Bu yazıyı yazıyorum yazmasına da, el alem ne der? Doğrudur hanımlar beyler, beni bu düşünceye iten tam olarak insanlardır. Kendimden, kendim gibi, sizin gibi insanlar. İnsan düşünmeye zorlanır, itilir kabul ama böylesine bir dünyanın geniş açılardan bakılabilecek yönlerine bakmaya çalıştığımızda neden etiketleniyoruz? Doğduğumuz coğrafyadan yaşamaya başlayıp dünyaya açılan kapılardan geçerken önümüze çekilmiş setleri neden görüyoruz? Neden dünyaya en ufak bir fayda sağlayabilecek bile olsa beynimizin içinde dolaşan binlerce düşünceden seçip, ayıklayarak toplumun normlarına, kültürel baskınlığa sığdırmak zorunda bırakılıyoruz? Sığdırmak. Sığ. Her neyse, oldum olası yazıların zoraki girişlerini sevmemişimdir.

Bakmayın böyle ahkam kestiğime, ben insanlığı şikayet ederken ettiğim şikayeti bile insana etmiş oluyorum. Şikayetin çözümünü, derdimin dermanını yine insanda arıyorum. Anlatabileceğimi düşündüğüm insanlara anlattıktan sonra anlayamamalarını anlatamadığıma bağlayarak yine insanlıktan ümidimi kesmemiş oluyorum. Ne kadar büyük ironi oldu değil mi? Ben de insanım. Bu daha büyük bir ironi. Yorgun bir insanım ama bunu da bilsin insanlar. Beni yoranın ne olduğunu merak ediyor musunuz? O zaman siz benim ümidimin yeşermesini sağlayan kişilerden birisiniz. Biraz açıklayayım o halde. Belirli bir bölgede büyüyen insanların başka bir yere mecburi veya isteyerek gittiğinde aşağılandıklarını gördüm. Çocuk yaştaki bireylerin elinde olması gereken şeylerin oyuncaklar, çizgi romanlar, kitaplar olmasını dilerken çalışmak zorunda hissedip ellerine tartılar, mendiller, tırpanlar aldıklarını gördüm. Mahalle maçlarının bittiğini gördüm mesela, güvenlikli sitelerde bayram gezmelerinde kimsenin kapıyı çalmadığını gördüm. İnsanın insandan korunmaya çalışıldığı güvenlikli siteler. Ne kötü değil mi? Fırsat eşitliğini savunduğunu söyleyip evindeki çocuğun yarın aynı halde olabileceğini düşünmeden küçücük çocuklara sırf kimliklerinden dolayı “bunların burada ne işi var?” dediklerini duydum. Sırf kendi keyifleri için narsist bir ruhla sokak hayvanlarına işkence edenlere rastladım. Küçük, basit ve birbirinden iğrenç sebeplere sığınılarak öldürülen kadınların “ölmek istemiyorum” feryatlarını duydum. Gencecik kişilerin gelecek kaygısı içinde her geçen gün ruhlarını tahrip ettiklerini gördüm. Kurabileceğim bunun gibi yüzlerce cümle var, eğer sıkılıyorsanız hatta yeterli gelmediyse canınızı biraz daha sıkayım mı? Bunlar bile yeterli gelmiyorsa daha fazla yorgunluk sebebinden bahsedeyim mi? Hayır. Bu beni daha fazla yorar.

Bütün bunlara rağmen, bunların olmaması için mücadele eden, kendi içinde de olsa iyilikler ve güzellikler için savaş veren vicdanlı ve birbirinden turuncu insanların varlığına teşekkür ederim. Düştüğünde birbirinin yardımına koşanlara, kendi yaşıtı olmasa da çocuklara arkadaş olanlara, evinin önüne bir tas su koyanlara, düşüncesini ve kalbini iyileştirmeye çalışanlara, insan olanlara, insan kalmaya çalışanlara; teşekkür ederim. Bunun dışında; ırkçıları, çocuk istismarcılarını, kulun hakkını kuldan çalıp ha babam yiyenleri, düşüncelerimizi sığlaştırmaya çalışanları, dünyayı yaşanılmayacak bir yer haline getirmek için adım atanları ve kötü olabilmek için türlü türlü çaba sarf eden herkesi korkuya ve tedirginliğe davet ediyorum. Bu kadar rahat yaşıyor olmanız, her zaman rahat kalacağınız anlamına gelmiyor. Açık bir tehdit mi dersiniz? Siz bunu bile hak etmiyorsunuz. Adalet vardır, küllerin de doğsa bir gün aslan yürekli insanlar sizden hakkını alacaktır. Aşağıladığınız şekilde bunu aldıklarında cinsiyetin veya yaşın fark etmediğini de göreceksiniz. Kürtçe’de buna binaen bir atasözü vardır: “Şer şere, çı jıne, çı mere.” Türkçe anlamı şuna tekabül ediyor: “Kadın, erkek fark etmez. Aslan, aslandır.”

Sizi daha çok rahatsız edeceğim. Tamam mı dedirteceksiniz? Her şeye tamam ama buna isyan; insanlığa karşı insan.