Bir adam İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak ister. Büyük nebi onu kırmaz, birlikte yola çıkarlar... Epey yürüdükten sonra bir su başında dururlar. Yanlarında üç ekmek vardır. Ekmeğin ikisini yerler. İsa aleyhisselam gidip su içer, döndüğünde üçüncü ekmeği göremeyince sorar:

-”Ekmeğe ne oldu?”

-”Bilmiyorum!” cevabını alır...

Hazret-i İsa arkadaşı ile yola devam eder.

Yolda çeşitli mucizeler gösteren Hz.İsa her seferinde aynı soruyu sorar:

-Ekmeğe ne oldu?

Her seferinde de aynı cevabı alır:

-Bilmiyorum.

Nihayet ovaya inerler. İsa aleyhisselam bir miktar toprak yığar ve dua eder. Küçük tepecik çil çil altın hâline döner. Bunu üçe taksim eder. "Biri benim" buyurur, "Biri senin, üçüncü de kayıp ekmeği yiyenin!" Adam hemen itiraf eder:

-”O ekmeği ben yemiştim!..”

İsa aleyhisselam;

-”Al, üçü de senin olsun!” deyip ayrılır. Adam altınları nasıl taşıyacağını düşünürken iki harami gelir:

-”Bizi de ortak et, eğer eceline susamadınsa…”

Adam da korkusundan:

-”Zaten üç parça, gelin paylaşalım” der.

Altınları koyacak torba ve yiyecek alsın diye haramiler adamı kasabaya gönderirler. Adamın dünya sevgisi ağır basar, "Dur şunları zehirleyeyim!" der, "Altınların hepsi bana kalsın."

Bekleyenler de ihanet içindedirler: "Var mısın onu öldürelim" derler, "üçe değil ikiye bölmek varken..."

Nitekim haramiler yemekler ve çuvallarla gelen adama saldırır ve onu oracıkta acımadan katlederler. Sonra da oturup adamın getirdiği yemeği yerler.

Zehir kanlarına işler, peş peşe toprağa düşerler...

İsa aleyhisselam dönüşte bakar ki altınlar olduğu gibi ortada durmakta ve başında üç ceset yatmakta. İbretle bakar ve şöyle buyururlar:

"İşte dünya!"

***

Dünya kurulduğundan beri bu döngü devam ediyor. Geçici bir süre için kalacağımız bu dünyada kendimizi kaptırdığımız mal sevgisi ile "Mal da yalan, mülk de yalan; var biraz sen de oyalan" sözünü gerçekleştirmek için adeta sıramızı bekliyoruz. Halbuki bize mal ve eşyaların sadece kullanma hakkının verilmiş olduğunun farkında değiliz.

Dünya malının sembolü olan altın, yukarıdaki hikayede olduğu gibi bize adeta "Sıradaki gelsin!" der gibi bakıyor. Biz de kuzu kuzu görevimizi (!) yapmak için bizden öncekilerin sonunu gördüğümüz halde ortada olan dünya malına sahip olmak için türlü entrikalar çeviriyoruz. Diğer taraftan altın (Dünya malı-makam-mevki vs.) bize bakıp kıs kıs gülüyor ve nöbetimizin bitmesini bekliyor.

Altın aynı altın, ama  sürekli el değiştiriyor. Her yeni sahip onu ele geçirince mutlak sahibi olduğunu düşünmeye devam ediyor. Ve bu kısır döngü, dünya kurulduğundan beri devam ediyor. Bu kısır döngüden de kendini kurtarabilen insanların sayısı maalesef çok değil.

Geçen gün bir rüya gördüm. Rüyada birisine telefon etmem gerekiyor. Ancak bir türlü telefonu açamıyorum. Ya rehberdeki numarayı bulamıyor, ya da bulduğum zamanda tüm gayretlerime rağmen arama tuşunu bulamıyorum. Tuşu bulduğumda da karşıya sesimi duyuramıyorum. Sanki yokmuşum gibi sesim duyulmuyor. Bağırıp çağırıyorum. Ancak nafile, beni duyan yok. Altın da tıpkı rüyamızdaki  gibi bizi uyarmak için konuşuyor, bağırıyor çağırıyor, ancak sesini duyuramıyor. Bir süre sonra sesini duyuyoruz ancak iş işten geçmiş oluyor. İdama giden kişinin son arzusu sorulduğunda “Bu da bana ders olsun” dediği gibi.

Lütfen bu yazıyı hikâye okur gibi değil, “Ben bu yazının neresindeyim?” der gibi okuyun ki yolun sonunda “Eyvah!” demeyelim.