Topkapı Sarayın arşivinde 1954 yılında yapılan araştırmada bir mektup bulundu. O mektupta, Leonardo da Vinci‘nin Sultan II. Bayezid döneminde Osmanlı Devleti’ne, Haliç’e köprü yapmak istediğini yazdığı ortaya çıktı. Dönemin gözde yerlerinden olan İstanbul’da yapılacak köprünün ve bu köprüyü günümüze kadar adını dahiler listesine yazan Leonardo Da Vinci tarafından yapılmak istenmesi bizim için araştırmaya değer görülmüştür.

Bir İtalyan olan Da Vinci’nin tasarım dünyası İtalya ile sınırlı değildi. İnsanın ve insanlığın olduğu her noktada kendisini o noktaya faydalı işler yapmaya görevli saymıştır. O Rönesans döneminin büyük mühendisi, tasarımcısı, anatomisti, ressamı, heykeltıraşıdır. Ve yeteneklerine ve tutkularına uygun düşen bir yaratıcı etkinliğin nerede ve kim için olacağının onun açısından önemi yoktu. Onun etkinlik alanı tüm dünya, yararlı olmak istediği ise tüm insanlıktı.

Konuyu çok dağıtmadan yaptığım derlemelerle mektubun içeriğini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Osmanlı padişahı II. Bayezid (1447-1512), Haliç üzerinde yolcuların geçmesine ve eşya nakline mahsus bir köprü yaptırmak istiyordu. II. Bayezid bu tasarısı için bazı uzmanların fikirlerini almıştı. Bu soruşturmanın ve köprü projesi fikrinin Leonardo’ya kadar ulaşmış olduğu, uzun yıllar sonra bulunan bir belgeden anlaşılmaktadır. Bu belge, Leonardo’nun II. Bayezid’e yazdığı bir mektubun Topkapı Sarayı arşivinde bulunan çevirisidir. Bu mektubunda Leonardo, çarkları rüzgârla dönen bir değirmenden ve gemilerin suyunu boşaltmaya yarayan bir tulumbadan söz ettikten sonra asıl konuya geçmekte ve Galata ile İstanbul arasında kurulacak köprüden bahsetmektedir. Leonardo bu konuda II. Bayezid’e hitaben şunları yazmaktadır:

Leonardo da Vinci, mektubunda dört ayrı proje önermiştir:

“Akan suya ihtiyaç duymadan rüzgârla çalışan bir buğday değirmeni için bir tasarımım var.”

“Halat ve kasnak kullanmadan suyu çıkarmak için bir sintine pompası geliştirdim,” diye yazmıştır Leonardo. (Burada aklında bir hidrolik aparat olduğu anlaşılıyor çünkü defterleri arasında bu amaçla çizimler var.)

“Ben, sizin sadık hizmetçiniz, Galata’dan (Pera) İstanbul’a (Haliç) uzanacak bir köprü yaptırma niyetinde olduğunuzu öğrendim. Ancak bu konuda işinin ehli kimse bulunamadığı için hâlâ yapılamadığını duydum. Ben, bu işten anlayan kulunuz, bu köprünün nasıl inşa edileceğini saptadım. Köprü, yüksek bir kemer üzerine kurulacaktır. Fakat bu kadar yüksek kemerli bir köprü üzerinden kimsenin geçmek cesaretini gösteremeyeceğini düşündüğüm için kenarlarını tahta parmaklıklarla örteceğim. Kemeri, o kadar yüksek tasarlamamın sebebi, altından yelkenlilerin rahatça geçebilmeleri içindir.

‘’Efendimiz Hazretleri irade buyururlarsa, Anadolu sahiline kadar uzayacak, gerektiğinde açılır kapanır bir köprü dahi inşa edebilirim. Burada su daima hareket halinde olduğundan kenarların aşınmaması için bir çare düşündüm. Bununla su akıntısı dirsek ve kenarlara zarar vermeyecektir. İnşallah Sultan Hazretleri, bu aciz kulunun sözlerine inancını bağışlar da onu her zaman hizmetlerinde görmeyi arzular ve cevap vermek lütuflarını esirgemezler. Ben her zaman senin yanında olacağım. – Mimar / mühendis Leonardo da Vinci” (Mektup 3 Temmuz tarihli, ancak yıl belirtilmemiş.)

Leonardo Da Vinci’nin 1502 ‘de bir vizyonu vardı; dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en güzel köprüyü inşa etmek.” Belki de İstanbul’u İstanbul yapacak bir kişiyi ve o kişinin hayalini görmezden geldik, bize gönderdiği mektubu tozlu raflara kaldırıp sıradanlık anlamını yükledik. Leonardo; saraya randevu almayı başaramaz, İstanbul’u, Boğaz’ı veya Haliç’i görme fırsatını hiç yakalayamaz, köprü yapmak için planladığı ölçümlerini sunamaz.

II. Bayezid’in arzusuna ve bazı girişimlere rağmen İstanbul ile Galata arasında bir köprü kurulamadı ve İstanbullular 1836 yılına kadar şehrin bu iki yakası arasında kayıkla gidip geldiler.

Acaba neden bu kadar büyük bir dehayı sınırlarımızın ötesinde tuttuk? Sebepleri arasında dini muhabbetler var mı? Orta Çağ kafasından kurtulamayan batı toplumunun dini referans göstererek işi baltalama gibi bir durumları var mı? Acaba Da Vinci’yi bir asi olarak mı gördüler? … Bilmiyorum. Çokça yorumlamaya yer veren bu olayın perde arkasını çözmemiz eldeki verilerle çok zor gözüküyor. Bir Sofi olan II. Bayezid’in bu durumu lehimize kullanamamış olması bizim için ülkemiz için çok büyük kayıp olmuştur. Mektupta kullanılan dil ve saygınlığı başa aldığımızda II. Bayezid’i şu anda kaç kişi tanıyor bilmiyorum ama Da Vinci’ ve yaptıklarını, dehasını yüzyıllardır tüm dünyaca konuşuluyor ve daha yüzyıllar boyunca da tartışılıp konuşulacaktır. Bu hikâyede kesin olan bir şey varsa o da kaybeden tarafın bizim olduğumuzdur.

Ercüment ZÜNGÜR