İsim vereyim mi? Öldürülen kızım kim? Ablam kim? Annem kim? Ya da kim öldürdü, katil kim?... Nereden başlayacağımızı bilmediğimiz bir hayat. Gününün tamamını, buna uykuda dâhil evine adamış bir kadın; çocuklarının kıyafetlerini yıkamış, yemeğini yapmış, banyosunu yaptırmış, saçlarını taramış, akşam kocası işten gelecek ona yemek hazırlamış, evini temizlemiş ve az vakti varsa kendine bakım yapmış, kızım, kız kardeşim, ablam, annem… Akşam eve gelen kocası yemeği beğenmemiş, alkol almış, başkasının karısına kızına bakmış, uyuşturucu kullanmış, kendinin yaptığı ahlaksızlıkları karısının da yapmış olacağını düşünecek şekilde paronayak durumuna gelmiş, kumar oynamış ve bolca borç edinmiş… Bunların sonucunda erkek haklı, kadın ise suçlu, dövülmesi lazım hatta öldürülmesi lazım? İşte böyle vahşice bir hayat…

Bir iki haftamı verip sizlere istatistiklerle bu durumu anlatabilirdim ama hepimizin hakim olduğu ve bildiği bir konu. Televizyonu her açtığımızda ya da telefonumuzdan şöyle sosyal medyamıza göz gezdirdiğimizde karşımıza sürekli çıkan bir durumdur… peki neden kadın, yoksa kadın aldatmış mı? Yoldan geçerken karşıdaki adamı mı süzmüş, göz mu kırpmış? Kadın eve geç mi gelmiş? Kadın insanların içinde kahkaha atarak mı gülmüş? Mini etek ve askılı mı giyinmiş? Çarşaflı mı geziyor? … Bunlar mı kadınların ölümüne sebep olanlar? Yoksa işin gerçeği başka mı? Erkekler kadınları öldürüyor. Çünkü erkeklerin kadınları, kadın olmalarından ötürü yaşamlarında kazandıkları kadınca haklarından ziyade erkeklerin şart koştukları gibi yaşamıyor olmalarıdır. Erkeklerin kafasında belli bir kadın şekli vardır ve karşıdaki kadınında; kadın gibi davranmıyor, kadın gibi gülmüyor, haddini bilmiyor ve kadın olmanın sınırını aşıyorlar gibi görüyorlar. Sonuçlarını da tahmin edeceğimiz gibi cinayetlerle bitiyor.

Bizim için öncelikli olan toplumdaki egemen gücün kime ait olduğudur. Burada cinsiyetçi davranmayacağım çünkü güçler eşittir, her iki tarafta aynı söze sahipler. Yasalar çıkarmak, cezalar vermek, tecavüz ve cinayetler konusunda bize istediğimiz sonuçları vermediğini gördük. Burada çocukluktan gençliğinin son dönemlerine kadar hem aile hem de devlet olarak gerekli eğitimi vermekle başlamalıyız. Cinsiyetçiliğin kimseye üstünlük sağlamadığı söz ve davranışlarımızla göstermeliyiz. Toplumda her kesimin yaşam alanına saygı duymayı, kendine ve başkasına zarar verecek her turlu davranıştan uzak durmayı kendimize felsefe edinmeyi çocuklarımıza öğretmeliyiz

Mersin’de 20 yaşındaki ÖZGECAN ARSLAN vahşice katledildi, EMİNE BULUT küçük kızının gözleri önünde kocası tarafından boğazı kesilerek vahşice katledildi, AYSEL ÖĞRETMEN nişanlısı tarafından arabada silahla kafasına sıkılarak öldürüldü, KÜBRA KART Üsküdar’da kocası tarafından öldürülüp cesedi parçalara ayrıldı, 22 yaşındaki HÜSNE ASLAN Antalya’da bir erkek arkadaşının otomobilinin altında can verdi. 12 yaşındaki kız öğrenciye cinsel istismar, evinde yalnız yaşayan 41 yaşındaki bir kadın, elleri ve ayakları bağlı, kafasına poşet geçirilmiş vaziyette ölü bulundu... Kadın cinayetleri hala artarak devam etmektedir, burada daha da örnek verip içinizi karartmak istemiyorum. Pek çok kadın, namus davası nedeniyle, boşandığı için, boşanmak isteğini dile getirdiği ya da ilişkisini bitirmek isteği için ya da toplumumuzda hiç de azımsanmayacak sayıda olan sapkın fikirli erkeklerin bir anlık zevki için hiç tanımadıkları adamlar, eşleri ya da sevdiği erkekler tarafından öldürülmektedir. Bunların dışında kadını her defasında siyasete, yapay olan demografik hayata alet etmek te kadına şiddettir. Giydiği elbiseden öturu okullara alınmayan, birçok hakları elinden alınan kadınlara da farkında olarak ya da olmayarak şiddet uygulandı, uyguluyoruz.

Burada herkese sorumluluk düşüyor, sadece devlete veya kişilere yüklemek doğru bir yaklaşım olmaz. Namus, töre cinayetleri, koca-baba dayakları… Bunlar medyada magazinleştirilerek sunuluyor. İşin ciddiyeti ve olası sonuçları adeta ikinci planda tutuluyor, niyetler tamamen reklam ve reytingler üzerinden okunuyor. Şiddete uğrayan kadının ne yaptığı, ne söylediği ya da nasıl giyindiği sorgulanıyor. Fiziksel, sözel ve cinsel şiddete uğrayan kadınların bunu hak edip hak etmediği tartışılıyor; kurbanlar suçlanıyor, suçlular "mağdur" ilan ediliyor. Şiddet, dinsel-geleneksel önyargılarla, cinsiyet ayrımcı politikalarla ve yasalar eliyle meşrulaştırılıyor. Sebepleri ve sonuçları mahalle öngörüsü ile yaklaşılıyor.

Neler yapılabileceği, bu olayların önüne nasıl geçileceği bizim için daha da önemli bir konudur. Bizim için Kadına yönelik şiddetin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması, öncelikle devletin ve siyasal iktidarların ilgili tüm kurumlarıyla sorumluluk üstlenmesi, ilgili tüm sivil ve resmi kuruluşlarla işbirliği yaparak, yaşamsal öneme sahip bu sorunun ortadan kaldırılması için gerekli sosyal politikaların yaşama geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Tek başına hiç kimse bu olayların önüne geçemez, bu işin bileşenlerinden birini dışarıda tutmaya kalktığımızda istediğimiz sonuçları almakta hayal olur.

Ne zamanadan beri bu cinsiyetçi güç dengesizliğini kadının aleyhinde kullanıldığı bilmiyoruz, tarih boyunca bu konuda çekilen sıkıntılar ve yapılan çalışmaları okuyoruz ama biz hala aynı aynı sloganı atıyoruz "Şiddete son". Biz bu sloganı atarken; dünyanın birçok yerinde kadınlar dövülüyor, hakarete ve tacize uğruyor, öldürülüyor. Dünyada birçok şey değişiyor ama kadınlara yapılan fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet hiç değişmiyor. Kadınlar hâlâ yemeği yaktığı, eşine ya da sevgilisine karşılık vermediği, kendine harcama yaptığı, arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiği ve cinsel ilişkiyi reddettiği için dövülüyor. Şiddet kadınlar için bu kadar sıradan gerekçelere sahip. Her bir gerekçe kadının temel insan haklarından mahrum kılındığını, sadece kadın olduğu için ezildiğini ve ayrımcılığa uğradığını gösteriyor.

Kadınlara yönelik şiddetlerin en başında ekonomik sorunlar olduğunu herkesçe açıkça bilinmektedir. Şiddet zaten vardır ama onu besleyen ve körükleyen nedenler; gelir dengesizliği, sosyal güvenlikten yoksunluk, çalışmanın sadece erkek endeksli düşünülmesi ve kadının evdeki çalışmalarını, emeklerini görmezden gelinmesidir. Kadınların sosyal politikalara ve güvencelere ihtiyacı vardır. Burada devlet ve hükümetlere, ekonomi politikalarında kadınları da dahil etmeye hatta ilk sıraya almaları gerekmektedir. Bugün kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlali olarak kabul edilmekte ve bu şiddeti önleyici yasalar düzenlenmektedir. Çıkarılan yasanın uygulanmasını kolaylaştıracak bürokratik mekanizmaların üretilmesi ve bunların etkili bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle her şeyden önce yasaların toplumsal yansıması sürecini beklemeden, kadın cinayetlerine karşı duyarlı toplumsal bilinç geliştirilmelidir. Kadına karşı ayırımcılığı önlemek ve kadın cinayetlerini durdurmak için uygulanan hukuksal düzenlemelere ek olarak, kadınların toplumsal hayatta sosyal ve ekonomik bağımsızlıklarını güçlendirecek düzenlemeler de yapılmalıdır. Topyekun bu olayların önüne geçmek yasaları ve kanunlara kağıtlarda okumak yerine hayatımızın her anına bir nefes gibi işlemekten asla geri durmamalıyız.

ERCÜMENT ZÜNGÜR