Unutup yeniden keşfedilmeyi bekleyen diyarlardan bir gezinin serüveni!

Geçtiğimiz gün belgesel çekimleri için Hakkari’deydik.

Doğu Anadolu’nun en yeşil şehirlerinden biri olan Hakkâri, yalçın ve yüksek dağları arasında baş döndüren bir coğrafyada…

Birbiri üstüne sıralanmış uçsuz bucaksız dağlar, yaz ayına rağmen doruklarda erimeyen karlar, her yanı ayrı bir stüdyo havasında…

Biz de bu güzellikler arasında tüm bu güzellikleri ölümsüzleştirmek için oradaydık.

Hakkâri İl Merkezinde çekimlerimiz sona ermiş ve bir diğer çekim noktasına doğru hareket etmiştik.

1981 yılında boşaltılan, yıllarca kimsenin girişine izin verilmeyen ve günümüzde de özel güvenlik bölgesi olduğu için girişleri özel izinlere bağlı olan bir köye gittik.

Adı Kavaklı Köyü…

Hakkâri İl Merkezine 30 km uzaklıkta olan Kavaklı (Marinüs) Köyünün yakın tarihe ait acıklı bir hikayesi var…

Fakat niyetim acı hikayeleri hatırlatmak değil, doğal güzelliklerini konuşmak…

Köy yoluna girişimizle şebeke ve internetin olmamasından kaynaklı dünya ile bağlantımız kesildi.

Günümüz dünyasında bir dezavantaj olarak görünse de bazen her şeyden uzaklaşıp sadece doğa ile baş başa kalmak adına cazip gelmiyor değil…

Köy yolunun 1 aracın geçebileceği genişlikte olması ve yolun neredeyse tamamının bozuk satıh olmasından kaynaklı yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra köye varabildik.

Hedefimizde köyde bulunan şelaleleri görüntülemek vardı.

Yol devam ediyordu fakat dağdan kopan büyük parçalar nedeniyle yol kapalıydı.

Gitmeye niyetlenmiştik bir kere, dönmek yoktu elbette.

Araçları bırakıp yolumuza devam ettik ve yaklaşık 30 dakika boyunca Kato Dağını tırmandık.

Yorucu bir tırmanış olmasına rağmen gördüğümüz doğal güzellikler karşısında yorgunluğumuzu unuttuk.

Farklı kaynaklardan akan sulardan oluşan şelalenin doğal güzelliği ve oluşturduğu dev kazanların görünümü ve sesi, dünyanın stresinden uzaklaştırıyor insanı.

Daha da yükseklere gidince yem yeşil yaylalarda (zozan) kaybolduk adeta.

Yeşiller içinde kaybolmak, ne kadar da cazip bir kayboluş hikayesi…

Engin dağların gökyüzüne meydan okuduğu yaylada başımızı döndürdü…

Suyun arasında geçtiği geniş vadiler, yer yer oluşan menderesler, rüzgârın aşındırdığı yeryüzü şekilleri eşsiz görüntüler arasında bu baş dönmesini düşünmeye bile zamanımız olmadı tabi.

Haliyle biz çekimlerimize devam ettik.

Yoruldukça yürüdük, yoruldukça izledik…

Nasıl izlemeyelim?

Gördükçe, izledikçe ayrılmak istemiyor insan, günlerce kalmak istiyor…

Fakat her yolculuğun bir sonu olduğu gibi Hakkâri için ayrılan sürenin de sonuna gelmiştik. Dediğim gibi özel güvenlik alanı olduğu için, kütüğü köyde olmayanların belirtilen saatler içerisinde köyden ayrılmaları gerekiyordu.

Biz de veda etmek zorundaydık.

Tüm bu güzellikleri gördükten sonra bu kentin, bu coğrafyanın hep olumsuzluklar ile anılıyor olması geldi aklıma…

Tarihi mekanları, şelaleleri, vadileri, engin dağlarıyla başlı başına bir yapıt olan Hakkâri ve ilçeleri ne zaman bu baş döndürücü, doğasıyla, cazibesiyle konuşulacak acaba?

Her güzellik bu soruyu tekrar tekrar sordurdu her birimize…

Hem bunu düşünüyor hem de biz de kendimizce ne yapalım diye düşünüyorduk yine çekimler boyunca.

Zaten buraların tanıtımı yöre halkına ve bölge fotoğrafçılarına kalmış durumda daha çok.

Bölgemiz için potansiyel turizm noktalarının tanıtımının az olması, ulaşımının zor veya imkânsız olması, doğal güzelliklerin saklı kalmasıyla sonuçlanıyor.

Aslıda saklı kalması daha mı iyi diye düşünmüyor da değil insan…

İnsanoğlunun doğa ile olan serüveni içerisinde her zaman doğaya karşı gelmesi ve tahrip etmesini göz önünde bulundurunca “İnsanlar Uzak Dursa Daha mı İyi!” demekten alıkoyamıyorum kendimi…

Velhasıl.

Biz de kendimizce güzel bir iş yapmak, bu doğal güzelliği kayıt altına almak için oradaydık.

İlk kez gördüğüm, ilk kez havasını soluduğum bölge beni mest etti.

Güzel şeyler gördük, güzel şeyler yaşadık.

Çekimlerde bizlere yardımcı olan, yolda rehberlik eden ve imkanlarını bize sunan yol arkadaşlarına, gönül dostlarına selam ve sevgiyle…

Bu güzellikler hep var olsun!