İzzet, zilletin zıttı olup; büyüklük, yücelik anlamındadır. İnsanı yenilmekten ve mağlup olmaktan alıkoyan bir vaziyettir. “İzzet Allah’ın, Resûlü’nün ve mü’minlerindir.”[1] âyeti, mutlak anlamda kuvvet ve galibiyetin Al­lah’ın, Resûlü’nün ve mü’minlerin olduğunu belirtmiştir.

 

“Kim in­sanlarda izzet ararsa, Allah onu zelil eder,”[2] hadisi de izzetin adresini vermektedir. Resûl-i Ekrem, “Mü’min kişiye nefsini küçük düşürmesi yaraşmaz.” buyurdu. Bunun üzerine ashab: “Kişinin nefsini küçük düşürmesi nasıl olur?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav) şu cevabı verdi: “Gücünün yetmediği işlere kalkışmakla birçok belâya duçar olur.”[3]

 

İzzetle kibrin karıştırılmaması gerekir. İkisi farklı konulardır. İzzet, in­sanın kendi nefsinin hakikatini tanıması ve onu hakir duruma dü­şürmeyip aziz ve şerefli tutmasıdır. Kibir ise insanın kendini bil­memesi ve onu bulunduğu konumun üstünde tutması, insanları hakir görmesi ve hakkı reddetmesidir. Birisi, Hasan bin Ali’ye, “Ey İmam! insanlar sende biraz kibir bulunduğunu iddia ediyorlar; ne dersiniz?” der. İmam; “Hayır, yaptığım, kibir değil izzettir.” der, ve “İzzet Allah’ın Resûlü’nün ve mü’minlerindir.”[4] âyetini okur.[5]

 

İslâm, “Veren el, alan elden üstündür.” düsturuyla, devlet, toplum ve birey bağlamında izzet ve saygınlığı korumayı istemiştir. Bu nedenledir ki; Hz. Peygamber, İslâm top­lumuna katılmak isteyen bazı kimselere, “Kimseden hiçbir şey di­lenmemek kaydıyla toplumumuza katılabilirsiniz,” şartını öne sürerdi.[6]

 

İzzet ve şerefi kılık-kıyafette görmemek kaydıyla, güzel giyinmek izzeti zedelemez. İmam Malik, ulemanın izzetinin korunması için giysilerine de çok önem vermelerinin gerektiğine inanırdı. Kendisi 500 dirhemlik taylasanla beraber en kıymetli elbiseleri giyer ve ilim ehlinin giysile­riyle gözde olmalarının gerektiğini söylerdi. [7]

 

“ Kur’an, sen ve ümmetin için izzet ve şeref kaynağıdır.” âyeti, değer ve yüceliğin vahyi öğrenme ve ya­şamada olduğunu göstermiştir. Nitekim bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kur’an’ı kavrayan biri, kendinden daha üstün birinin varlığını düşünse, Allah’ın değer verdiğini küçültmüş olur:”[8]

 

Müslümanlar, izzet ve değeri Allah’tan, dalkavuk ve despotlar ise öncü ve liderlerinde bulmaya çalışırlar. Kur’an bu konuda Firavunun kiralık avenelerini haber verir. Firavun aveneleri, “ … Firavun’un yüceliği hakkı için biz üstün geleceğiz, dedi­ler.”[9] derken, sihirbazlara aldanmayan ve her türlü tehdit ve cezaya aldırış etmeyerek Hz. Musa’nın rîsâletini doğrulayan mü’minler de şöyle karşılık verdiler:

 

“Zararı yok, mutlaka biz Rabbimize döneceğiz, dediler.”[10] Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, herkes değer ve izzeti, inanıp yöneldiği güçten almaya çalışır.

 

Mu­hammed İkbal, bu gerçeği şöyle ifade eder: “Ey Müslüman!  rezzakını tanımadığın için krallara avuç açmaktasın. O’nu tanırsan, krallar sana muhtaç olur. İzzet, saltanattır. Mideye esir olmak ruhu katleder. O hâlde; istersen kalbinin, istersen de midenin sesine kulak ver.”[11] 

 

Ey akıl ve izzet sahibi Müslüman! Nasıl olur da nefsini ucuza satarsın. Nefsin asla dünya metaı ile kıyaslanmaz. Allah Teâlâ, senin nefsini cennet karşılığı satın almış­tır. Nitekim Kur’an şöyle buyurur:  “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, cennet kesinlikle kendileri­nin olması pahasına satın almıştır….”[12] Allah Teâlâ, senin değerinin hiçbir meta ile kıyaslanamaya­cağını ortaya koydu. Nefsinin asıl sahip ve alıcısını bul. Bil ki, şahsiyetlerini bir çıkardan dolayı varlıklıların ayakları al­tına koyanlar, onlara avuç açanlar,  kişiliklerini öldürmüşlerdir.

 

Selefimiz, izzeti mal ve mülkte görenlere şöyle hitap ederlerdi: “Ey varlıklılar! Ey yöneticiler! Ey debdebe içinde yaşayanlar! Şu yamalı ve müte­vazı giysilerimizi sizin sancaklarınıza; kuş tüyü, ipek ve nakışlı, süslü elbiselerinize; züht ve sade hayatımızı da Hz. Süleyman’ın mülküne değişmeyiz. Gönlümüzdeki hazine ve huzur, tüm kral ve sultanların saltanat ve saraylarından üstündür.”

 

Süfyan Sevri,  büyük sıkıntılar içinde olduğu hâlde, kendisine “Ey üstat, sultana gidip ihtiyaçlarını arz etsen olmaz mı?” denilince, şöyle cevap vermiş: “Ben dünyalığı Allah’tan bile istemedim, nasıl olur da onun gibi zayıf ve muhtaç birinden isterim?”[13] Varlıklıların kapısında duran ulemayı, “hırsızlar”, zenginlerin kapısında bekleyenleri de “riyakârlar” olarak nitelemiş.[14] İbrahim bin Ethem’e “nasılsın?” denildiğinde, “Başkalarına muhtaç değilsem iyiyim.” demiş.[15]Üstad Seyyid Kutup’tan, özür dilemesi ta­lep edilince şu karşılığı vermiş: “Her namazda ‘la ilahe illallah/Allah’tan başka ilah yoktur,’ diyen şehâdet parmağımın, zilleti içeren bir ke­lime yazması mümkün değil. Zindanı hak ettimse cezamı çekiyo­rum; hak etmedimse bâtıldan özür dilemekten Allah’a sığını­rım.”[16]

 

Aziz cemaat!

 

Hutbemi  İmam  Gazâlî’nin vermiş olduğu taahhütle bi­tir­mek istiyorum:

 

Gazâlî, ömrünün sonlarına doğru şu üç taah­hütte bulunmuş:

 

1-Hiçbir yöneticinin kapısına gitmeyeceğim.

 

2-Hiçbir yöneticinin ihsanını, yardımını kabul etmeyeceğim.

 

3-Hiç kimse ile münakaşa etmeyeceğim.[17]

 

Allah Teâlâ İslâm ve Müslümanları aziz kılsın (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

[1] Münafikun, 63/8.

[2] İbn Hanbel, Zühd, Hadis no: 466.

[3] İbn  Mace,Fiten,21.

[4] Münafikun, 63/8.

[5] Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 7/ 5009-5010.

[6] Bkz. Nesâî, Zekât 86.

[7] eş-Şekkea’, el-Eimme, II, 35.

[8] Taberî, hadisi mevkuf olarak rivâyet etti. Bkz. Zebidi, İthaf, 5/10.

[9] Şuarâ, 26/44.

[10] Şuarâ, 26/50.

[11] Sabbağ, Akvâl, s . 563.

[12] Tevbe, 9/111.

[13]Nasir, el-Celil, Abdülaziz, Vekefât Terbeviyye,3/ 454.

[14] eş-Şâmî, Hayatü, İbrahim b. Ethem,s. 76.

[15] eş-Şâmî, a. g. y.

[16] el-Kadirî, el-Cihad,2/320.

[17] Şiblî,Hayutu’l-Gazâlî, s. 29. 

Editör: TE Bilisim