Ahmet Bey’in günü yoğun geçmişti. O gün çok efor sarfetmişti. Mesai bitimine doğru gün içinde oluşan yorgunluğu hissediyordu. İşini bitirip aşağı indi. Eve gitmek üzere arabasına doğru yöneldi. Arabaya binip yola koyuldu. Yolu henüz yarılamamıştı ki göğsünde ağrı ve sızı hissetti. Sızıyı sol kol ağrısı ve yine sol kol  uyuşması takip etti. Önemsemedi ilk başta. Geçer diye bekledi. Ancak sızı ve ağrı artıyordu. Yolunun üstünde bir hastane biliyordu. Direksiyonu oraya kırdı. Acilin  önüne geldiğinde el frenini çekti, kapıyı açtı, arabadan indi ancak kapısını kapatmaya mecali yetmedi. Oraya yığılıp kaldı. Hastane personeli hemen müdahale edip Ahmet beyi geri getirmeye (duran kalbini çalıştırmaya) muvaffak oldular. Ancak kalbi tekrar tekrar durdu, tekrar tekrar çalıştırdılar... Son kez durduğunda maalesef geri döndüremediler.

Mevtayı (ölü) başka bir birime teslim ettiler. Gereken işlemler yapıldı. Elbiseleri çıkarıldı. Cebindeki eşyalar, telefonu, cüzdanı vs. bir tutanağa bağlanıp emanete koyuldu. Bu arada stop etmeye mecali yetmediği aracı da parka çekildi.

***

Zaman zaman düşünürüm…

Cepsiz elbise yapsam nasıl olurdu? Cepsiz elbise giydiğimizde sahibi olduğumuzu zannettiğimiz eşyaları koyacak yer olmayınca peşinden koşmaktan vazgeçer miydik? Elbette bu bir hayal. Hayal etmek yasak değil ya!

Rahmetli hastaneye gelirken sahibi bulunduğu eşya ve mallara “benim” diyordu. Ancak görünen o ki onların sadece kullanma hakkına sahipti. Tıpkı bizim gibi..

Biz insanlar sürekli bir aldanış içindeyiz. Bütün varlığımıza sahip olduğumuzu düşünürüz. Ancak canımız, servetimiz, evlatlarımız, sağlığımız, aklımız, fikrimiz her şey gerçek sahibinden bize belirli bir süre için verilmiş emânettir. Emanetin korunarak teslim gerekir. Dolayısıyla bu emanetlerden dolayı hesap vereceğimizi bilerek emanetleri güzel bir şekilde kullanmak, ve korumamız gerekir.

Rahmetlinin kim bilir ne hayalleri, ne projeleri vardı? Acaba bugün öleceğini bilseydi nasıl davranırdı? Hemen hemen hepimiz aynı durumdayız. Öleceğimiz günü bilsek farklı davranmaz mıyız? Nitekim yüce Allah ayeti kerimesinde: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım’ der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Mü’minin suresi 99-100)

Elbette yukarıdaki durumun istisnaları var, herkes böyle değildir. Bunlar dua etmese de (Çünkü Resulullah ölüm için duayı hoş görmemiş) yaşamın ağırlığından sevgili Allah’a ve Resulullaha kavuşmayı iple çekiyor.

Merhum M.Akif ERSOY bu duygu ne güzel ifade etmiş:

Daha bir müddet emînim ki hayâtın yükünü;

Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben.

Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını,

Bana çok görme, ilâhî, bir avuç toprağını...”

Rabbim bizlere Resulullah'ın güzel ahlakını benimseyip hayata aktarmamıza yardımcı olsun.