Dünyanın muhteşem bir hızla değiştiği gerçeğini artık hepimiz biliyoruz.

Öyle bir hız ki hem de…

Eskiden böyle miydi oysa?

Bir radikal değişim en az çeyrek asır isterdi.

Baş döndürücü bir hızda her şey.

Dünyanın küresel bir köy olduğu, dünyanın küçük olduğu sözleri gerçekten tam anlamıyla hakkını veriyor artık.

İnsanlık, gelişmişlik vs gibi konularda hala dünyanın farklı tarafları arasında 50 yıllık, 100 yıllık farklılıklar var ama teknolojik gelişmeler, iletişim ve ulaşım artık bu bahanelerin de önünde.

Bunun en güzel uygulamasını geçtiğimiz iki yılda gördük.

Covid-19 pandemisi dünyanın en ücra köşelerine birkaç gün içinde nasıl da ulaşıverdi.

Böyle bir şey artık.

Haliyle fikirler, düşünceler, alışkanlıklar da hızlı yayılıyor.

Bu hıza adapte olmaya ayak uydurmaya çalışan bir dünya halkı var.

Ve ayak uyduramayan girdaba kapılıp gidiyor.

Bu değişim alışkanlıkları da değiştiriyor.

Mesela turizmdeki alışkanlıklar bunlardan birisi.

Eskiden hayal neydi?

Roma…

Paris…

Venedik…

Vay be.

Gidenler bahtiyar olurdu.

Eyfel Kulesi’ni gören yıllarca anlatırdı.

Şimdi yine öyle tamam.

Ama artık bir gizemi yok.

Eyfele, Piramitlere falan sanal turlarla bile gidebiliyorsunuz.

En ince ayrıntısını gösteren, 4k turlar falan var.

Esas cazibesi olan şeyler daha az bilinenler artık.

İnsanlar egzotik, otantik, geleneksel yerler ve mekanlar arıyor.
Konaklamada da öyle, şehir ve ülkelerde de.

Bu da yeni rotalar yeni alışkanlıklar oluşturuyor.

Bu işin en önemli taraflarından birisi de kentleri festivaller, etkinlikler ile bu anlamda merkezler haline getirmek.

Mesela yemek en önemli parçalarından birisi bu işin.

İnsanlar yemek için kilometrelerce yol tepiyor.

Gastronomi turizmin en önemli ayaklarından birisi oldu.

Şehirler buna çalışıyor.

Bizde de oldu.

Gaziantep, Hatay, Urfa, Adana…

Yeni dönemin gözdeleri.

Hakkını verdiler.

Sadece bu değil tabi.

Kültür anlamında başkentliğe oynayan şehirler, doğasını pazarlamak için festivaller yapanlar, tarihi zenginliğini yeni destinasyon olarak pazarlamaya çalışanlar falan.

Bizim buralar buna çok müsait.

Dünyalar bahardan sonbahar aylarına kadar Doğu-Güneydoğu’ya akıyor.

Göbeklitepe mahşer yeri gibi.

Halfeti Bodrum sahilleri ile yarışıyor.

Eski Mardin bazı günler yoğunluktan kapatılıyor.

Evet evet bildiğiniz; “Kapalı biraz bekleyin yoğunluk azalsın” deyip sizi şehrin girişinde durduruyor polisler.

Diyarbakır kültür, sanat işlerinde bir başkent gibi.

Herkes orada sahne alıyor, fuar yapıyor, sergi açıyor, kitap günleri yapıyor.

Anlayacağınız çalışan kazanıyor.

Ama Van bu konuda biraz ağır.

2010’dan sonra aslında bu anlamda bir vizyon oluştu.

Münir Karaloğlu Vali döneminde bu iş çok önceden görüldü.

Her ilçenin festivali oluştu.

Uluslarararası festivallerin temelleri atıldı falan.

Sonra azaldı.

Birkaçı devam etti.

Biz de yıllardır yazıyoruz.

Devam etmeli.

Festivaller etkinlikler olmalı falan.

Bir de yeni sürece katkı sunmalı gibisinden.

Mesela bir gençlik festivali yapıldı.

Gezgin Fest.

Büyük bir akın oldu.

Van Gölü ve Doğu Ekspreslerinin cazibesi ile birleşince herkesin gözü Van’a çevrildi.

Fakat bir yıl sürdü.

Devam etmedi.

Hikayesini biliyorsunuz malum.

Sonra su sporları festivalleri de etki alanını daralttı.

Küçüldü.

Gastronomi bu anlamdaki en önemli saç ayağıydı.

Yıllardır Kahvaltı’nın başkenti olması ile övünen Van’ın hala bir kahvaltı festivali yok mesela.

Ama başka kentlerin var.

Tescili, patenti bizde pazarlaması onlarda.

Bu bir eksik.

Geçtiğimiz günlerde Gastoronomi Festivali başladı.

Tam yerinde festival.

Gecikmeli ama… olsun!

En azından başladı.

Yeterli mi?

Değil.

Daha çok lazım.

Her alanda buna çalışmak lazım.
Festivalse festival, etkinlikse etkinlik, kongre ise kongre.

Gözlerin buraya dönmesini nasıl sağlayacaksak öyle hareket etmeliyiz.

Yoksa bu gelişmelerin arasında başımız döne döne konumumuzu kaybedeceğiz.

Kentler müthiş bir yarış içerisinde.

Ve bu yarışı da kaybedersek o zaman “geleceğimiz turizmde” falan gibi lafları da edemeyeceğiz haliyle.

O yüzden geç olmadan bu festival, tanıtım falan işlerinde birilerinin taklitçisi olmadan kente özgü işler yaparak bi adımızdan söz ettirmemiz gerek.

Hep taklit, hep taklit nereye kadar yahu.

Biraz özümüze dönüp özümüzü yansıtalım.

Bi yeniden Güzel Van’ı konuşturalım.
Üzerimizdeki ölü toprağını atalım.

Gerisi gelir.

Önce niyet!

Sonrası kısmet.