Yine kadınlar günü… 8 Mart tarihi, “kadın sevmez” erkeklerin ya da kadınların gittikçe uçlara savrulan talepleri karşısında kendini savunmasız hisseden bir kısım “nahif erkeğin” içini gıcıklayan bir tarih. Televizyonlarda kadın örgütü FEMEN’in şovlarını izleyip “yoksa bizimkilerin varmak istediği yer de burası mı?” sorularını dehşetle kendine soran bu erkekler, kadınların gittikçe dozu artan zaman zaman anarşizme varan söylemleri karşısında “tedirgin bir balık gibi”ler şu sıralar. Gazetelerin üçüncü sayfalarından devşirilmiş haberleri manşetlerine çeken kadın örgütlerinin web sayfalarını okuduğunuzda, muazzam bir dezenformasyonun içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Anlatmak istediğimi söz konusu web sayfalarından alıntıladığım birkaç kelimeyle özetleyeyim: “feodal toplum, erkek egemen, taciz, beden sömürüsü, sözle taciz, gözle taciz, mücadele, zafer, kadınlar idam istiyor, istismar vs.” söz konusu sitelerdeki genelleyici, aşağılayıcı ve bir o kadar da tahrik edici üslubu bir kenara bırakıyorum. Zira bu konuda sarf edilen her kelam, “marjinal” bir söylemle medyada boy gösterme aracı yapılıveriyor. Burada asıl değinmek istediğim, bazı kadın örgütlerinin olayla uğraşayım derken, özü ıskalamış olmalarıdır. Kadına şiddet, toplum olarak sorunlarımızdan bir tanesi, doğrudur. Fakat bundan daha büyük sorun, kadına uygulanan şiddetin istismar aracı olarak kullanılması. Yukarıda biraz da ironik bir şekilde ifade etmeye çalıştığım manzara, halimizin yansıması aslında. Bir tarafta kadına şiddet uygulayan hemcinslerinin vebalini yüklenmek zorunda kalan erkekler, öte tarafta ise toptancı zihniyetin hafifliğini kendine sitem etmiş, uçlara savrulmaktan kurtulamamış “istemezük”çü kadınlar. Söz ettiğim bu örgütler, kadınların hakkını sadece dayak yiyen, şiddet gören hemcinslerinin gündeme taşınmasına indirgeyerek gri propaganda yapıyorlar. Üstelik gündeme taşıdıkları bu kadınlar, toplumda yüzde 1’i bile teşkil etmeyecek kadar az. Yanlış anlaşılmasın, miktar az olursa, yapılan mazur görülebilir demeye getirmiyorum. Sözünü ettiğim, çok yönlü olarak ele alınması gereken bir konunun, sadece cinsel farklılık noktasına indirgenerek gündeme taşınması. Mesela kadın bedeninin, “tacizci” gözlerce rahatsız edilmesi karşısında kükreyen kadın örgütlerinin, aynı kadın bedeninin reklam spotlarında, ürün pazarlamasında kullanılmasını memnuniyetle karşılayıp bunu kadının sosyal hayata dâhil olması şeklinde yorumlamasını anlamakta zorlanıyorum. Yine, kadınlarla ilgili eşitsizlikleri habbe-kubbe farkı gözetmeksizin haykıran aynı kadın örgütleri inancının gereği olarak başını örten ve bu sebeple işinden olan, okuldan atılan kadınlar karşısında suspus oluveriyor. Kendi içinde dahi samimiyet sınavını geçememiş bir yapı hâsılı. Sokaklarda “haklarını” savunmaya koşan kadınlar bile, kendileri üzerinden yapılan büyük bir sömürünün objeleri oluyor hakikatte. Sesleri yükseldikçe, birilerinin rant değirmenine su taşıyorlar farkında olmadan. Büyük meydanları dolduran on binlerce kadının emeği ve bedeni, ya bir kadın örgütünün reklam malzemesi oluyor ya da üçüncü sayfa haberlerine karşı yükseltilmiş “gür” bir ses oluyor. Baskın basanındır yaklaşımıyla, haklarındaki en küçük bir eleştiriye dahi tahammül gösteremeyen, kendilerini dokunulmaz olarak gören bu örgütler, tek doğrunun kendi bildikleri olduğu konusunda inanılmaz bir özgüvene sahip olan bu kadın örgütleri, kadınların makul taleplerinin dahi marjinalleşmesine yol açıyor maalesef. Kendileri hakkında konuşacak dillerin, yazacak kalemlerin mutlaka kendilerini övmek zorunda olduğu zannına meftun kadın örgütlerinin bir an evvel asıl misyonlarını hatırlamalarını temenni ediyor, başta onların ve tüm kadınların kadınlar gününü kutluyorum. Tahir Sami yazdı...
Editör: TE Bilisim