Bir günlük sayılabilecek uzun hayatımız boyunca anlamak istediğimiz sayısız şey oldu.

 

Sayısız yeni durumla karşılaştık. Bu sayısız durumu kendi bilgimiz ve tecrübemiz ölçüsünce sayısız yorumla yoğurduk. Yaptığımız her yeni yorum, bizi sınırlarına korkuluklar diktiğimiz tanımlara götürdü.

 

Sınırlarını belirleyip açıklamaya çalıştığımız her şey, sınırları katı ve dışarıdan müdahaleye kapalı anlamlara dönüştü. Aşağıdan yukarıya doğru ortaya çıkan bu çarpık yığına bakarak bir bilinç geliştirmeye çalıştık. Fakat elimizde bu çarpık yapının sebep olduğu çarpık bir bakış açısı kaldı.

 

Zihnimiz, bir örümcek ağı gibi gereksiz birçok şeyin takıldığı, titreştiği bir kaygı alanına ve kontrolümüz dışındaki gölge oyunlarının yansıdığı yamalı bir perdeye dönüştü.

 

Sözlerimiz, gönlümüzün aynası olmak yerine katıldığımız ruhsuz güruhların sloganlarıyla işgal edildi.

 

Hayatın ve insanın estetiği ayan beyan gözümüzün önünde duruyorken, ruhumuz gereksiz ayrıntıların sayfaları arasında kendini arayıp duruyor. Yapmamız gereken eylem çok açık.

 

Tüm gölge oyunlarından kurtulmak amacıyla köklü bir karar alıp, bir daha dönmemek üzere mağaramızı terk etmek zorundayız. Zihnimizi ve kalbimizi tecrit duvarları gibi saran ve hayatın estetik yönünü görmemizi engelleyen tüm dünyevi meşgaleleri ardımızda bırakmalıyız.

 

Başkalarının sorularının ve güzellik kaygılarının peşinden değil, kendi sorularımızın ve güzellik kaygımızın peşinden gitmeliyiz.

 

İnsanın kozmik statüsünün yerini, insanın insanı sömürme araçlarının işgal ettiği içinde yaşadığımız bu ilginç zamanlarda, aşkın olana meydan okuyan prometeci sapkınlığa meydan okumalıyız.

 

Ferdi potansiyeli tam anlamıyla işlemek ve bir emanetçi hassasiyetiyle “enginlerde yüzen hedef”e yelken açmalıyız.

 

İnsan, zaman ve mekân kanunlarına tâbidir. Ancak insan, doğada doğa ötesini, özü keşfetmek ve okumak aşkınlığına da sahiptir. İnsan, estetik bir algılamaya, doğa içinde ona ait olmayanı bulma, aşkın olan niteliği arama merakına sahiptir. İnsan, sadece doğayı taklit eden değildir.

 

Güzellikten haz alır ve insan, mutlak güzelliğin görsel olarak ifade edilemeyişini sanatsal bir yaratıcılıkta arayan tek varlıktır.

 

İnsan, en yüksek estetik gerçekliğe, duyumsal temsil ve sezgi ile tabiatta, aşkın olanı ifade ederek ulaşmaya çalışır.

 

Sabit doğadaki estetik algılama aynı zamanda döngüsel bir doğanın estetik etkinliğidir. Kullanılan tüm malzemeler, söz, üslup, muhteva, ifade tarzı vs. özün estetiğinin aşkın olanın estetiğinden yansımasıdır.

 

Zaman ve uzam, doğanın öngörülemeyen ritmi, tüm fiziki sınırlar, varlığın özerkliğine ve aşkın estetiği görmeye çalışan insana bir sınır çizemez.

 

Tahayyül ve tasavvurda zihin ve duygunun birlikteliği, tabiatı taklit etmek yerine aşkınlığa yönelme, insani duyguların aşkına çağıran estetik yollarını da sınırsızca açmaktır.

 

Aşkın olanın tam anlamıyla kavranılarak tahayyül edilebilmesi, aşkın estetik kudretin, güzelliğin görsel temsillerine yansımasını sezgisel/sanatsal düzeyde etkileyecektir.

 

Yeri geldiğinde noktanın estetiği, yeri geldiğinde aşkınlığın estetiği bu sezgi kaleminin ucunda olacaktır. Atalar sözünde de söylendiği gibi “İnsanların aklı kalemlerinin ucundadır.”