(Ali Şeriati bağlamında Kurban olay/olgusuna hermeneutik bakış)

Kurban kelimesinin etimolojisi: Latince kökenli dillerde (İngilizce-Fransızca-İspanyolca ve İtalyanca) sıklıkla "Sacrifice" terimine denk gelen kurban. Kutsal anlamına gelen “Sacer” ve yapmak anlamına gelen “Farece” kelimelerinden teşekkül eden Latince "Sacrificium" den gelir. Doğu kökenli dillerde ise (Arapça-İbranice-Farsça- Aramice/Süryanice) krb sözcüğünden yapılan alıntıdır. “İlaha sunulan adak.” “Hediye vermek” ve “yakın olma” anlamlarına gelmektedir. Doğanın gücü karşısında insanoğlu her zaman çaresiz kalmıştır. Kendini koruma içgüdüsü içinde olan insanlar inandıkları ilahlara kurbanlar kesmiş dolayısıyla yakın olmak istemiş. Kurban sunan kişi bu şekilde tabiatüstü güçle iletişim kurma veya daha önce girmiş olduğu iletişimi sürdürmeyi amaçlamıştır. Kurban olayı veya kurban sunma, Hz. Âdem’in oğulları Habil ile Kabil dönemine kadar uzanan teolojik ve toplumsal bir olaydır. Tarihin birçok periyodik döneminde kurban olgusuna rastlamamız bize kurban olayının toplumsal varoluş ile arasındaki bağlantının nedenli açık seçik olduğunu göstermektedir. Kabil toprağın mahsulünden, Habil de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından Rab'lerine bir kısım takdim/arz etmişlerdir. Müslümanlarda kurban kavramının etimolojisine baktığımızda, her ne kadar Hz. Âdem’in çocuklarına dayanacak olsa bile tevhidin doruk noktasına ulaşmış olan Put kıran ve Şirk katili olarak bilinen Hz. İbrahim’in oğlu ile olan kurban imtihanına dayanır. Evet, öyle bir imtihan ki Allah ile İsmail arasında Hz. İbrahim’in içinde… Cihadı Ekber.

Kurban olay/olgusunun epistemolojisine dair teorilerin sayıca fazla olmasının birçok nedeni var. Kurbanın karmaşık yapılı bir ritüel olması, her teorisyenin-tefsircinin bu karmaşık yapının bir yönünü önemseyip ele alması, teorisyen ve tefsircilerin kendilerine özgü bakış açıları, Müslümanların sosyokültürel ortamların farklılığı başlıca nedenler olarak görülebilir. Teori ve teorisyenlerin sayısının fazla olması ise konuyu her dönem canlı tutmuş, kurban ritüelinin daha iyi anlaşılmasına/anlamlandırılmasına katkı sağlamıştır. İran asıllı Sosyolog Ali Şeriati’de kurban olay/olgusuna hatırı sayılır bir bakış açısı sunmuş. Aşağıda yer yer zikredeceğiz.

Şirk ve cahiliyenin had safhada olduğu dönemde Risalet görevini en iyi şekilde yerine getiren Ulu’l Azm peygamber, tevhid ümmetini inşa edip şirki ayaklar altına alan, zulmü ezen, olgunluk ve izzetin sembolü. Ey İbrahim! Tarihin en görkemli muzaffer kahramanı imtihanın biteceğini iblisin duracağını gören olmuş mu? Hz. İbrahim Allah’tan bir erkek evlat istiyordu lakin kendisi yüz yaşını aşmış bir ihtiyar, eşi ise kısır bir kadındı. Ömrünü tevhit yolunda geçiren Allah’ın peygamberlerinin babası, Halilullah...Baştan sona ilahi alametler ile geçirdiği yüz yıllık macera dolu bir ömrün sonunda ve yüz yıllık bekleyişin bittiği zamanda… İsmail in geldiği vakitte. Cihad-ı Ekber döneminde. Babası için İsmail hiçbir zaman sıradan bir evlat olmayacaktı. Bir oğul düşünün ki baba, gelişini yüz yıl beklemiş. Oğul ise babanın hiç beklemediği bir anda gelmiş. 

Bilin ki (Şüphesiz) mallarınız ve evlatlarınız birer fitnedir:(ENFÂL SURESİ; 28) Özünde Allah’a kulluk ve koşulsuz itaat mertebesinde, mal(lar)ın ve evlat sevgisinin hiçbir hükmü yoktur!  Evlada karşı aşırı sevgi veya ilgi kulu asıl vazifesinden meşgul eder. Hak karşısında tam anlamı ile teslimiyet içerisine girmek ve bütün her şeyin ifrat ve tefritinden vazgeçme noktasına beyandır.

Allah’ın tayin ettiği sınırlı süredeki yaşamımıza emanet gözü ile bakmamız ve Ene’den (benci düşünce) kurtulmamız lazım dilimize mal ettiğimiz benlerden, bana ait şeylerden, bu benim evim(mülküm), benim arabam, benim malım, benim karım ve çocuğum… Bir kenara koymalı, hatta bu kelimelerden uzak durmalı. Bunların tamamına bana emanet edilen gözü ile bakıp emanetin elimizde olduğu süre zarfında nasıl emanetçilik veya refakatçilik ettiğimize bakmamız lazım. Sonsuzluğun bize ait olmadığını her fırsatta kendimize hatırlatmamız lazım. Hülasa, mallarınız ve evlatlarımız, iman ve teslimiyetimizi ölçmek üzere bize emanet edilmiş birer imtihan aracından ibarettir ve Allah katında, dünyanın basit ve gelip geçici nimetlerinden çok daha büyük bir ödülü vardır. 

İsmail: Gün geçtikçe büyüyen ve yetişkin bir genç olan İsmail, babası ile daha çok zaman geçirip babasın ihtiyarlığında en büyük refakatçisi, dostu, canı, ömrünün semeresi, aşkı olmuş. Babasının umudu olmuş en büyük ilgi odağı haline gelmişti. İblis, Âdeme verdiği yasak elmadan tevhidin kurucusu olan Hz. İbrahim’inde yemesini istiyor. İblis, put kırıcısına savaş açma cesareti göstermiş. (Ahura ve ehrimen’in savaşı gibi). Ben ile bizim’in, Yusuf’una ulaşan Zeliha’nın yeni başlayan imtihanı gibi! Şirk ile tevhidin imtihanı başlıyor.

İsmail’ini kurban et! : Halilullah uzun süren elçilik döneminin sonunda yol ayırımına gelmiştir. İbrahim peygamber oğlunun endamındaki cemal ve kemalini görünce, babalık sevgisi ile oğluna olan muhabbet artar. Bu mutluluk içinde yatağında uyuyan Halilullah rüyaya dalar. Cesaret timsali, yüz yıllık Risalet’inde çelik gibi sarsılmaz dimdik duran peygamber rüyadan uyandıktan sonra büyük bir korku ile titremekteydi. Ulu’l Azm peygamber bu gece mum gibi eriyordu ve hiç bir zaman korkmayan O korkusuz put kırıcı, gelen mesajı tasavvur ettikçe yıkılmakta. Tevhit in kurucusu, bu gece biçare perişan halde. “İbrahim, Kendi ellerin ile bıçağı İsmail in şah damarına daya ve kes!” canından çok sevdiğin ciğerparen umudun, Ey İbrahim, İsmail’ini kendi ellerin ile yere yatır elleri ve ayaklarını bağla ve bıçağın keskin ucunu şah damarına götür ve kurbanlık koyun gibi kes! Bu ne büyük bir imtihan yarabbi eşi benzeri ne görülmüş ne de duyulmuş. Bu imtihanı kim anlatabilir? Hangi kalem yazabilir ya da kim anlayabilir? Sanırım kimse tahayyül bile edemez! Lakin mesaj Allah’tan gelmiş emir kati ve sorgulanamaz! Yüce Allah; Hz. İbrahim’i kendine “Halil” yani; dost seçmişti. Şimdi de onun bu dostluğa layık olup olmadığını imtihan etmek istiyordu. Yüce Allah, onu sevdiği, en kıymetli varlığı olan oğlu ile imtihan edecekti. Ve oldukça büyük bir imtihandı., Allah’ın sadık kulu, emri eşi Hacer’e anlattıktan sonra, tam bir teslimiyet timsali olan bu mübarek ailenin belkide son ve en büyük imtihanları başlıyordu. Kendi iç Savaşları, Cihad-ı Ekber. (Bu imtihan yalnız Hz. İbrahim için değil, oğlu ve hanımı içinde geçerliydi. Biri Allah yolunda canını feda edecek, diğeri ise biricik oğlunu.) Doğruya Peygamber ailesi bunlar, imtihanları kolay olacak değil ya! İsmail’in annesi Hacer, oğluna en güzel kıyafetlerinden giydirip kurban yolunda, Allaha teslimiyet yolunda uğurlamıştı. Hacer imtihanını atlattı, ya diğerleri?  Baba oğul sık sık dağa odun kesmeye giderlerdi. Yine bir sabah, Hz. İbrahim oğluna ip ve bıçak almasını, birlikte oduna gideceklerini söyledi. Baba oğul yanlarına ip bıçak ve balta alarak yola koyuldular. Mina mevkiine gelince, Hz. İbrahim gördüğü rüyayı yavaş yavaş oğluna anlatmaya başladı. Allah  tarafından imtihana tabi tutulduklarını anlatmaya çalışıyordu. Hz. İsmail’de babasının anlattıklarından  sonra, en ufak bir korku ve telaş, olmamıştı. Hayatı veren Allah değilmiydi? Sahibi O olduğuna göre yine O alacaktı. Ama erken, ama geç. Üstelik  bundan daha şerefli bir ölüm olabilir miydi? Hz. İsmail tam bir teslimiyet ve tevekkül içindeydi.

– ‘Babacığım, hiç endişelenme. Her ne ile emrolundu isen onu yap. Allah’ın izni ile beni sabreden biri olarak göreceksin.’ Oğlunun bu cevabi; İbrahim aleyhi selamı hem sevindirmiş, hem de duygulandırmıştı. Oğlunu şefkatle süzerken, gözlerinden bir kaç damla yaş akmıştı. Oğluyla gurur duyuyordu. Birden önlerine şeytan çıkmış, babalık şefkatini tahrik ederek, kalbine vesvese vermeye başlamıştı. Şeytan, habire gördüğü rüyanın yalan olduğunu, biricik oğluna kıymaması gerektiğini söyleyip durdu. Ancak Hz. İsmail’de aynen babasının yaptığı gibi, şeytanı taşlamış ve yanından kovmuştu. İnsan zayıf yaratılmıştır.(NİSA 28) İbrahim İsmail’ini feda etmelidir. İnanç sorumluluğu, duygu sorumluluğundan ve baba zevkinden daha üstündür. İblis yine boş durmuyor. Hz. İbrahim’in kalbine evlat sevgisini fısıldıyor, aklına rasyonel deliller sunuyor. Ama Hz. İbrahim’in en büyük savaşı şirk ile değil miydi? Şimdi iblisin elinde bir oyuncak mı olacak! Hayır olamaz! Artık Hz. İbrahim için hiçbir yol kalmamıştır. Ömrünün son merhalesinde olan Hz. İbrahim’in evlat sevgisi onu uçurumun kenarına sürmüştür. Eğer Allah Hz. İbrahim’den kendi ölümünü isteseydi bu onun için zor olmayacaktı. Zaten yaşamını hak yolunda sarf etmemiş miydi? Ey canını feda eden Halilullah, İsmail’ini de feda et! “iyi insanların iyilikleri, Allaha yakın insanların kötülüklerindir. ”Hakikat mi menfaat mi? Hayattaki tek arzusu canıyla bağlandığı menfaat mi? Yoksa güneş gibi açık olan imanıyla bağlı olduğu hakikat mi? 

İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn.(nur: 51) ‘Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’  Yeryüzünde tevhidin kurucusu, Tarihin büyük put kırıcısı, Halilullah ki yüreğinde dert, gönlünde aşk, yüzünde nur ve elinde balta! Hidayet elçisi kararını vermişti. Allah’ın emrine ifa etmek üzere İsmail’ini sağ tarafına yatırdı. Bismillah deyip bıçağı çekmişti. Bıçağı İsmail’in şah damarına dayayan Hz. İbrahim bıçağın kesmediğini fark etti. Teslimiyet timsali olan İsmail ise babasının ona olan sevgisinden dolayı kesemediğini düşünmüştü ve babasından onu yüz üstü yatırmasını istedi. Ve tekrar Hz. İbrahim bıçağı İsmail’inin damarına getirdi. Lakin bıçak yine kesmedi. Çünkü Allah’ın istediği bu değildi! Evet, Allah İsmail in canını istemiyordu. Peki neden? Ya gördüğü rüyalar! – Ey İbrahim, Allah’a ne kadar bağlı bir kul olduğunu ispatladın. Dur artık İsmail’i kesmene lüzum yok. Hz. İbrahim karşısında kurbanlık bir koç ile Hz. Cebrail’i gördü. – Ey İbrahim bu koç kırk senedir cennette beslenmektedir. Şimdi oğlun İsmail’in yerine onu kurban etmen için yeryüzüne gönderildi. Ve Hz. Hacer’den sonra oğlu İsmail ve eşi İbrahim’de acı dolu imtihanlarını hakikatin yolunda ifa ettiler. Şirk bataklığına düşmekten tevhidin yükselişine hatta zirvesine… 

Sıra senin İsmail’inde! Senin İsmail’in kimdir? Veya nedir? : Bir hayvanı kurban ederken aslında onu değil zatında kendine put edindiğin ilahını, fani olana verdiğin değeri, Allah dışında âşık olduğun her ne ise onu kurban etme eylemindir. Kurban olay/olgusunu basit, kaba bir kan dökme, hayvan kesme düzleminden çıkarıp. Olması gereken düzlemde bakmalıyız. Hz. İbrahim in İsmail’i oğluydu, Peki senin İsmail’in kimdir? Veya nedir? Makam mı? Onurun mu? Statün mü? Mesleğin mi? Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? Sevgilin mi? Ailen mi? İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi? Ruhaniyetin mi? Alimliğin mi? Elbisen mi? Adın mı? Namın mı? Şöhretin mi? Canın mı? Ruhun mu? Gençliğin mi? Güzelliğin mi?.. Ben nerden bileyim bunu sen kendin bilirsin her ne ve kim ise onu sen kendin Mina’ya getirmeli ve kurban için seçmelisin! Ben sadece onun alametlerini sana söyleyebilirim. Seni iman yolunda zayıflatan gitmekte olan seni kalma’ya çağıran. Seni “sorumluluk” yolunda şüpheye düşüren, seni kendine bağlayan ve alıkoyan, gönül bağlılığı, mesajı işitmene, hakikati kabul etmene izin vermeyen, seni firara çağıran, seni maslahatci izah ve yorumlara sürükleyen ve aşkı kör eden her şey... İbrahim’sin ve İsmail zaafın seni iblisin oyuncağı haline getirebilir! Hayatında, şeref, saygınlık, iftihar ve faziletin doruklarında bir tek şey vardır ki onu elde etmek için zirveden inebilir, onu kaybetmemek için bütün İbrahimi kazanımlarını yitirebilirsin.(Şeriati; 2012:132).

Kurban ve Bayram’ın diyalektiği: Mut’u kalbe ente mu’tu(ölmeden önce ölünüz): Hz. İbrahim ölmeden önce ölmeyi göze aldı.(İsmail’de) Hatta öldü! Hem de defalarca öldü, ölmeden önce öldü. Rengârenk öldü.  Nefsini öldürdü. Allah yolunda en sevdiğini kurban etmeyi göze aldı. Allah yolunda kurban olmayı… Allah yolunda tabii ölümden önce öldü sonra ölmeden önce uyanmayı öğrendi.  Hak ehlinin mirasıdır bize, ölmeden önce ölmek. Ölebilmek. Hakikat ehlinin. Ehl-i hikmetin. Kendi ellerimizle, kendi irade ve ihtiyarımızla ölümü seçmekle emrolunduk. Hz. İnsan hâline gelebilmek için ve dahîmânânın ışıltısıyla yanmak uğruna maddenin çamurunu gönül aynasının üzerinden silmekle görevlendirildik. Sonra unuttuk. Unuttukça ve unuttuğumuz için unutulduk. Terkedildik.Ölmeden önce ölmeyi bilmediğimiz için. Ölemediğimiz için. Uyanamadığımız için. Ölümün renkleriyle boyanmadığımız ve dahî boyanmak gerektiğini bilmediğimiz için. "Felsefe ölümü tercih etmektir" der Sokrates, tüm sükûnetiyle. Sevdiklerine yol gösterir, hakikatin yolunu: ölümün tercih edilebilirliğini. Ölmelerini söyler talebelerine, bir an önce ölmelerini, ölmeden önce ölmelerini. (Dücane; 2009:37).  

İrfanın penceresinden bakıldığında ölüm hiç de karanlık görünmüyormuş. Hz. İbrahim ölmeden önce ölmeyi bildiği için bayram etmeyi hak etti. Unutma, bayram etmek için feda etmelisin. Bazen büyük devrimler alelade küçük adımlar ile başlar. Kurban vaktinde her Müslümanın kendisini büyük şahsiyetin, Halilullah’ın yerine koyup İsmail’ini seçmesi gerekiyor. Ve şimdi Mina’dasın İbrahim’sin, İsmail’ini kurban yerine getirdin. Sende bayram etmek istemez misin? İbrahim gibi. 

KAYNAKÇA

Şeriati, A. (2012),   Hacc, (sf.132), Fcr Yayın Reklam. İSKİTLER/ANKARA.

Dücane, C. (2009), Ölümün Dört Rengi, (sf.37), Kapı Yayınları, ÇAĞALOĞLU/İSTANBUL