Rahmet ayında bulunmamız hasebiyle; nasıl ki kâinat vahiy ile bu mübarek ayda buluştuysa; bizlerde fert fert bu ayda kalbi uyanışımızı gerçekleştirmeli ve vahyin diriltici soluğunu bütün hücrelerimizde hissederek, Ramazan’ın feyiz ve bereketinden istifade etmenin yollarını aramalıyız.

 

Bu kutlu zaman dilimini yeni bir başlangıcın vesilesi yapmalıyız. Tabii onu, hayatımızın her alanına, her zamanına aktararak ve bütünleşerek...

 

PEKİ, NERDEN BAŞLAMALI?

Ahseni Takvim olan insandan ve insani değerlerden...

 

Kur’an-ı Kerim’in muhatabı insan olduğuna göre ve kısmen zulüm konularına da değinerek Kur’an ayında, Kur’an-ı Kerim’in bu boyutunun anlaşılmasıdır hedef.

 

Ümmet olarak sıkıntı ve müsibetlerden bir türlü kurtulamıyor oluşumuzun sebebini biraz detayına inerek düşünecek olursak; global ve teknolojik etkilerin dışında günümüz insanının kendi menfaati için çevresindeki insan, hayvan, bitki, orman... her türlü yaratığa hunharca ve acımasızca davranışı yatmaktadır.

 

Tabiun’un büyüklerinden Hasan-ı Basri (KS) Hazretleri bir yolculuklarında, bir ağacın gölgesinde bir süre dinlenir ve yola koyulur. Epeyce yol aldıktan sonra heybesinin üzerinde bir karınca görünce, kendi kendine: “ Eyvah! Bu zavallı yaratığı evinden, yuvasından uzaklaştırmakla ona zulmettim.”  der ve geri dönerek karıncayı eski yerine ulaştırır.

 

İslam tarihinde bu hassasiyet  tablolarıyla, örnek şahsiyetlerle, şu anki durumumuz!!!

 

ZULÜM NEDİR?

Sözlükte  “Bir şeyin ait olduğu yerden başka bir yere konması”  olarak tanımlanır.

 

Bu anlamda yerli yerinde yapılmayan her şey zulmün geniş kapsamında yer alıyor.

 

Hz. Peygamber Efendimiz (SAV)  “ Zulümden kaçının. Zira zulüm, kıyamet günü (sahibi için) karanlıklardan ibaret bir akıbet olacaktır.”  (Müslim) diye buyurur.

 

Zulmü alimler üç kategoride incelemişlerdir.

 

Kişinin Rabb’iyle ilişkisindeki zulüm.

Kişi ile diğer insanlar ve genel olarak yaratılmışlar arasındaki zulüm.

Kişinin kendine zulmü.

 

 

Kişi ile Rabb’i arasındaki zulmü alimler şirk olarak adlandırmışlardır. Esasında Allah’a kuluk için yaratılan insan ve cinlerin yaradılışa aykırı davranıp inkar ve isyana sapmaları zulümdür.

 

“İman edipte, imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte onlar korkudan emin olan kimselerdir.”  (Enam-82)

 

Bu ayeti celiledeki zulmün şirk olduğunu Resul-i Ekrem (SAV) buyurmuştur. (Buhari)

 

Yaradılış gayemizin aksine davranmak kişi ile Rabbi arasındaki zulümdür.

 

İNSANIN BAŞKALARINA ZULMÜ

Kişi ile diğer insanlar ve yardımlaşmalar arasında cereyan eden zulümdür. Bu zulme örnek şunları sayabiliriz. Patronun işçiye, komşunun komşuya, güçlünün zayıfa, zenginin fakire zulmü vs. Ayrıca merkezi global sistemi elinde tutan süper güçlerin zayıf kalmış ülkelere baskısını da sayabiliriz.

 

 

Bir Hadis-i Kutsi’de Yüce Allah (CC) şöyle buyurmuştur: “  Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Öylese birbirinize zulmetmeyin.”

 

Bir kişinin mağduriyetine, maddi ve manevi zarar görmesine sebep olmak, hakkını gasp etmek, tahkir, gıybet, iftira, kötü muamele vs. gibi... insanları mağdur eden, aileleri çökerten, toplumları tahrib eden hep bu zulüm çeşididir.

 

Biz birbirimize ve yaradılmışlara zulm edip gruplara bölündüğümüz için, kitlesel zulümlere maruz kalıyoruz. Savaşta bile savaşa katılmayan yaşlı, kadın, çocuk, din adamları ve ekinlere zarar verilmesinden men eden bir Peygamberin (SAV) ümmetiyken düştüğümüz duruma bakın. Çünkü her konuda arzularımız, isteklerimiz ve çıkarlarımız ön planda.

 

İnsan hayatı bu kadar ucuzlamamıştır. Çok rahat yemeğimizi yerken, çayımızı yudumlarken, müslüman ülkelerdeki savaş sahnelerini izliyoruz. Oysa  ki, İslam anlayışı “ Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığına,  “Zulme karşı susan, dilsiz şeytandır.”  cevabını yapıştırır.

 

Huzurum bozulmasın, mahallemiz kirlenmesin, dilencilik yapılmasın, göç etmesinler (mültecileri gören zihniyetin profili)’ne karşı; muhacirle evini, işini, ekmeğini, varlığını paylaşan, gönlünü açan ensarla, insanlık tarihinde eşine rastlanmamış  bir kardeşlik profiliyle; nasıl davranmamız gerektiğini tokat gibi hatırlatan bir geçmişe sahibiz.

 

 

Hayatın her alanında yaygınlaşan israf zulmüne karşı, Merhamet Peygamberimiz (SAV) abdestte her uzvu üç kere yıkadıktan sonra, “Buna bir sayı eklemede bulunan fena bir iş yapmış ve haddi aşmış ve zulmetmiş olur.” cevabını vererek gereğinden fazla su kullanmanın (ibedette bile olsa) zulüm olduğunu bildirmiştir.

 

 

Varın siz hesab edin orman kıyımlarını, hava ve suyun kirletilmesini, pek çok hayvan türünün hunharca katledilip yok edilmesini, hepsini geçtik; insan kıyımlarını bir ötekinin kıyımı gibi görmeye başladık.

 

 

“Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında haksız yere bir müslümanın öldürülmesinden daha ehvendir.” ( Hadis-i Şerif)

 

Hadis-i Şerife dikkat edersek; haksız yere öldürülen bir bireye karşılık, bütün dünyanın yok olması...

 

Bizler ümmet olarak modern dünyanın sunduğu, akıl merkezli hayat tarzına, postmodern ( şimdi hakim olan yaşam tarzı) hayatın arzu merkezli tutumuna karşı; geleneksel diyeceğimiz vahiy merkezli, ilahi mesajı, islam büyüklerinin deneyimlerini ve manevi aşkı merkeze alarak, değeri bir kuruş bile olmayan insanı yükseltip, ahsen-i takvim boyutuyla ele almalıyız.

 

Yaradılanı sevmeliyiz tekrar, Yaradandan ötürü...

 

Her insan bir alemdir ve Allah’u Teala kendi nurundan üflemiştiri hatırlamalıyız. Her insana kıymet verilsin diye evliyasını halkın arasına gizleyen Yaradıcımıza kulak vermeliyiz.

 

“Arab’ın Acem’e, Acem’inde Arab’a üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır.” diye buyuran Resuli Ekrem’e (SAV) tam manasıyla kulak vermeliyiz. O vakit insanlık onurumuzu da kurtarmış oluruz.

 

Gavs’ul Azam Seyit Abdulkadiri Geylani (RA)  Hazretlerinin sözüyle yazımızı tamamlıyoruz.

 

“İnsanlar hakkında ALLAH’a uy. ALLAH hakkında insanlara uyma...”

Editör: TE Bilisim