Türk İş Başkanı Ergün Atalay’la oturduk konuştuk.

 

Kendisi haklı bir serzenişte bulunuyor.

 

“Sıkıntı dönemlerinde bütün yükü hep benim işçim mi çekecek? “İşçimin alım gücü düştü, yüzde 10 maaşlara zam yapıyorum” diyecek hiç mi işveren yok” diyor.

Türkiye’de asgari ücretle geçimini sağlayan çalışan ve emekli sayısı 13 milyon civarında.

Ekonomide bir sıkıntı olduğu zaman zayıf halka olarak insanların aklına önce bu kesim geliyor.

Bazı işveren temsilcileri işin kolayını bulmuş.

1600 liralık asgari ücretin yarısını biz karşılayalım, yarısını devlet diyorlar.

Ekonominin sorunlarından etkilenen işvereni suçlamak gibi bir niyetimiz yok tabii ama gözler böyle zamanlarda çalışanı lehine fedakârlıkta bulunabilecek patronları da yeşil sahalarda görmek istiyor.

PİYASALARIN GÜVENİNİ SAĞLAMAK İŞİN YÜZDE 51’İNE TEKABÜL EDİYOR

Ekonomi yönetiminde kurumsal pozisyonu olan çevrelerle konuştuğumuzda, bütün sözlerin dönüp dolaşıp bir yerde buluştuğuna tanık oluyoruz.

Güven…

Hele hele içinden geçtiğimiz günlerde, Türkiye’nin ‘güven algısı’ hiç olmadığı kadar önemli hale geldi.

10 Ağustos’tan itibaren karşılaştığımız tabloyu, bütün kötümser senaryoların ortak bir noktada buluşup kara bulutları Türkiye’nin üzerine taşıdığı bir dönem olarak da okuyabiliriz.

Dolayısıyla piyasanın güven bunalımını aşması için neler yapılıyor, ne tür mesajlar veriliyor, bu mesajlar nasıl algılanıyor, bunlar üzerinde kafa yormanın tam zamanı.

Sözünü ettiğimiz çevrelerden aldığımız nabzı özetleyerek ilerlemeye devam edelim.

-Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 20 Eylül’de açıkladığı Yeni Ekonomi Programı piyasalarda pozitif bir şekilde algılandı. Döviz piyasalarındaki dalgalanmanın görece durgun bir seyre yönelmesinde bu pozitif algının da ciddi etkisi var.

-“Şimdi herkes uygulamayı bekliyor” deniyor. Uygulamada ‘sözlü duruşun’ eyleme dönüşmesiyle bu olumlu seyir devam edecek ve bu da piyasa algısına olumlu yönde katkı sağlayacak.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Reuters’e yaptığı açıklamaların ekonomiyle ilgili bölümünün piyasalar açısından rahatlatıcı mesajlar içerdiği dile getiriliyor.

-Mali politikaları belirleyen hükümet ve para politikalarını belirleyen Merkez Bankası’nın tümüyle ya da kısmen iradesi dışında gelişebilecek FED’in faiz artırımı, jeopolitik riskler, ABD ile ikili ilişkilerin seyri gibi unsurları bir kenarda tutacak olursak, ekonomi politikalarındaki tutarlılık, tek seslilik, sözlü olarak verilen vaatleri eyleme dönüştürme kararlılığı gibi noktalarda iyi bir atmosfer yakalanmış durumda.

-Türkiye’yi çok iyi tanıyan, geçmişte bu ülkeye yatırım yapmış çok sayıda fon yöneticisinin bütün kötümser senaryoları hazmettikten sonra, artık bundan fazlası da realiteyi yansıtmıyor diye düşünüp yeniden Türkiye’ye yönelebileceği gibi iyimser bir senaryodan da söz ediliyor.

IMF KAPISINA YÖNELMEDEN KENDİ KENDİNİ DİSİPLİNE EDEN BİR POLİTİKA

10 Ağustos sonrası zorlu günlerde, özellikle dışarıdan Türkiye’ye yöneltilen telkinlerin ortak buluşma noktası IMF olmuştu.

“IMF programı dışında çare yok” korkutmasıyla yapılan bu telkinlere rağmen Erdoğan yönetimi kendi kendini disipline ederek tasarruf politikalarıyla ilerleme yolunu tercih etti.

Ki, muhtemel bir IMF programının Türkiye’nin egemenlik haklarını da etkileme potansiyeli dikkate alındığında doğru tutumun bu olduğu çok açık.

Önümüzde yerel seçimler var.

Yeni Ekonomi Programı’nda da öngörüldüğü gibi, enflasyonun bir süre yüksek seviyelerde ilerlemesi, işsizlik oranının artması gibi faktörlerin reel sektörün ve halkın cebini etkileyeceği ortada.

Sorumuz şu:

Ekonominin durumu, yerel seçimlerde seçmen tutumunu nasıl etkileyecek?

Ak Parti Genel Merkezi’ne sordum.

Yapılan son anketlerde, Ak Parti’ye ve Erdoğan’a verilen destekte bir gerileme olmadığı bilgisini aldım.

Bu tutum, “Yaparsa yine Erdoğan yapar” algısının korunduğuna işaret ediyor.

Ekonominin sorunlarına karşı gösterilen kararlı duruş olumlu bir hava estirirse, toplumdaki bu duygu, yerel seçimlerde Ak Parti için avantaj bile getirebilir.

 

 

HABER7

Editör: TE Bilisim