Resullullah (sav) “Münafıklığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez, ona emânet edildiği zaman hıyanet eder” buyurmaktadır. Bu Hadis-i Şerîf’in Müslim’deki rivayetinde “Oruç tutup, namaz kılar ve Müslüman olduğunu iddia etse bile” ilavesi kayıtlıdır.

***

Bir zamanlar adamın biri hacca gitmeye niyetlenmiş. O zamanlar hac yolculuğu aylarca sürdüğünden, malını emanet edebileceği güvenilir bir kişi arayışındaymış. Cami imamına istişare için gitmiş. İmam da: “Üç gün boyunca sabah ve yatsı namazını gözle, sabah camiye en erken gelip yatsı namazında da camiyi en geç terk eden kişi muhtemelen güvenilir bir insandır.” demiş. Bu esnada kulak misafiri olan birisi imamın tarif ettiği gibi davranmaya ve böylece adamın güvenini kazanmaya karar vermiş. Her sabah camiye en erken geliyor, yatsı namazında da camiyi en son o terk ediyormuş. Onun bu hâlini takip eden hacı adayı, üçüncü günün sonunda artık aradığı güvenilir şahsı bulduğu kanaatiyle adamın yanına giderek durumu anlatmış ve malını kendisine emanet etmek istediğini söylemiş. Hacı adayının bu teklifini zaten beklemekte olan adam sakalını vaziyetten memnun bir şekilde sıvazlayarak “Aynı zamanda oruçluyum da!” demiş. Riya ve samimiyetsizlik ifade eden bu sözü işiten hacı adayı bir anda irkilerek adama “Ben sana oruçlu olup olmadığını sormadım ki! (Oruç yalnız kişi ile Allah’ ın bilebileceği bir ibadettir.) ” diyerek malını o adama emanet etmekten vazgeçmiş.

Namazın güvenilirlik alameti olarak düşünülmesi tâbiîdir. Zira bir ayet-i kerîmede “..Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten men eder” buyurulmaktadır. Fakat maalesef öyle kimseler de vardır ki, kıldıkları namaz, tıpkı Resulullah'ın (sav) buyurduğu gibi kendilerine yorgunluktan başka hiçbir fayda sağlamamış ve onların kötülük yapmasına engel olmamıştır. Evet bu hâl, hiç kuşkusuz aynı zamanda da münâfıklara yaraşır bir sıfata bürünmektir.

Müslüman güven insanıdır. Bu sebeple bir müslümanın İslâm’a mensubiyetinin en emin alameti, dürüst ve güvenilir olmasıdır. Yoksa namaz kılıyor yahut da oruç tutuyor olması değildir. 

“Güven”… Nasıl da günden güne, içten içe ve adım adım kaybettik bu muazzam hazineyi?! Oysa çocukluğum, insanlar arasında güven ve itimadın adeta temel bir kaide hâlini aldığı bir ortamda geçti. Öyle ki, senet istemek garipsenir ve hatta çoğu zaman ayıp görülürdü. Hatta senedin ne olduğunu dahi bilmeyen pek çok kimsenin bulunduğunu söyleyebilirim.

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış:

"Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!"

Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş:

Bedevi demiş ki; "Eğer anlatırsan, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.” 

Güven istismarının en tahrip edici etkisi, güven ikliminin hızla dağılması ve insanların birbirlerine yabancılaşmasıdır. Hikayedeki bedevînin yayılmasından korktuğu şey öyle sarsıcı bir illettir ki, toplumda yakıp yıkmadığı hiçbir değer bırakmaz. Merhamet hissi dahi bu yıkımdan payını alır. Tıpkı bugün pek çoğumuzun hissettiği gibi...  

Dolandırıcılar insanların duygularını istismar etmek için öyle yollar denediler, öyle profesyonel planlar yaptılar ki tuzaklarına düşmemek adeta imkansızlaştı. Girmedikleri kılık, istismar etmedikleri değer bırakmadılar. Dolandırıcılığın bu ölçüde çeşitli ve inanılmaz derecede yaygınlaşmasının bir neticesi olarak da insanların birbirlerine güven ve merhameti azaldıkça azaldı. Selam verenin selamı alınmaz, soru soranın yüzüne bakılmaz, hatta yerde yatana kimse cesaret edip de yardım etmez oldu.

Geçen gün caddede yürürken küçük bir kızın dondurucu soğuğa rağmen yere serili bir karton üzerinde uzanmış bir halde  tir tir titreyerek dilendiğini gördüm. Durumu yetkili bir dostuma bildirdim ve neticeten yapılan incelemede bu kız çocuğumuzun, abisinin baskısıyla dilendirildiğini anladık. Unutmayın ki her adıma polis-zabıta görevlendirilemez. Ancak her birimiz birer polis- zabıta olup olumsuzlukları yetkililere belirtebiliriz.

Resulullah (sav) “Her kim kötü birşey türetirse, ona o suçun  günahı yanında kıyamete kadar bu suçu işleyenlerden nasibi olur” buyuruyor. Güven istismarı da tıpkı bir virüs salgını gibi toplumu hasta ederken, bir diğer yandan da başka sorunların ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Bu sebeple güven istismarı, her zeminde tavizsiz mücadele ve caydırıcı yaptırımlar gerektiren toplumsal bir sorun ve yapısal bir problem olarak göze çarpıyor.

Bizlere düşen, evvela “güven insanı” olmak, sonra da güven istismarı karşısında tavizsiz bir tutum sergilemektir.