Şu âyet haktır, akla münâfi olamaz, hakikattir. Mücâzefe, mübalâğa, içinde bulunamaz. Hâlbuki zahir düşündürür.

BİRİNCİ CÜMLE:

Adalet-i mahzânın en büyük düsturunu vaz ediyor. Der ki: Bir mâsumun hayatı, kanı, hatta umum beşer için olsa da, heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz’iyatın küllîye nispeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizan-ı adâlete karşı aynı nispettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz. Lâkin, adalet-i izafiye, cüz’ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz’ün sarihen veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla. Ene’ler nahnü’ye inkılâp edip mezci, cemaat ruhu tevellüt ederek, külle feda olmak için fert zımnen rızadâde olabilir.

Bazan nur, nar göründüğü gibi şiddet-i belâgat da mübalâğa görünür.2

 

Bir insan hangi meslek ile uğraşırsa uğraşsın yapacağı her hangi bir şeyi veya her şeyi Kur’an’a, Sünnete ve İslam’a göre yaptığı vakit istikbali her zaman aydınlık olabilir.

 

Hususan yönetim imkânı olan her bir kurumda uygulandığında istikbal ve başarı son derece yüksek seviyelerde cereyan eder. Çünkü ferdin hukukunu her hâlükârda gözetmek o ferdin psikolojisini, halet-i ruhiyesini ve enerjisini olumlu yönde etkileyeceğinden onunla birlikte gelen ürün kalitesi de o seviyede yükselecek ve tüm ferdlerle birlikte düşünüldüğünde yekûn verim en üst seviyede olacaktır.

 

Bir aile yönetildiğinde veya bir okul yönetildiğinde, bir işyeri yönetildiğinde veyahut bir millet yönetildiğinde dahi bu düstur geçerli olmalıdır. Yoksa istikbaldeki aydınlığın keyfi yerine karanlıklardan kurtulmanın eziyeti ile vakit harcanacaktır.

 

Yukarıdaki ayeti kerime ve onunla gelen risaleden alıntı ta İslam’ın kendisidir. Adalet-i mahzâ denilen tam ve mükemmel adalet ve ferdin dahi hukukunu hiçbir şey için feda etmeme adaleti kâinatta sadece ve sadece İslam’da var iken maalesef hemen hemen hiçbir İslami yönetimlerde bu ciddi meseleyi yaşayamıyor ve göremiyoruz. Belki bir nebze tereşşuhatlarını Avrupai memleketlerde uygulandığını duyuyoruz.

 

İsterdik ki bize has olan bu düsturlar bize özgü olsaydı, bizler tarafından en ince ayrıntısına kadar uygulanıyor olsaydı.

 

Maalesef bir de onun üzerine bu ilkelerin zıddı hareket edildiğinde o lideri İslam’a ve insaniyete göre yargılama yerine koruma ve aklama mücadelesine girilmesi daha da vahimidir.

Günah bir kişide iken bu sefer aynı günah binlerce kişi tarafından işlenmiş gibi bir hal alacaktır. Bununla beraber insanlık yalanlar ile ve algılar ile bulanarak İslam’ın bu müthiş düsturları kulak arkası edilmiş olacaktır.

Bir gün çocuklara zulmeder, bir gün yaşlılara, bir gün sivillere zulmeder, bir gün şehirlere. Bir gün topbaran atar bir yere, bir gün uçak düşürür yere…

 

Bu ayet ve Bediüzzaman’ın açılımından şunu idrak ediyorum: Her bir fiil, her bir hareket bu düsturlara göre yorumlanmalıdır. Liderin isteğine göre ve onu her hadisede ve fiilinde haklı çıkarmak için değil.

 

Haklandığını gördüğü sürece bir ferdin ve bir masumun hukukunu koruma prensibini yok sayacak adım adım zulmün içine girecektir. Yoksa bırakın artık ferdin ve bir masumun hukukunu, tüm milletin hukukunu dahi kendi menfaatine ve nefsinin isteklerine göre feda eder. Zulüm bir kişinin üzerinde uygulanmış iken tüm millete uygulanacak ve ülke harabiyetin eşiğine gelmiş olacaktır.

 

 

Ey Müslüman kardeşim sen zulmü alkışlama, sen zulmü haklama, sen zulmü görmezden gelme, sen zulme ortak olma. Doğru bir hareket et veyahut buğzet.

 

1.Mâide Sûresi, 5:32.

2. Risaleinnur