Kentkırım!

Abone Ol

Tüyleri diken diken eden ve soykırımı andıran bu ifade ilk defa Bosna savaşı sonrasında literatüre geçti. 1993 yılında Mostar şehrinin simgesi olan, tarihi Mostar köprüsü, Hırvat topçusunun ateşi ile Neretva Nehri’nin sularına gömülmüş ve o ana tüm dünya canlı tanıklık etmişti. Video tüm hafızalara nüfuz etmiş köprüye gelen top darbelerini engellemek için lastik tekerlekler asılmıştı. Bu bir tarihi yapının ve onun nezdinde bir kentin kırımıydı.

“Kentkırım”; bu savaştan sonraki birçok savaş da ve kente karşı işlenen suçlarda temel bir kavram olarak karşımıza çıkıyor, kent yapıları ve kentin demografik durumu, savaştan önce ve savaştan sonra denilmek üzere nitelendiriliyordu. Daha sonra bu kavram daha da genişletildi ve günümüzde; “kentkırım” kavramı; “fiziki yapının yıkımı aracılığı ile hafızanın yok edilmesi, insanların kendileri ve çevreleri ile olan medeni ilişkilerin ortadan kaldırılması” olarak açıklanıyor ve kente ilişkin değerleri yok etmek üzere gerçekleştirilen, yapılı çevreye yönelik saldırıların problematiğini temsil ediyor. Kentkırım kapsamındaki yıkımlarda kentsel altyapının yanı sıra kent deneyimi de hedef oluyor ve kenti oluşturan bütün değerler fiziksel yapı üzerinden ortadan kaldırılmak isteniyor. Aynı zamanda kentkırım, yıkım sonrası kentin fiziksel, kültürel ve ekonomik bağlamda yeniden inşasını da kapsıyor.

Kentimiz özelinde, “kentkırım” kavramına bakacak olursak tarihsel bağlamda kentimizin yıkıma uğradığı 1915 sonrası kentimizde meydana gelen Ermeni olayları neticesinde bir kent adeta ortadan kalkmış tarihi ve kadim Van şehri büyük bir kırıma uğramıştır. Kentteki tüm tarihi ve kültürel ve yaşamsal alanlar hemen hemen yok edilmiştir. Hatta kent bu yıkım sonrası başka bir alanda şehirleşmiş ve varlığını bu yeni alanda devam ettirmiştir.

Cumhuriyetin ilanından sonra yeni yeni kentleşen Van şehri, 80 sonrası dışardan aldığı göçlerle ikinci bir kırıma uğramanın eşiğine varmış, 2000’li yılların başında inşaatlaşma furyası ile bu kırım eşik atlamış, şehrin silüetini oluşturan, bahçeler, bağlar, kehrizler büyük bir talanla karşı karşıya kalmıştır. 2011 depremlerinden sonra ise artık kentkırım somut bir hal almıştır. Deprem sonrası betonlaşma had safhaya ulaşmış, kentsel dönüşüm kapsamında tüm yeşil alanlar kırılırcasına yok edilmiş, gelen yüksek göçün etkisi ile şehrin hafızasını oluşturan, kentli nüfus yer değiştirmiş ve kent hafızası ve kültürü de böylece kırıma uğramıştır.

Bu nedenlerdeki kentteki zaman mefhumu artık “depremden önce” ve “depremden sonra” cümleleri ile ifade edilmektedir. Çünkü iki zaman aralığında pek çok şey değişmiştir. Artık ne kent eski kent, ne de kentli eski kentlidir. Bu kırımla birlikte yukarıda açıklandığı gibi kentlilerin birbirleri ile olan fiziksel, kültürel bağları da kopmuştur. Bugün 1915 sonrası kırıma uğrayan kent bölgesi, valilik eliyle ayağa kaldırılmaya çalışılıyor. Şüphesiz ayağa kaldırılacak olan mekanlar turistik açıdan zengin bir kaynak oluşturacak fakat ruhu olmayacak. Fakat 80’den günümüze kadar ki Van kentini kim ayağa kaldıracak fiziki kırım ve manevi kırımın artık önüne geçilmesi mümkün görünmüyor.

Kentte “korunma” altında olduğunu bildiğimiz tek bir yapı veya mekan yok, yarın bir kentsel dönüşüm bahanesi şehrin hangi maddi veya manevi alanının kırıma uğrayacağını bilemiyoruz. Kanunlarımız ne yazık ki bu kırımı uygulamaya çok elverişli, artık “kentkırım” a maruz kalmak için büyük savaşlara gerek yok herhangi bir kanunun bir maddesi veya kötü niyetli bir uygulayıcının bir kararı kenti kırıma uğratmaya yeterli oluyor. Bu durumda savaşın aslında kendi içimiz de olduğunu gösteriyor...