CAN OZAN TUNCERRADİKAL Hayat çoğu zaman bir boks ringini andırır, yeri gelir ölümüne bir sokak dövüşü havasına da bürünebilir. Ne zaman ne yaşayacağımız hiç belli olmaz.Hiç beklemediğimiz bir anda duyduğumuz bir ses, uzaklardan bir yerlerden gelen bir telefon,  omzunuza dokunan dostça bir el, samimiyeti sınanmayacak derecede yürekten gelen bir tebessüm de sizi hayata yeni baştan bağlayabilir.Yeri ve zamanı çok önemli olmasa da, inişler ve çıkışlarla bezenmiştir hayat.‘Her şeyin bir yeri ve zamanı vardır’ öğretisiyle beraber onca atasözüne rağmen patavatsızlık, üslupsuzluk bir bakmışız ki başını alıp giden yeni halimiz oluverir.İlkokul sıralarında öğretmenlerimizden çıkan her sözü ilahi bir buyruk gibi kabul edip, büyüdükçe sokağın doğrularından şaşmamaya başlamamız mistik dünyamızda ikilemlere yer açsa da, akan suya teslim olmaktan başka yol olmadığı düşünülür ve üzerinde durulmaz.Hayatımız metropolleştikçe otobüste hamile, engelli ve yaşlılara yer verin yazılarına ve çocukluktan gelen nasihatlere aldırış etmemeye başlıyoruz. Sokağın ritmi ilkokul kitaplarındaki yaşlı dedeleri birer bunağa ve pamuk teyzeleri ise gereksiz birer cadıya çevirip,  yeni kuşak yeni yetmeliklere yol açabiliyor.Hayat ıskalamıyor, bir fırfıra gibi çeviriyor insanı ve yine ansızın bir fırfıra gibi yan yatırıveriyor.Bir gün bakıyorsunuz ki empati denen bir kelime ansızın soğuk ve yağışlı havanın yurdumuza giriş yaptığı topraklardan bize intikal etmiş oluyor. Bir anda size kendinizi bir başkasının yerine koy, onun duygularını hisset deniyor ama nafile…Bir başkasının yerine koymaya çalıştığı zaman insan kendini, dönüp dolaşıp en sonunda yine kendisi olmaktan vazgeçemiyor.Birbirini kesmeyen, birbirine dokunmayan paralel hayatlar içinde oynamaya koyuluyoruz oyunumuzu.Hepimiz birer hacıyatmaz olmak istiyoruz oyunun en başında bir yerlerde. Şartlanarak başlıyoruz hayat denen oyunumuza, hep dik durmak ve düştüğümüz gibi kalkabilmek ön koşuluyla…İyiliği, doğruluğu ve adaleti ne kadar yüceltsek de, toplumun içine karıştığımız an , ilk taarruzu hep bir başkasından bekleyen gizli birer savaşçıya yada bir başkasına fırsat vermeden taarruza kalkan süvariye dönüşüyoruz.Aşiretlerden kalabalık ailelere, kalabalık ailelerden çekirdek aileye, çekirdek aileden ise atomize olmuş bireye evrilen toplumsal rotamızda, dayanışmanın tatmin edilmeyi bekleyen bir duyguya, hayırseverliğin bir gösteriş vesikasına ve samimiyetin ise apartman kapılarındaki soğuk selamlaşmalara sığdırılmasıyla tam yol ilerliyoruz.   Nerede ne zaman neşe dolacağımız ve hangi anda hüzünle karşılaşacağımız bir belirsizlikler dizisi gibi. Bir bakarsınız bir olay olur ve böyle bir yazıyı kaleme alırken de bulabilirsiniz kendinizi.Ya da vicdanınızı bir ömürlük bir nadasa bırakır, kulaklarınızı her türlü sorumluluğa karşı sağır edersiniz, gözler tam anlamıyla görmez olmasa da görmek istemediğini eler ve burnunuz tüm pis kokuları olay yerinden hemen uzaklaş komutu olarak beyninize gönderir. Ve son olarak sonbahardan kışa geçmemek için direnen doğanın, bir Pazar sabahına yansıyan güneş pırıltılı, kuş cıvıltılı şen şakrak namelerinde, bir mahallenin orta yerine kurulu fırına  giden şaşkının fırından çıkacak sıcak ekmeği beklerken tamtakır kahvaltının hayalini kurduğu yerde, ayakkabısı delik bir çocuğun uzattığı madeni paranın tezgahtaki tıkırtısından sonra duyduğu bir ses zamanı ve ruhu ortadan ikiye böler;-Bana 1 liralık bayat ekmek ve 50 kuruşluk da bayat çörek ver ağabey...
Editör: TE Bilisim