İnsanlar ve hayvanların ortak özelliklerinden birisi de karınlarını doyurmaktır. Bir farkla; hayvan doyduğu zaman yemek ile ilgilenmez. Ancak insan…

Belgesellerde izlemişsinizdir; vahşi bir hayvan bir sürüye dalınca bir hayvanı ele geçirip öldürüyor. Karnını doyurduktan sonra yanı başında gezen sürü ile ilgilenmiyor.

İnsanda da benzer özellikler görürüz. Karnı doyduktan sonra önüne gelen yemek ile ilgilenmez. Zorlarsanız bir iki lokma alır. Daha da zorlarsanız her lokma bir eziyet olur. Ancak insan doyduktan sonra sofradan çekilir ama bir sonraki öğün için aynı veya daha kaliteli yemek yemek için para kazanmaya çalışır. Elbette çalışacağız ama bunu helali harama katarak yapmanın bir alemi yok. Kazanma hırs ile yapılırken ahlaki kurallar unutulur. Bu konuda Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”

Demek ki hırs fıtridir yani doğuştandır. Ancak insana bu hususu terbiye edebilme ve kontrol altında tutma gücü de verilmiştir. İster terbiye eder ister fıtri davranır. Bu ona kalmış bir şeydir.

Diğer taraftan insanı aldatan sadece yemek değildir. Konfor ve lüks içinde yaşamak. En güzel ev, en güzel araba vs. Halbuki bilimsel araştırmalar gösteriyor ki en güzellerin ömrü çok fazla değildir. En güzel eve sahip olduğunuz zaman onun size vereceği mutluluk çok uzun olmayacaktır. Bu süre onbeş gün de olabilir bir ay da. Bir araştırmaya göre bunların vereceği mutluluk en fazla dokuz aydır.

Benjamin Franklin gençliğinde gazetecilik yapardı. Bir gün okuyuculardan biri, bir yazısını gazetesinde yayımlamasını isteyerek Franklin’e oldukça iyi bir miktarda para teklif eder. Ancak Franklin yazının "küfür ve hakaret dolu" olduğunu görür.. Franklin, müşterinin parasını almak ile kendi ilkeleri arasında bir karara varmaya çalışırken, kendisine şöyle bir test uygular: (Lütfen dikkatli okuyun)

“Bu yazıyı basıp basmama konusunda bir karar vermek için akşam eve gittim. Fırından aldığım iki penilik ekmekle tulumbadan çektiğim sudan oluşan akşam ye­meğimi yedim. Sonra koca paltoma sarınıp döşemeye uzandım ve sabaha kadar uyudum. Sonra da kalkıp ekmek ve bir fincan suyla kahvaltımı yaptım. Bu diyetten hiç rahatsızlık hissetmedim. Böyle de yaşayabileceğimi gördüm ve daha rahat yaşa­mak uğruna gazetemin namussuz amaçlar ve benzeri suistimaller için orta malı gibi kullanılmasına izin vermeme kararı aldım.”

(Benjamin Franklin, 1700 lü yıllarda yaşamış Amerikalı yayımcı, yazar, mucit, filozof, bilim insanı, siyasetçi ve diplomattır. ABD'nin en çok kullanılan paralarından biri olan 100 Amerikan doları banknotu üstünde bulunan Benjamin Franklin portresidir)

Franklin düşük gelirle yaşamayı test etmiş. Sadece ekmek ve su ile karnının doyabileceğini aynı zamanda paltosunun yatarken onu soğuktan koruyabileceğini görmüş ve ilkeli-ahlaklı yaşamı çok paralı bir yaşama tercih etmiş.

Altmış yaşıma geldim. Çocuklukta, gençlikte çok yokluk çektik. Çok çalışıp kimseye minnet etmeden belirli bir gelir sahibi olduk. Şimdi yoklukta yediğim ekmeğin mi lezetli yoksa mükellef sofralarda yediğim yemeğin mi daha lezetli olduğunu sorguladığımda ekmek tadı daha ağır basıyor.

Çocukluğumuzda pirinç lüks bir yemekti. Çoğu ailede bayramdan bayrama yapılırdı. Ancak o bayramlarda yenen pirincin de tadı unutulmazdı. Demek ki yokluğun da kendine has güzellikleri var.

Benjamin Franklin bir dostuna şöyle demişti, "İnsanoğlunun zaafı şu ki, zenginliğin sonu yok."

Mezarlıklar çok kazanmaya gayret edip çok mal mülke sahip olmak isteyenlerle doludur. Onlar sadece biriktirmişlerdir. Kimbilir biriktirmek için kişiliklerinden, insanlıklarından ve imanlarından ne tavizler vermişler. Şimdi onlara bakıp da “Değdi mi?” diyesim geliyor?

Sahi sizce de değer mi?

https://www.youtube.com/watch?v=eDuZWJ5Uz2I