Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın." (Tolstoy)

Yaşam uzun gibi görünen kısa bir andır. Herkes önünde uzun bir yaşam yolculuğu var zanneder. Ancak yolun sonu görününce yaşamın ne kadar kısa olduğunu fark eder ama…

Biri bana kaç yaşındasın dediği zaman; “Yaşım altmış ama yüz altmış yıl yaşamış gibiyim.” diye cevap veriyorum. Çünkü ayları, günleri, saatleri değil; yaşadığım anı değerli kılmaya gayret ediyorum. Bu nedenle normal yaşamın üç-beş mislisini yaşadım diyebilirim.

Karşımızdakine "Kaç yaşındasın?" diye sorduğumuzda, aslında ona bugüne kadar zamanını nasıl geçirdin, nasıl değerlendirdin sorusunu yöneltiyoruzdur. Geçmişi sahneye çıkararak o kişi hakkında bir kanaat sahibi olmaya çalışırız.

Batı kültüründe yaşa değer verilmez. Yüzdeki kırışıklıklar hayatın birer katkısı olarak değil bunların önlenmesi, gizlenmesi, yok edilmesi gereken bir şey gibi görülür. Halbuki o kırışıkların hakkı verilmiş olsa her bir kırışıklık derin anlamlar içerir. Gençlik, masumiyet çağı olabilir ama yanı sıra bilgisizlik çağıdır. Güzellik çağı olabilir; aynı zamanda acı verici bir utangaçlık çağıdır. Çoğunlukla bir serüven ve sıklıkla olduğu gibi aptallık çağıdır.

Birçok kişi için gençliğin hayalleri yaşlılığın pişmanlıkları olur, bunun tek nedeni hayatın sonuna gelinmesi değil, yaşanmamış olmasıdır. Aslında yaşlanmak her günü, her mevsimi dolu dolu yaşamaktır. Hayatımızı gerçekten yaşadığımızda bir daha yaşamak istemeyiz. Pişmanlık duyduğumuz şey yaşanmamış olan hayattır.

Kaç yıl yaşamak isterdiniz? İki yüz yaşına ya da sonsuza kadar yaşama şansı verilseydi, kaçımız bunu kabul ederdik? Bu konuda düşünmek ömrümüzü anlamamıza yardımcı olacaktır. Zamanımızın ötesinde yaşamak istemeyiz. İşlerin ve olayların bizim anlayışımızın ötesine geçtiği ve sevdiğimiz herkesi kaybettiğimiz bir dünyada yola devam etmek kim bilir ne kadar da boş bir duygu olurdu. (Yaşam Dersleri)

Gazetelerde, dergilerde, magazin haberlerinde uzun yaşamanın sırları anlatılmaya çalışılır; çok da önemliymiş gibi. Bir insanın ne kadar çok yaşadığı değil; yaşadığı sürece insanlığa, daha doğrusu Aleme ne katkı sunduğu önemlidir. “Faydalı insan odur ki boş durmayı sevmez, kişiliğini faydalı işlerle geliştirir.” (Konfüçyüs)

İnsanı seçkin ve yüce kılan, onun içinde taşıdığı potansiyeldir. İnsan; doğuştan şerefli, onurlu, değerlidir yani eşrefi mahlukattır. Nasıl ki bir meyve ağacının kaç yaşında olduğundan ziyade ne kadar verimli olduğu ve bir ineğin ne kadar güzel bir inek olduğu değil, ne kadar doğurgan ve süt verdiği değerini belirliyor ise, bir insanın da değeri doğuştan gelen yeteneklerini kullanarak insanlığa, doğaya yaptığı olumlu katkılarla ölçülür. Bu da insanı diğer canlılardan ayıran en önemli farktır.

Bir çok kimse yaşlılığı kötü bir şey olarak görür. Yaşlandığını kabul etmez. Yaşlılığı gizlemek için türlü yollara başvurur. Ancak gizlenmeye çalışılan fiziki kusurlardır (!) Ruhun yaşlılığı gizlenebilir mİ?

Yaşlılığı olgunlaşma gibi görürsek yaşam başka bir anlam kazanır. Hepimiz hayat tecrübesinin önemli ve değerli olduğunun farkındayız ancak ne hikmetse yaşlılığın bize uğramasını istemeyiz. Çünkü yaşımızın ortaya çıkmasından korkarız sanki kabahat işlemişiz gibi.

Yaşlanmasına yaşlanacağız ancak öyle bir yaşam sürelim ki yolun sonu yaklaştığında bize verilen yaşam süresini “Değerli” geçirdik diyebilelim.