Dünya… Sınırlarını keşfetmeye insanoğlunun aklının yetmediği, uçsuz bucaksız kainat içinde bir mavi yıldız.

Bilim kanıtlı şeyler söylese de, her birimiz için tanımları ve yüklediği anlamları farklı dünya için.

Benim için dünya, koskocaman bir misafirhane.

Dünya, milyarlarca yıl her canlı türüne bütün köşelerini cömertçe açmış, lütfu bol, ihsanı sonsuz bir misafirhane, bir han. Aynı zamanda bu konukevini işleten, tamiriyle meşgul olan, restore edip yenileyen, her türlü üretimi yapan da Yaratan vasıtasıyla yine kendisi.

Dudaklarından yıllanmış tebessümünü eksik etmeyen, nur yüzlü ihtiyar bir kadına benzetirim dünyayı. Bu kadın yıllarca, eşiğine gelen, Rahmân'ın gönderdiği her misafirini aynı izzet ve ikramlarla karşılamış. Bu kadın misali dünya da hiçbir misafirini dili, rengi, cinsiyeti için ötelemeden karşılıyor.

Yolu kendinden geçenleri, nereden gelip nereye gidiyorsun demeden ağırlıyor.

Gelen hiçbir yolcu yabancılık hissetmez bu koca misafirhanede. Çünkü yolcu aynı zamanda ev sahibinden bir parçadır. Eskiler, mütemadiyen sürüp giden bu döngüyü;topraktan geldik, toprağa gideceğiz diye açıklar. Bu,vücudumuzun döngüsüdür. Ruhun döngüsü ise bambaşka.

Dünyaya yolu düşen her yolcu,aynı cömertlikle karşılanır, keyfince kurulur, yuvarlak dünyanın her bir köşesine. Bu cömertlik karşısında yolcu, unutur yolcu olduğunu. Konup göçen bir göçmen olduğunu hatırlamaz. Köşe kapmaca oynamaya başlar. En güzel, en özel, en rahat, en ferah köşeye sahip olmak ister. Sahip olur da belki.

Ama bir türlü yâdına getirmez, sayısız yolcudan biri olduğunu. Hatırlamaz günlerin geçip de göçme vakti geldiğinde, kendinden geriye bir toz zerresinin dâhi kalmayacağını.

Bu köşe kapmaca oyunu için küre-i zemin, ne hengameler ne kanlı meydan savaşları görmüş. Hepsi de yolcu olduğunu unutan yolcuların eseri…

Sâfî bir yolcu olan insan, kendini sahip sanmış, asıl ev sahibi olan dünyanın dizlerinin bağını çözmüş, omurgalarına ağır hasarlar vermiş, göz pınarlarını kurutmuş.

Sebepsiz incitilen yolcuları da hesaba katarsak, dünya için, takdir edilen yolcuya ‘han’ olma görevi ağır bir yük olmuştur. Hem han hem hancı makamı dünyaya pahalıya mal olmuş.

Bunlara rağmen zaman içinde hancının konukseverliği yeterli gelmemiş, yolcular kendilerine başka durak yerleri arar olmuş. Ay'da atmosfer, Mars'ta su… Daha başka nerelerde neler neler aradık da hala ikna olamadık yolcu olduğumuza.

Atamız Adem ile Havva'dan bu yana tüm yolcuların tek ev sahibi: Dünya. Aradan geçen milyar yıllar içinde hala işinin başında. Yalnızca biraz yorgun, oldukça ihtiyarlamış, fazlaca yıpranmış…

Bir gün ansızın sona erecek yolculuk için fazla hırslıyız galiba.

Bilmiyorum, dünyaya hiç bu açıdan baktınız mı? Bu yanıyla bakıldığında bizim dünyadan razı olmamak gibi bir lüksümüz yok sanırım.

Ama hancıyı merak ediyorum. Hancı razı mı yolcudan?

Benim dermansız sözlerime güç, ancak sözün ustasından gelir.

“Yürü bre yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan bir ekine misal
Seni eken biçer bir gün

Ağalar içmesi hoştur
O da züğürtlere güçtür
Can kafeste duran kuştur
Elbet uçar gider bir gün”

( Karacaoğlan)

Yalan olan biz miyiz yoksa dünya mı?