Bir dostu olmalı insanın

İstanbul kadar güzel

Anadolu kadar vefakâr.

Menfaati bitene kadar değil,

Yüreği yetene kadar.

Halis Kandemir

Dost; sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaştır, seçilmiş kardeştir. Dostlar birbirlerine hiçbir çıkar kaygısı gütmeden yaklaşırlar. Gerçek dost, sevinçte ve kederde tereddütsüz aklınıza gelen ilk kişidir. Böyle bir dostunuz varsa bunu ona hissettirin. Çünkü bilmek başka, duymak ise bambaşkadır. 

Hatasız insan olamayacağına göre farkında olmadığımız hatalarımız düzeltmesi için bir dostumuz olmalıdır. Aşağıdaki hadiste Resulullah (sav), bırakınız dostu, tanımadığımız fakat uyarmaya güç yetirebileceğimiz kişileri dahi uyarmayı bir sorumluluk olarak belirtiyor.

Ebu Hureyre kaynaklı bir rivayette Resulullah şöyle buyurmuştur.

"Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve (Huzura getirerek) der ki: ‘Bu kişiden davacıyım.’ Adam da der ki: ‘Ben seni tanımıyorum ki’ Diğer kişi: ‘Sen beni günah işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!’ der.”

Gerçek dostlarımız hatalarımızı düzeltmek için acı da olsa gerçeği yüzümüze incitmeden söylerler. Eğer bir dostunuz size gerçeği söylemekten çekiniyorsa, ya da siz dostunuza bir gerçeği söylemekten çekiniyorsanız, dostluğunuzda bir problem var demektir.

Şems-i Tebrizi ne güzel demiş: Acıyı söyleyene dost denilmez ki! Seni sevmeyen acı söyler. Dostun sana söyleyeceği acı dahi olsa, senin canını acıtmayacak şekilde tatlı dille söyler..."

Hiç kimse ara sıra başkalarının öğütlerine ihtiyaç duymayacak kadar mükemmel değildir. Her hata dostlara açık açık söylenemeyebilir. Bu durumda ilm-i siyaset faydalı olabilir. Tabiri caizse “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” yaklaşımını takip etmek gerekir. Ancak kaş yapayım derken göz de çıkartmamak lazım. Bunun için ilmi siyaset yapmak isteyen kişi bunun usulünü öğrenmesi lazım.

Bir medrese öğrencisine şeyhi der ki: “Oğlum dersler bitti. Bir tek İlm-i Siyaset dersi kaldı. Yaşayarak mı öğrenmek istersin, yoksa burada mı öğrenmek istersin?” Öğrenci “Yaşayarak öğrenmek isterim” deyince şeyhi kendisine destur verir, öğrenci çıkar gider. Yolda bir köy camisine varır, bakar ki buradaki imamın söylediği şeylerin çoğunun doğru olmadığını görür.  

”Bunun üzerine imamı Hz. Ömer gibi zannedip (Hz. Ömer hutbe esnasında ayağa kalkıp kendisini düzelten kadına: Kadın doğru söyledi, Ömer yanıldı, diye karşılık vermişti.) vaaz esnasında ayağa kalkıp imamı düzeltmeye çalışır.  İmam bakar durum fena: “Ey cemaat; bu kişi, şeytanın ta kendisidir. Aramıza nifak sokmaya çalışıyor.” deyince, Cemaat hep birlikte öğrenciye saldırır. Öğrenci kan revan içinde canını zor kurtarır.

Bu halde şeyhinin yanına döner. Şeyh sakalını sıvazlar ve “İlm-i siyaset eksikliği evlat!” Öğrenciyi tekrar eğitime alıp, ona ilm-i siyaseti öğretir.

Eğitim bitince öğrenci tebdil-i kıyafetle aynı camiye gelir. İmam yine vaazını verir. Vaaz bitince öğrenci kalkar ayağa ve: “Ey cemaat şu görmüş olduğunuz imam o kadar muhterem bir insandır ki her kim onun sakalından bir kıl koparırsa cennetliktir” der. Cemaat dört bir yandan imama koşar ve sakalını tek tek yolmaya başlarlar. İmam canını kurtarmak için kaçarken öğrenciyi tanır ve: “Seni hınzır seni, ilm-i siyaset öğrenip geldin ha!” der.

Demek ki sadece söylenenin doğru olması yetmiyor. Diğer bir yol ise, dostumuza söylemekten çekindiğimiz şeyleri ona yakın bir arkadaş aracılığıyla söylemektir. Ancak bu yolu seçersek, sağlam karakterli kişileri bulmamız gerekir. Eğer böyle birilerini bulamıyorsak hiç bu işe girişmemek daha isabetli olur.

Her insan kendi aklını beğenir derler. İşte genellikle insanlar sadece kendi aklını beğendiği için hatalı olabileceklerini de kabul etmezler. Oysa hepimiz hata yapma potansiyeline sahibiz. Bu yüzden bize yanlışlarımızı korkmadan söyleyebilecek dostlara ihtiyacımız var.

Rabbim bizi ve iyiliğimizi düşünüp hatalarımızı söyleyecek dostlardan mahrum bırakmayıp bize de  bu acıya tahammül edebilme gücü versin inşallah.