Küresel iklim değişikliği bu dünyanın geleceği hakkında karamsar bir tablo ortaya koyuyor. 1979’dan günümüze kadar uydularla yapılan ölçüm kayıtlarına göre, geçtiğimiz 2018 yılı Arktik Okyanusu’ndaki deniz buzu alanı 40 yıl içindeki en düşük altıncı değeri gösterdi. Güney kutup bölgesinde de durumun pek farklı olmadığını ve Antarktika’nın etrafındaki deniz buzu miktarının tarihi sayılabilecek kadar düşük değerlerde olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Bu yıl başında yapılan bir araştırma, bir kez daha, dünyamızda iklim değişikliğinin en fazla hissedildiği yerin kuzey kutup bölgesi olduğunu ortaya çıkardı. Bölgedeki iklim değişikliği etkilerinin artması, yeryüzünün ısı makinaları gibi çalışan atmosfer ve okyanuslardaki dengenin değişme potansiyeli ve sera gazı salınımındaki artışlar bizlere yaşadığımız yüzyılın ilk yarısına kadar çok ciddi ve tahmin edilmesi güç sonuçlar doğuracağına işaret ediyor, ne yazık ki!


 

Çoğunlukla Rusya toprakları ve kıyılarında olduğu tahmin edilen Arktik hidrokarbon rezervlerine ilişkin ölçümler tam 11 yıl önce, 2008 yılında bir ABD Jeoloji Araştırma Kurumu tarafından yapılmış. Tüm dünyanın gözlerinin bu bölgeye çevrilmesinin belki de ana nedeni olan buzların altında bulunan hidrokarbon kaynakların bu kadar fazla miktarda olduğu ortaya çıkarılmasaydı, acaba Arktik bölge üzerine bu kadar düşülür müydü? Tüm hesaplar bu raporun tam ve kesin doğru olduğu varsayımıyla yapılıyor. Olmaz ama, ya raporda bir hata veya yanlışlık yapıldıysa?

Tam bir çelişki içindeyiz aslında. Fosil yakıt kullanımı nedeniyle atmosfer kirleniyor, dünyanın dengesi bozuluyor. Denge bozulunca soğuk kalması gereken kutuplardaki buzlar eriyor. Buzlar eriyince insanlık yeni fosil yakıtlara ulaşma imkânı buluyor.

GÖKTEKİ RENK CÜMBÜŞÜ: KUZEY IŞIKLARI

Kuzey ışıkları, güneşten gelen parçacıkların dünyamızın manyetik kalkanı olarak bilinen manyetosfere çarptığında oluşur. Bazı parçacıklar dünyanın gece saatlerini yaşayan yarısında manyetosfere nüfuz etmeyi başarır. Güneş fırtınaları manyetosferi sarsarken, bu manyetik koruyucu tabaka içindeki parçacıklar manyetik alan çizgileri boyunca dünyaya doğru geri püskürtülür ve kutuplara doğru yönlendirilir. Bu parçacıklar atmosfere girdiklerinde nitrojen (azot) ve oksijen atomları ile çarpışır. Genellikle 80 ilâ 500 kilometre yükseklikte meydana gelen bu çarpışmalar sonucunda atomlara enerji transfer edilir ve hemen ardından gökyüzüne belirli frekans ve renkte ışık saçılır.

Kuzey ışığının rengi saçılan ışığın dalga boyuna bağlıdır. Bu da atmosferdeki gaz ve onun elektrik durumu ile gaza çarpan parçacığın enerji durumuna göre değişiklik gösterir. Atmosferde en çok oksijen ve azot gazlarının bulunduğunu biliyoruz. Eğer parçacıklar oksijen atomlarına çarparsa yeşil ve kırmızı; azot atomlarına çarparsa mavi ve koyu kırmızı renkte ışık oluşur. Işıkların çoğu yeşilimsi sarı renkte olmakla birlikte, uzun ışıkların oluşması halinde üst ve alt taraflarda kırmızı ışıklar görülür. Nadiren de olsa, güneşin ışıkların üst tarafına çarpması halinde donuk bir mavi rengin oluşma ihtimali mevcuttur. Zaman zaman alt taraflarda pembe renk de görülür.

DÜNYAMIZIN DENGESİ DEĞİŞİRSE NELER OLUR?

Dünya'nın saatte 100 bin kilometre hızla uzay boşluğunda savrulan devasa bir cisim olduğunu biliyor muydunuz? Bu hızın azalması veya artması durumunda nasıl etkileri olacağını bir hayal edin. Gezegenimiz çok ince ayarlarla dengede duruyor. Bu dengede meydana gelecek minik bir kayma bütün hayatımızı tamamen değiştirebilir. Ekvatordan kutuplara kadar yer yüzündeki her şey bu hassas dengeye bağlı.

Güneş etrafında, saatin aksi yönündeki dönüşünü 365 gün 6 saatte tamamlayan dünyamız, bu seyahat sırasında 940 milyon kilometre yol kat eder. Bu dönüşü tam dik açıyla değil 23°27'lik yatık eksenle yapar. Güneşin etrafında dönerken aynı zamanda 24 saatte kendi ekseninde, yine saatin aksi yönünde dönüşünü tamamlayan gezegenimiz bunu yılda 365 kez yapar. Bu 23 derecelik eğimde küçük bir değişiklik olsa denge yine bozulur.

Acaba, tüm bu hassas denge insanoğlunun bencilce ve hoyrat bir şekilde davranışları sonucunda mı bozuluyor? Yoksa doğa, insanların yapabilecekleri tüm tahribata bile müsamaha gösterebilecek kadar güçlü ve hoşgörülü mü? Bilim insanları, işi şansa bırakmadan, verilen tahribatın derecesini tespit etme ve ilgilileri ikaz etme uğraşında. Son yıllarda kutuplara yönelik artan ilginin de temel sebebi bu. Çünkü iklim değişikliğinin en çok hissedildiği yerler kutuplar.

Yenişafak

Editör: TE Bilisim