“Çift taraflı bant! O ne ki? İlk defa duyuyordum. Teknik kökenli olduğum için teknik malzemelere meraklıyım. Daha sonra çift taraflı bantın isminden ne olduğunu tahmin etmekle beraber olayı gözlemlemeye başladım.”

****

Bir telaştır almış başını gidiyor. Herkes bir yerlere koşuşturuyor. Kolay bir şey mi? Koskoca bakan geliyor, aynı zamanda da başbakan yardımcısı. Bakan bizim kurumun bakanı olduğu için bizi bambaşka bir telaş sarıyor. Kurumda alarm veriyoruz. Her taraf düzeltiliyor, temizlenen yerler bir daha temizleniyor. Gerçi bakan gittiği hiç bir şehirde kuruma uğramıyor ve bu sebeple birçok yerde alınan karşılama çiçekleri de elde kalıyordu. Ama olsun, ya olur da ziyaret edeceği tutarsa?

Bütün hazırlıklar tamam. Ama doğrusu ne cebimden ne de kurum bütçesinden çiçek almaya gönlüm el vermemişti. Değer vermediğimden değil, bunu israf olarak gördüğümden. Bir kurum temsilcisine, hem de kuruma ait bütçeden çiçek almayı nedense doğru bulmuyorum. Doğru bulanlara saygım var elbette. Ancak bu düşünce bende hiçbir zaman olmadı. Daha sonra “beytülmal hassasiyeti” bende pekiştikçe kurum bütçesinden bu tür şeyler almamaya daha da gayret göstermeye başladım. Bunda Hz. Ali'ye (ra) ait olduğunu duyduğum bir sözün de etkisi de vardı. Şöyle diyordu muhterem insan:

“Beytülmalde bir kölenin ne kadar hakkı varsa benim de o kadar hakkım var!” 

Ne muhteşem söz! Bunu ilk kez okuduğumda çok etkilenmiş, üzerinde günlerce düşünmüş ve günlüğüme şöyle bir not düşmüştüm: “Milat.” O günü milat saymış ve o günden sonra zaten hassas olduğum beytülmale karşı  daha da hassaslaşarak yaşamıma yeni bir düzen katmıştım. Beytülmalı adeta bir ateş parçası görmeye başlayarak -Hz. Ali gibi yapamasam da- onun yolunda gitmeye azmetmiştim.

Neyse…

Karşılama heyeti kapıda bekliyordu. Bir sürü insan, gelecek misafiri karşılama hazırlığındaydı. Ha geldi ha gelecek. Bilenler bilir, büyük zatların saatleri programa çok uymaz. Çünkü plansız karşılamalar ve sevgi gösterileri için yol kesmeler zamanın kontrol edilmesini engeller. O gün de öyle olmuştu. Bir süre kapıda beklendi. Herkes birbirinden haber almaya çalışıyordu. Bu durumlarda süreci sürekli takip ettikleri için en iyi bilgi polislerden alınır. O esnada hafif bir rüzgar başladı. Zaman geçtikçe de rüzgar giderek kuvvetlendi. Yere serilen halılar adeta rüzgar ile dans ediyordu. Sürekli başlarını kaldırıp yılan gibi tekrar kıvrılarak yere uzanıyordu. Bu dans güzel ve hoş görünse de protokol nazarında şık bir görüntü oluşturmuyordu. Halıların rüzgar ile hafif uçuşması sıkıntı oluşturmayabilir ama ya rüzgar etkisini arttırdığında tümden havaya kalkıp da şahlanmayı denerse?! Birden davudi bir ses duyuldu: Çift taraflı bant! Hazır bulunanlarının çoğu bu işle ilgilenmiyordu. Benim gibi birkaç kişi ve protokol görevlilerinin dikkatini celb ediyordu. “Evet”, diyordu bir görevli. “Bu sorunu ancak çift taraflı bant çözer!”. Çift taraflı bantı her ne kadar bilmiyorsam da yapacağı görev adından anlaşılıyordu. Hemen bir görevli çarşıya yollandı. Biraz sonra da elinde söz konusu bant ile geri geldi. Banttan gözlerimi ayıramıyorum. Nasıl bir şeydi bu? Çift taraflı bant normal izole bant (elektrik bantı) büyüklüğünde ancak biraz daha kalın görünüyordu. Ben de yardım etmek için yanlarına gittim. Önce halının ucuna denk gelen zemin, tozdan arındırılıp temizlendikten sonra kesilen bir parça bant zemine yapıştırıldı. Daha sonra zemine yapışan bandın üstündeki tabaka kaldırılıp üstteki yapışkan tabaka açıldı. Halının ucu bu yapışkan tabakanın üzerine yatırılıp yapışması sağlandı. Operasyon başarı ile tamamlanmıştı. Orada beni bir düşünce aldı: “Çok kısa sürecek bir karşılama için böylesine hazırlık yapıyoruz. Bu halılar, bu yapışkan bant çok kısa süre sonra (tören bittikten sonra) kaldırılacak.” Yaşantımı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçirdim.  Şimdilik her ne kadar bize uzun gibi gelse de yaşam bu kısa zaman dilimi kadar değil miydi? Ancak yaşam süremizin sonuna yaklaşırken bu zamanları “an” diye hatırlayacağız. Tıpkı bu durumda olduğu gibi.

Bu olaydan uzun bir süre geçti. O olayda karşılananların hiçbirisi şimdi yerlerinde değiller. Yaşayanlar da o kapının önünden geçmek isterlerse kendilerine “Beyim buradan geçmek yasak!” denilecek veya çarşıda yürürken kimse dönüp kendilerine bakmayacak. Tıpkı yıllar önce uzun süre görev yaptığım ve amiri olduğum binaya girmek isteyince kapıdaki görevlinin “Beyefendi nereye gideceksiniz?” dediği gibi…

Sözün özü: Her hâl ve her makam geçicidir. Bu geçicilikte esas olan kalıcı işler yapmak, faydalı olma gayretinde bulunmaktır. Allah hepimize emanetçi olarak bulunduğumuz makamlarda hassasiyet gösterme basiretini nasip etsin…