“Malınızı sattığınızda yemin etmekten sakının. Çünkü yemin malınıza rağbeti artırmasına artırır, ancak onun bereketini yok eder.” (Hadis)

Osmanlı ile yapmış olduğu anlaşmaya uymayarak Osmanlı illerine karşı saldırıya geçen Karamanoğlu Mehmet Bey, Bayezid Paşa’nın zeki bir manevrası ile yakalanarak oğlu Mustafa ile beraber sultan I. Mehmet’in (Çelebi) huzuruna getirilir. Bundan sonrasını Osmanlı’nın meşhur tarihçisi Neşrî’den dinleyelim:

Sultan dedi ki: “Ey Karamanoğlu! Seni ben neyleyeyim?”

Karamanoğlu: “Sultanım ne ceza uygun görürse iki katına layığım. Emir Sultanındır” dedi.

Sultan iyi bir insandı. Onu affedip: “Gel bir daha Müslümanlara zarar vermemek için yemin et.” dedi. 

Karamanoğlu Mehmed Bey, “Baş üzerine” deyip, elini göğsüne koyduktan sonra: “Bu can bu bedende durdukça Osmanlıya zarar verecek bir işe girişmeyeceğim. Eğer zarar verecek olursam Kur’an-ı Kerîm  bana haram olsun.” dedi.

Sultan bu yeminden hoşlanıp Karamanoğlu’na çeşitli hediyeler, atlar, katırlar ve develer verdi. Aynı zamanda şehirlerini de geri verip gönderdi. 

Sultan gittikten hemen sonra Karamanoğlu dedi ki: “Benim düşmanlığım, Osmanlı’yla kıyamete kadar devam edecektir.”  Yola koyulup Bacıhisarı dedikleri hisarı geçtikten sonra yine Osmanlı illerini yaka yıka gitti. Karaman oğlunun Beyleri, Karaman oğluna dediler ki: "Niçin böyle yapıyorsunuz, hani yemininiz?” Karamanoğlu: “Bu can bu bedende durdukça diye yemin ettiğim zaman koynumda bir güvercin vardı. Sonra güvercini salıverdim. Yemin de bozulmuş oldu.” dedi. Bu haberi Sultan işitince “O yemin onu kahretsin inşallah! dedi. (Neşrî; Kitâb-ı Cihan-nümâ, C. II, TTK, 1957, s. 534-535.)

İnsanlar verdikleri sözü tutmamak karakterine sahipseler, yeminlerini bozmak için her türlü çare bulabilirler. Ama öyle insanlar da vardır ki bir defa söz verirlerse artık yemine, şarta lüzum yoktur, mutlaka verdikleri sözü tutar, vaatlerini yerine getirirler.

Neden yemine ihtiyaç duyulur, hiç düşündük mü?

Yemin hem güveni hem de güvensizliği çağrıştırır. Bir başka seçenek kalmadığı zaman yemin bir güven mekanizması oluşturur. Kuran-ı Kerim’de bu tür yeminlere yer verilmiştir. Ancak genel olarak kullandığımız yeminler güvensizlik üzerine kurulan yeminlerdir. Bu tür yeminler ağırlıklı olarak alışveriş esnasında kullanılır. Tabii insan düşününce üzülmeden de edemiyor. Neden bu kadar güvensiz bir toplum olduk? Neden karşımızdaki bize yemin teklif ediyor veya biz neden karşımızdakine yemin ettiriyoruz?

Yeminin yaygınlaşmasına paralel olarak ya yalan yere edilen yeminler artar ya da -daha tehlikelisi- edilen yemini boşa çıkarmak için yukarıdaki tarihî vakada anlatılan gayri ahlaki yollara başvurularak hile yoluna gidilir. Hâlbuki normal yemini bozmanın kefareti olur; ancak yalan yere edilen yeminin kefareti de olmaz.

Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen; “Ettiğin yemin arkadaşının anlayacağı mâna üzerinedir” ve “Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir” hadisleri gereği (Müslim, “Eymân”, 20, 21) yemin verirken yemin edenin niyeti değil yemin ettirenin niyeti önemlidir.

Bazı kişiler dini kullanarak hile yapıp (hile-i şer’iye) karşısındakini ve Allah’ı aldattığını zanneder, çünkü edilen yeminin güvencesi Allah katındadır. Örneğin, bir alışveriş esnasında “Şu fiyata olmaz mı?” denildiğinde karşı taraf “Vallahi bana maliyeti bu kadar!” der. Alıcı çoğu zaman bu söze inanmaz ve pazarlığı sürdürür. Çünkü karşı tarafın yeminine güvenmiyordur. Ben böyle bir durumla karşılaştığımda ya alışverişi tamamlar ya da çekip giderim. Çünkü satıcı Allah adına yemin vermiştir. Pazarlığı sürdürdüğümde sanki Allah'a karşı bir saygısızlık yapmışım hissine kapılırım. Doğru veya yanlış; benim uygulamam bu yöndedir. 

Rabbim işimize, ticaretimize yemin karıştırmayacak güven dolu bir yaşam nasip etsin.