok daha az oluyor. Üniversitelerde uygulama dersleri çok az olduğu için maalesef öğretmenler tam bilinçli şekilde işe başlayamıyorlar ve karşılaştıkları bu yeni durum karşısında faydalı olmak için gereğinden çok daha fazla enerji harcamak zorunda kalıyorlar.

Üniversitelerin durumunu ne kadar anlatsak bizi dinleyen pek olmuyor, kendilerine bir gelenek kodlamışlar onun dışına pek çıkamıyorlar. Bizim burada yapacağımız eleştirileri ve önerileri okuyan akademisyenlerimiz olursa belki değer verip ona göre yani çalışmalar geliştirirler. Bizim asıl hedef kitlemiz kendimiziz, biz doğuları ve yapacaklarımızı kendimize anlatalım. Neler yapabileceğimizi, okulda neleri değiştirip ortak çalışmaları nasıl düzenleyeceğimizi konuşalım.

Okulda ki sorunlar bitmez ne yaparsak yapalım mutlaka bir yerden kendini gösteren yeni bir sorunla karşılaşacağızdır. Sorunları sınırlayamayız çünkü okulun etkileşim alanı çok geniştir, hem içerden hem dışarıdan sorunlarla karşılaşabilecek açık sisteme sahiptir ve izole edilmesi çok zordur. Peki biz ne yapabiliriz? Bizim derdimiz öğrencidir önceliğimizi bu doğrultuda geliştirmeliyiz. Okullar sadece işten değil, personel toplantılarına hiç ya da çok az zaman ayırarak, insan odaklı diğer tüm faaliyetlerden farklıdır. Okulda ortak bir kültür ve örgüt mantığı yoksa birlikte çalışıp bir araya gelinmedikçe okulunun çok fazla ilerleyebileceğini söylememiz çok güçtür. İdarecileri surecin dışına itmek yerine onlarla ortak çalışmalar yapıp idarecilerin vizyonlarını kesin net bir şekilde anlamlandırıp doğrularını yanlışlarını ortak kararla ortaya konulması lazım. Bizim sistemimizde sene başı sene sonu kurul toplantıları dışında pek bir ortak fikir alış verişinin olduğu toplantılar olmuyor. Maalesef kurul toplantılarının çoğunluğu da verimsiz geçiyor. Herhangi bir vizyonu olmayan bir idareci hazır olarak bir yerden bulduğu toplantı örneğini sunumunu yapar ve genelde öğretmenlerin çoğu da pek önemseyip dinlemez ve bir iki saat içerisinde bitirilir. Böyle ciddiyetsiz bir toplantının sonucunu da hepimiz tahmin edebiliyoruz.

Öğretmen arkadaşlarımızın bilgi paylaşımı konusunda da çok fazla eksikleri bulunmaktadır. Bir araya gelmek fikir taraması yapmak adeta kendilerine işkence gibi geliyor. Kimse ne kimsenin yanlışını söyleyebiliyor nede bildiklerini meslektaşlarıyla paylaşıyor. Bunları kendi gözlemlerimin sonucu olarak söylüyorum. Böyle olunca her öğretmen kötü her öğretmen iyi oluyor ve kesin bir fark görülmüyor. Buda yapay öğretmen rollerini ortaya çıkarıyor. Eğer öğretmen çocuğa ödev vermiyorsa ondan kötüsü yok ve velilerin sürekli laf saldırılarına uğrarlar, yok eğer çok ödev veriyorsa ve veliyi öğrenciyi sürekli yerli yersiz övüyorsa velinin huyuna gidiyorsa ondan iyisi yoktur. Verilen ödevlerin çoğunluğunu da itina ile veliler yapar çünkü çocuğun başarısını kendi başarısı gibi görürler. Okul dışında diğer velilerle anlamsız bir yarışa girerler. Burada arada kalan tabii ki öğrenci oluyor, ne yaptığını ne yapması gerektiğini tam anlamıyla çözemeyen bir öğrenci profili çıkar karşımıza. Eğer toplantılar yapılıp ortak kararlar alınıp ve bunların doğrultusunda bir okul iklimi oluşturulursa bu tur olumsuzlukların önüne de geçilmiş olunacaktır.

Okulu tek başına bir bina olarak görmek ve tek otoriter, kural koyucu olarak görmek sağlıklı bir düşünce olmaz. okulumuzda yapacağımız her aktivitede tüm paydaşları göz önüne almalıyız; bir öğretmen sınıfı ile ilgili kurallar geliştirecekse mutlaka sınıfında ki tüm öğrencilerden fikir alışverişi yapmalıdır. Böyle bir ortamda sorumluluk bilincinde olacak öğrenciyi eğitmekte çok daha kolay olacaktır ama burada unutulmaması gereken önemli konu öğretmenin sınıf kuralları konusunda kendi kurallarının da önemini iyice kavratması gerekmektedir. Okul müdürü bir kural koyacaksa öğretmenlerin görüşlerine muhakkak yer vermelidir. Öğretmenleri surecin içine dahil edip başından sonuna kadar ortak bir amaç için kurallara sadık kalınmasına özen gösterilmelidir. Okuldaki, sınıftaki kurallar dış paydaşları da etkileyeceğini unutmamalıyız veli sayısı ne kadarsa istekleri de onları sayısı kadar olacaktır. Kimseye pozitif ayrıcalık sağlamayacak şekilde ortak kararlarda buluşulması en doğrusudur.

Benim en çok dikkatimi çeken konulardan bir tanesi de veli toplantılarıdır. Yıllardır veli toplantıları hep bana tuhaf gelmiştir, çünkü veli toplantıları genelde okula para istemek için bir araç olarak kullanılmaktadır. İdareciler önce velileri bir salona toplar okulun durumu ve eksikleri hakkında bir bilgilendirme yapar ve toplantının sonunda da okula bağış istemekle toplantıyı bitirmektedirler. İdarecinin toplantısından sonra veliler kendi öğrencilerinin öğretmenleri ile görüşüp kısa kısa aldıkları bilgilerle evin yolunu tutarlar. Bana mahalle dedikodusu gibi geliyor; ortada onun hakkında konuştuğumuz bir öğrenci var ama öğrenci yanımızda değildir, veli ile baş başa verip yapabileceğimiz kadar dedikodu yapıp toplantıyı bitiriyoruz. Toplantı sonunda veli öğrencisine ya abartarak bir övgu götürür ya da öğrencinin hak etmediği bir seviyede eleştiri götürür. Genelde öğretmen de öğrenciye veli ile ne konuştukları hakkında pek bilgi vermez sadece şikâyet ettiğini söyler. Kırk öğrencili sınıf ta kırk dedikodu ve yüzlerce yalan yanlış bilgi. Bu şekilde yapılan toplantılarda, eğitim hayatımın şu yılına kadar hiçbir fayda sağladığını görmedim. Oysa kırk öğrencinin velisini aynı güne sıkıştırmadan belli zamanlarda öğrencinin de olduğu bir ortamda enine boyuna yanlışları doğruları çocuğun önünde tartışılmalı ve kesinlikle çocuğa da söz hakkı verilmelidir. Daha önceden de değindiğim gibi ortak paydamız öğrencidir yapacağımız tüm toplantılarda öğrenciyi yok saymamız doğru olmaz bu nedenle sınıf toplantılarında ve veli toplantılarında öğrencileri surecin içine dahil edip söz hakkını vermeliyiz ancak o şekilde kamburlaşan sorunlardan kurtuluruz.

Yukarıda da değindiğim gibi uzun uzadıya sorunlara odaklanıp basit muhalefetle olaylara bakmak yerine, kısaca neleri yapmamız gerektiğini ve yeni bir uygulamadan korkmadan değişime ve yeniliklere açık olmamız gerektiğine değinmeye çalıştık.