Bayram, Arapçada dönüşüm anlamındaki “id” sözcüğünün karşılığıdır. Her yıl tekrarlandığı için bu ismi almıştır. “Bu gün dininizi kemale erdirdim. Üzerinizde nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı seçtim.” âyetinin de ifade ettiği gibi, İslâm, mükemmel dindir. Her konuda olduğu gibi, bayram konusunda da bizi yabancı kültürlere muhtaç bırakmamıştır. İslâm’da “Ramazan” ve “Kurban” olmak üzere iki dinî bayram bulunmaktadır. İkisinin de kaynağı vahiydir. Bunlar dışında kalanlar şenlik, eğlence, karnaval ve festivallerdir. İslâm’ın iki bayramında, namaz, hutbe, tekbir, kurban, yardımlaşma, fıtır sadakası, şükür, sevinç, mutluluk ve meşru dairede eğlence sergilenir.

Bayram sabahı yıkanmak, güzel koku sürmek, bayram günleri süresince, dost ve ahbapları ziyaret etmek, namazlardan sonra, yollarda teşrik tekbirleri getirmek sünnettir. Hz. Peygamber, Kurban Bayram’ında ilk olarak camiye gider, eve geldikten sonra iftar ederdi. Ramazan Bayram’ında ise, oruçlu olmadığını göstermek bağlamında evde hafif bir şey yer, sonra camiye giderdi.

İslâm’ın iki bayramı, ilahî ziyafet ve toplantılardır; Müslümanlar, bu ziyafetlere katkıda bulunmaya davet edilirler. Bid’atlerin hakim olduğu bayramlarda ise şehevî arzuların tatmini, gaflet ve israf öne çıkar.

Bayram namazları Müslümanların bir araya gelmesi, muhaliflerine birlik ve beraberliklerini hissettirmek içindir. Ashap, bayramlarda camide ve Hz. Peygamber’in nezaretinde çeşitli etkinlikler sergilerlerdi. Bayramlarda meşru daireler çerçevesinde eğlenmeye ruhsat verilmiştir. Hz. Ayşe şunu nakletti. “Bir bayram günü ensardan iki küçük kız şarkılar söylüyorlardı. Tam bu esnada Ebû Bekir içeri girdi. Kızları engellemeye çalıştı. Orada hazır bulunan Resûl-i Ekrem, ‘ya Ebû Bekir! Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.’ buyurdular.” İslâm’ın her iki bayramı da ibadetle ihya edilir, ibadette sosyal dayanışma ve yardımlaşma öne çıkar. Cahilî ve bidî bayramlarda ise gaflet, günah ve isyan sergilenir.

Günümüz dünyasında matem ve yas tutulması gereken birçok gün bayram ilan edilirken, melekler gökte yas ilan ederler. Sadece Hindistan’da bir yılda kutlanan bayram sayısı binlerle ifade edilmektedir. İslâm dışı bayramlarda israf ve savurganlık esastır. Söz gelişi, her yıl Noel yortusu nedeniyle yığınlarca servet heba edilir. Bu savurganlıkla kaç fakir doyurulur? Kaç muhtacın ihtiyacı giderilir? Yapılanlar eğlence, çılgınlık, ve sarhoşluktan öteye geçmez. Kurban ve Ramazan bayramlarında ise Müslüman ülkeler milyonlarla ifade edilen yardımları Afrika, Uzak Doğu vb. muhtaç ülkelere gönderirler. İslâmî bayramlarda sadelik ve tevazu öne çıkarken cahilî bayramlarda, çılgınlık, şov ve israf öne çıkar.

Bayramlarımızda görülen bazı bâtıl inanç ve bid’atlerle değinmeden geçmeyeceğim.

Ölümü müteakip bayramda taziyeyi tekrarlamak, ilgili bayramı, “Kara Bayram” olarak nitelemek bid’attir. Söz konusu uygulama ölü yakınlarının acısını tazelemekten öteye geçmemekte, sevinç günleri olan bayramların keder ve yas günlerine dönüşmesine neden olmaktadır. Kara bayram uygulaması ve inancı, cahilî bir âdet ve gelenektir. İslâm’ın mübarek saydığı bir bayrama kara denilmesi çirkin bir yakıştırmadır. Bayram bir yana, herhangi bir güne kara demek haddi aşmaktır. Tüm günler mübarektir. Senenin 365 günü içinde kara ve uğursuz olanı yoktur. Zaman mübarek bir zarftır, tertemizdir, uğursuz ve kara olan insanların kötü amelleridir.

Bayramları kara olarak nitelemek, Allah’ın takdiriyle gerçekleşen ölüm olgusuna bir isyandır. Zira kültürümüzde ölüm günü, kavuşma günü olarak algılanır. Ölüm, dostu dosta, seveni sevene kavuşturmaktadır. Vefat günü, fâniden bâki olana geçiş günüdür. Ölüm gününü kara olarak algılamak, dünya hayatını ahirete tercih edenlerin ahlâkıdır. Hz. Peygamber, ölü yakınlarına, “Sabredin, ecrinizi Allah’tan bekleyin. Allah dilediğinden alır, dilediğine verir. Her şeyin bir ecel ve vakti vardır” telkinini yapardı.

Kiraz bayramı, kayısı bayramı ve benzeri isimlerdeki uydurma bayramların dinimizde yeri yoktur. Bunların hepsi bâtıldır. Bunların bir örneği de Eski Mısır’da Kıptilerin kutladığı, “Zeytin Bayramı”dır ki, İslâm’dan önceki putperestliğe dayanmaktadır.

• Bayram namazlarında, namazı kıldıktan sonra, dinî bir şiâr olan hutbeyi dinlemeden çıkmak hatadır, bid’attir.

• Kadınların bayram namazını terk etmesi hatadır. Saâdet asrında kadınlar da erkekler gibi bayram namazına iştirak ederlerdi.

• Bayram gecesi ya da gündüzünde bayrama özgü nafile namaz kılmak bid’attir.

Bayramlarda mezarlıklarda şeker, bisküvi, ekmek vs. dağıtmak dinî bir şiâr hâline gelmiştir. Mezarlıklar ziyaret edilir, sadaka verilir; ancak ziyaret ve sadakanın riyadan uzak olması şarttır. Bayram günü ya da gecesi mezarlıklarda sadaka dağıtmak şu nedenlerden dolayı meşru değildir:

1-Sünnette varit olmamıştır.
2-Sadaka vermeye tahsis edilmiş bir yer yoktur.
3-Riyânın karışma ihtimali vardır.
4-Mezarlıklarda gerekçesiz kazanç ve rant kazananlara prim verilmiş olur.
5-Mezarlıkların basılmasına, kirlenmesine, üzerinde oturulmasına sebebiyet verir.

• Ramazan Bayram’ını, “Şeker” Kurban Bayram’ını “Kan veya Et Bayramı” olarak nitelemek bid’attir.

• Bayramlarda gündüz uyumanın ya da çalışmanın haram olduğuna inanmak bâtıldır, hatadır.

• Bayramlarda cemaatin mezheplere göre ayrılması, ayrı ayrı namaz kılmaları bid’attir. Bu bid’at, bayramların teşri maksadını ortadan kaldırmaktadır.

İki bayram arasında nikâh yapılmayacağına inanmak, bâtıl bir inanç olduğu gibi, Hz. Peygamber’in uygulamalarına da muhaliftir. Zira Hz. Peygamber’in Hz. Ayşe validemizle evlenmesi ramazan ayını takip eden şevval ayında gerçekleşmiştir. Hayatınız ramazan, ahiretinizin de bayram olsun.

Bu vesileyle bayramınızı tebrik eder, en büyük nimet olan cemalini gösterme bayramını cümlemize nasip etsin. (Âmin).
(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı çalışmasından alınmıştır.)

DİPNOTLAR
1 Mâide, 5/3.
2 Buhari, İdeyn, 3.
3 Buhari, hadis no: 1284.

HADİSLERİN IŞIĞINDA
Ahiret Dostumuz: Salih Amel

“Amelinin geri bıraktığı kimseyi nesebi ilerletemez.” (Ebu Davut, İlim, 1.)

Vaktiyle bir padişah vezirleriyle birlikte gezintiye çıkar. Yol üzerindeki bir köyde çok yaşlı, beli bükülmüş, ihtiyar bir adam görür. Yaşlı adam, kan ter içinde tarlasına ağaç fidanları dikmektedir.

Padişah, fidan diken ihtiyara yaklaşır, selam alıp verdikten sonra:
- Bre ihtiyar neden fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah uzun bir ömür sürmüşsün. Allah Teala daha çok uzun ömürler versin ama herhalde bu ağacın meyvelerini yiyecek kadar yaşayamazsın, der.

Yaşlı adam tebessüm ederek cevap verir:
- Dualarınız ve temenniniz için çok teşekkür ederim. Lakin bu diktiğim fidanların meyvesini yemem şart değil. Biz dedelerimizin diktiği fidanların meyvesini yiyoruz. Bizden sonrakiler de bizim diktiğimiz fidanların meyvesini yerler.

Bu cevap padişahın çok hoşuna gider ve ihtiyar adama bir kese altın verilmesini emreder. Yaşlı adam sevinerek:
- Gördünüz mü, der. Diktiğimiz fidanlar daha şimdiden meyve vermeye başladı.

Bu cevap hükümdarın daha da hoşuna gider ve bir kese altın daha verilmesini emreder.

İslam, insanın güzel davranışlar sergilemesine ve güzel ahlaklı olmasına büyük önem verir. Bu nedenle her türlü güzel, düşünce, söz ve davranışı emrederken kötü düşünce, söz ve davranışları da yasaklar. Dinimizde, insanın kendisine ve çevresine yararlı olmak amacıyla Allah rızası için yaptığı her güzel iş ve davranış, salih amel olarak adlandırılır. Hiç kimseden karşılık beklemeksizin sadece Allah rızası için yapılan salih ameller, bize Allah’ın hoşnutluğunu kazandırır. Namaz, oruç gibi ibadetlerin yanı sıra insanlara güler yüz göstermek, hastaları ziyaret etmek, ihtiyacı olan hastaya kan vermek, bir muhtaca yardım etmek, açları doyurmak ve selam vermek de salih amel sayılır.

Allah Teala, bizlerden bizi dünya ve ahirette mutluluğa götürecek salih ameller yapmaya teşvik eder. Örneğin bir ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “…Salih ameller işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görürüm…” (Sebe suresi, 11. Ayet) Allah’ın emrine uyarak salih amel işlediğimiz zaman manevi haz ve mutluluk duyarız. Bu mutluluk adeta iyiliklerimizin peşin bir ücreti gibidir. İyilik yapanlar bu dünyevi mükafatın yanında yaptıkları salih amellerin asıl karşılığını ebedi ahiret hayatında göreceklerdir. Kur’an’ı Kerim’de birçok ayette salih amel işleyenlerin ahiretteki ödüllerinin sınırsız olacağı müjdelenir. Bu sınırsız ödüllendirme, insan psikolojisinde güçlü bir motivasyon oluşturur ve zamanla salih ameller insanda güzel bir davranış biçimine dönüşür. Bunu başarmış insanlar dünyalarını da cennete dönüştürürler.

Allah Tela dünyada güzel iş ve davranışlarda bulunanları şöyle över: “İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu! Onların sonunda varacakları yer ne güzel!” (Ra’d Suresi, 29. ayet) Ayrıca “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzeli ve daha fazlasıyla karşılık vardır. Yüzlerini ne bir yoksunluk ne de bir aşağılanma duygusu kaplar. Cennet ehli işte bunlardır. Orada ebedî kalacaklardır.” (Yunus suresi, 26. ayet) buyurarak salih amel sahiplerinin yaptıklarının karşılığını fazlasıyla alacaklarını müjdeler. Ve nihayet bu müjdenin içeriğini şöyle açıklar: “İman edip salih ameller işleyenlere gelince, insanların en hayırlıları onlardır. Rableri katında onların mükafatı, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükafat rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine suresi, 7-8.)

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:
Kıyamet günü Allah (cc) şöyle buyuracaktır:
- …Ey Ademoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadım, buyuracak.

Kul:
- Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin, diyecek.

Allah Teala:
- Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin? Eğer sen ona yiyecek verseydin onun karşılığını benim katımda bulacaktın, buyuracak.

Allah Teala:
- Ey Ademoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin, buyuracak.

Kul:
- Ey Rabbim” Ben san anasıl su içirebilirim? Sen ki alemlerin Rabbisin, diyecek.

Allah Teala:
- Kulum falam senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun? Eğer ona su vermiş olsaydın bunu benim yanımda bulacaktın, buyuracak. (Müslim, Birr, 43.)

Dünyada mutlu olmanın ve ahirette ebedi huzura kavuşmanın yolu Allah’a iman ederek salih ameller işlemekten geçer. Bu nedenle ebedi hayatta bizi kurtaracak salih amellere yönelmek en kazançlı yoldur. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Mal mülk, çoluk çocuk… Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir. Ama baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında hem mükafat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır.” (Kehf suresi, 46. ayet) Peygamberimiz (sav) de bir hadisinde kişi öldüğü zaman malı, evladı ve amelinin onu mezara kadar takip ettiğini belirterek “malı ve evladı mezardan geri döner, ameli ise onunla kalır.” buyurur. (Buhari, Rikak, 42; Müslim, Zühd, 5.) Demek ki ebedi hayat yolculuğunda yanımızda sadece dünyadaki amellerimiz olacak. Bu nedenle salih amel dediğimiz Allah’ın rızasını kazandıracak güzel davranışlarla doldurmalıyız hayatımızı. Ahiret sermayemizi salih amellerle doldurursa ebedi mutluluğa kavuşabiliriz.

Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat ve sadaka vermek, anne-babaya iyi davranmak, akrabalarımızı görüp gözetmek, komşularımızla iyi geçinmek, yaşlıları kimsesizleri koruyup gözetmek, yoksullara, muhtaçlara ve zor durumda olanlara yardımcı olmak salih amellerin sadece bazılarıdır. Güzel söz söylemek, güler yüzlü olmak, kimseye kötüsöz söylememek ve kimseyi kırıp incitmemek de bu erdemli davranışlardandır. Hayatımızı bu güzel davranışlarla süsleyelim ki ahiretimiz de güzelleşsin.

DUA
Ey kalplerimizi yönlendiren Allah’ım! Kalplerimizi sana itaate çevir. Senin rızanı kazandıracak salih ameller yapmayı bize nasip et.

NÜKTE-HİKMET
Bediuzzaman Said Nursi, bir Kurban Bayramı arefesinde davet üzerine Ankara’ya geldiğinde o zamanlar Siverek mebusu olan Yüzbaşı Abdülgani Ensari’ye:
- Ensari, demiş, yarın Said’in başını keseceklerinden haberin var mı?

Ensari büyük bir telaş içinde kıvranırken, Bediuzzaman bu latifeyi şöyle izah etmiş:
- Said kelimesinin başındaki “sin” harfini kesersen, geriye “iyd” kalır ki, o da bayram demektir. Yarın da Kurban Bayramı biliyorsun.


Hazırlayan: M.İkbal CANDAN

 

Editör: TE Bilisim